4 Mart 2013 Pazartesi

Kültür ve tarih-İskender Pala


Son yıllarda kültürün önem kazanmasına paralel olarak tarih de sık konuşulanlar arasına girdi. Artık dünya bunun bir moda mı, yoksa popülerleşme mi olduğunu tartışıyor.


Kültür diplomasisinden, kültürler arası diyalogdan veya kültürlü olmak gerektiğinden bahseden her kişi öncelikle tarihî geçmişinden ilham alan paradigmalar ile muhatabına üstünlük sağlamaya çabalıyor. Bu tavır her ne kadar moda gibi görünse de bir popülerleşme sürecinin göstergesi. Zannediyorum ki kültür ve tarih, önümüzdeki çeyrek yüzyılda ilgi odağı olmaya devam edecek, kimliklerin belirlenmesinde önemli roller oynayacak ve asla bir moda gibi kısa süreli olmayacaktır. Ufukta görünen kültürel ve tarihî algıda üstünlük iddiaları yahut çatışmalarının yakın gelecekte bir üçüncü dünya savaşı çıkaracağını sanmıyoruz ama çatışma alanı olarak çerçevesini diplomasiye, siyasete, ekonomiye, ticarete ve turizme yönelik olarak genişleteceğine kesin gözüyle bakılabilir. Gerek uluslararası ilişkiler, gerek ırk, din veya coğrafya ayrılıkları bu kültürel çatışmanın ardından kolayca tutuşturulacak ateşlere vabestedir. Üstelik de çatışmanın üstün tarafı, hiç şüphesiz tarihini iyi bilen ve oradan kendine dersler çıkarabilen kişi, grup veya milletler olacaktır. O halde geleceğin yetkin insanı, ister rakamlara hükmeden mühendis, teknokrat veya hekimlerden olsun, ister kelimelerle dost sosyal veya toplum bilimcilerden olsun, tarih kültür ve bilincine sahip olmak zorunda kalacaktır. Günümüzdeki tarih ilgisi biraz da bilinçlerimizin bu gelecek planlarıyla ilgilidir. Bu tür bir geleceğin farkında olmadan tarihe merak duyanların tavırları moda diye tanımlanabilir. Ama istikbalde daha aydın bir kişi olarak yaşama arzusu taşıyanlar için tarih artık popüler bir ideale dönüşmektedir. Bu bağlamda moda ile popülerlik arasında bir farkındalık algısından söz edilebilir. Modaya kapılıp eğlence maksadıyla tarihe ilgi duyanlar ile popüler olanın rüzgârıyla bir kazanım elde etmek isteyenlerin tercih edecekleri bu farkındalık ister istemez onları tarih okumaya yönlendirecektir. Tabii tarihçilere düşen görev ve sorumluluk da gitgide artacaktır.

    Tarih bir araştırma ve soruşturma bilimidir. Ancak tarihçilerin yalnızca araştırıp soruşturmakla yetinemeyecekleri bir dönem başlamıştır. Artık olup biteni dosdoğru söylemekten ziyade halkın eski zamanları anlamasını, sebep ve sonuç ilişkisi kurarak hadiseyi öğrenmesini sağlamak da gerekmektedir. Kronolojik hadiseleri ard arda sıralayan bir tarihçi, muhatabına öğrendiklerini aktarıyor demektir. Oysa aktarımcı bir tarih, insanlara anlamı vermez, verse verse anlatımı verir. Bu da olayların ruhunu muhataptan gizlemek gibidir. İşte bu yüzdendir ki insanlar bir tarih kitabını değil, tarihî bir romanı okumayı tercih etmektedirler. Çünkü roman, belli bir kurgu sayesinde eskiden olup bitenlere anlam ve ruh katarak bu çağa taşır, böylece okurların hadiseleri neden ve niçinleri, sebep ve sonuçlarıyla birlikte anlamasını sağlar. Bu da tarih biliminin edebî değeri yüksek metinlere ihtiyacı olduğunu gösterir. Yani her tarih öğretmeni, artık  bir edebiyat öğretmeni olmak konumundadır. Bugüne kadar hikâye ederek ve olayları ard arda sıralayarak öğretmeye çalıştığımız tarihi, yanlış dizilerden, maksatlı romanlardan, lay lay lom magazin programlarından kurtarabilmek için tarihçilerin bu ihtiyaca doğru cevap verecek tarzlar geliştirmeleri zaruridir. Söz gelimi tarih felsefesinin göz ardı edilmesi artık mümkün değildir. Keza fakültelerin edebî değeri yüksek tarih anlatımları üretmeleri umulabilir. Çünkü insanlar tarih deyince artık bilgi kadar anlam ve ruh da arıyor.

    Her tarih anlatımı bir kurgunun eseridir. Akademisyen tarihçi kullandığı belgelerle sınırlı bir kurgu yaparken dizi veya romancı belgelerle birlikte duygu ve hayatın kokusunu da hesaba katmak zorundadır. Aynı şeyi akademisyen tarihçi de kısmen yapabilir. Elbette ondan bir roman yazmasını isteyemeyiz ama bilimsel olmakla birlikte zevk ve heyecanla okunur kültürel kitaplar yazmasını bekleyebiliriz. Günümüzün  tarih meraklısı bilimsel olan ile kültürel olanı aynı anda öğrenmek istiyor çünkü. Romanlara veya dizilere sarılması bundan. Romancı veya dizi senaristinin tarihle imtihanı da tam bu noktada başlıyor[1].

    Ezcümle bize artık tarih bilimiyle akademik olarak uğraşan, hem de kitabı bir roman gibi okunan tarihçiler lazımdır. Tarihçi akademisyenler bunu yaptıkları gün doğru tarihi anlatan diziler çekilebilir, tarihi romanlar doğruyu mu anlatıyor diyen tartışmalar sona erer.

    [1] Bu konuda yapılmış güzel bir çalışma için bk. Cüneyt Kanat, Tarihin Medya ile İmtihanı, Yeditepe Yayınları, 2012, 160 s.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder