3 Mart 2013 Pazar

Evliya Çelebi gibisi gelmedi -İlber Ortaylı




Seyahat sevmeyen Türklerin içinden çıkan büyük seyyah Evliya Çelebi’nin doğumunun 400’üncü yıldönümü yaklaşıyor. Onu gerektiği biçimde anmamız şart

Doğum tarihi 10 Muharrem  H. 1020 yani 25 Mart 1611 olarak tespit edilmiştir. Unkapanı’nda doğmuştur. Büyük seyyahımızın bu hesapça gelecek yılın mart ayı sonunda 400’üncü doğum yılını kutlamamız gerekir. Bu kutlama Evliya Çelebi gibi bir milli anıtımızı anmak için boynumuzun borcudur. Lakin gördüğümüz kadarıyla hiçbir kutlama hazırlığı çalışması yok; üniversitelerin sempozyum, PTT’nin pul ve Fatih Belediyesi’nin heykel çalışmasına girmesi gerekir. 
Çağdaşlarının Evliya Çelebi’yi tanıdığı fakat yazdıklarını pek okumadıkları anlaşılıyor. Günümüzde de kendisinden Yılmaz Öztuna gibi maharetle yararlanan tarihçiler 
dışında daha çok mahalli tarih yazanlar Evliya Çelebi’ye bakmışlardır ve Evliya’nın dev eseri bu kadarıyla sınırlı kalmıştır. Mesela Amasra’yı 
görmüş, tarif eder; “Dağların ardında Bartın vardır” der. Orayı görmemiş, Bartınlılar hayıflanırlar. 
Maalesef son zamanlarda Nuran Tezcan’ın tertiplediği sempozyum gibisine kadar ülkemiz edebiyatçıları Evliya’ya istihfafla bakarlardı. 10 cildin yeni harf basımını dahi son yıllarda 
Yapı Kredi Yayınları yaptı. İlk cilt İstanbul’un ve 17’nci yüzyıl İstanbul’unun sosyal bir tarihidir. 
Mezarının yeri belli değil
Oysa yetenekleri bunun ötesindedir ve bu yeteneği keşfedenler de daha çok Batılı ve Kafkasyalı Osmanlı tarihçileri ve Türkologlar olmuştur. Evliya Çelebi en başta bütün imparatorluk coğrafyasını gezmiştir, dile kolay 1640 yılında 29 yaşındayken aniden gittiği Bursa ile başladığı gezilerini 50 yıl boyunca sürdürmüş; bu arada 22 tane sefere katılmıştır. Geç yaşta evlendiği söyleniyor. Zaten mezarının yeri ve ölüm tarihi de belli değil; muhtemelen Mısır’da belki İstanbul’da öldü veya Viyanaseferinde şehit düştü. Her halükârda ayrı bir cilt teşkil eden Mısır seyahatnamesi fevkalade ilginç bilgilerle doludur. Arapçaya çevrilmedi ama bütün Avrupa 
dillerine çevrilmiştir. 
Kendisinin Girit hakkındaki bilgileri olağanüstüdür. Gayet zekice tespitleri vardır. Ada’nın hemen fethinden sonra gördüğü Girit muhtemelen o vakit eski Miken medeniyetinin kalıntılarını daha iyi barındırıyordu. Evliya Girit’in parlak devrinin halkı için; “Bunlar Ecine kavmidir, İfrikiye’den gelmişlerdir” der ki bilim ilk Giritlilerin Mısır’dan geldiğini bugün kuvvetle ihtimal dahiline almıştır. 
Dil uzmanları onun kayıtlarına borçlu
Dile kolay; imparatorluk coğrafyası dediğimiz Tuna havzasından başlar, Türklerin seyahati hiç sevmediği devirde Evliya sefaret heyetinde Viyana’ya da gitmiştir. Kırım’ı, Kafkasya’yı gezmiştir. Fırat havzasını ve Mısır’ı ve Bilâd-uş Şam dediğimiz SuriyeLübnan’ı görmüştür. Anadolu ve Rumeli’yi karış karış gezmiştir. Muharebeleri, Celali isyanlarını kalemiyle tespit etmiştir, her sınıf halkla haydutlar dahil olmak üzere sohbet edip seyahatnamesine almıştır. 
Müthiş bir kulağı olduğu anlaşılıyor. Duyduğu diller hakkında son derece ilginç kayıtlar vermektedir. Bugünkü Kafkas dillerinin uzmanları onun Kafkasya seyahatnamesindeki bu gibi kayıtlara çok şeyler borçludur. 17’nci yüzyılın dahi seyyahı bizim cemiyetimiz için bir istisnadır ama kendisi hakkında üstat Reşad Ekrem Koçu’nun dediği gibi “Muasırları ne seyahatnamesinden çok bahsederler ne de Osmanlı şiirinin en parlak örneklerinden olmasa bile daha kötü şiirleri şuera tezkirelerine kaydedenler, ondan bir beyit dahi olsa almamışlardır.” Eseri Batı alemine ünlü tarihçi Avusturyalı Joseph von Hammer-Purgstall tanıttı. Chicago Üniversitesi’nden Robert Dankoff gibi hayatını Evliya’ya vakfedenler vardır. 
Türkiye’nin bir Evliya Çelebi Enstitüsü olması gerekir. Biz Türkler gibi seyahat merakı az olan bir kavim için Evliya ne önceli ne ardılı olmayan bir istisnai dahidir. Gelecek yıl 400’üncü yılını kutlamayı unutmamalıyız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder