8 Mart 2013 Cuma

Ajax Operasyonu'ndan Ahmedinecad'a İran-Cem Küçük


İkinci Dünya Savaşı bitip dünya Soğuk Savaş dönemine girmişti. İki kutuplu dünyanın her bir köşesi Rusya ve ABD arasında üleştirilmişti. Enerji koridorları Komünist blokla Batı bloğu arasında savaş sebebi sayılıyordu. Türkiye iki bloğun köprü başı görevini görürken, İran da petrol rezervleriyle herkesin iştahını kaptırıyordu.


Birinci Dünya Savaşı'nda İran'da 140 yıldır ülkeyi yöneten Kaçar hanedanı İngiliz ve Rus askerlerinin işgal hareketlerinden dolayı iyice zayıflamıştı. Ulema ve ordu saflarında yönetimde değişim talepleri ile hareketlenme iyice artmıştı. Değişim beklentisini eyleme dönüştürmek için en uygun durumdaki unsurlardan birisi ülkenin tek düzenli ordu birimi olan Kazak Tugayı'ydı.

Tugay'ın sivrilen komutanlarından Rıza Han yanına siyasetin etkili düşünürlerinin desteğini aldı. İngiltere'nin de teşvikiyle hükümeti devirdi. Bir süre devam eden Savunma Bakanlığı görevinin ardından 1923'te Şah'ı bir darbe sonunda tahttan indirdi. Hedef başta bir cumhuriyet kurmaktı. Rıza Han da 'modern' bir devlet başkanın olması gerektiğine inandığı gibi, cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Ancak ulemanın direnişi sonunda 1925'te bizzat tahta çıktı: Pehlevi hanedanı başlamıştı.

Rıza Han ülkesinin ayakları üzerinde duran çağdaş bir ülke olmasını istiyordu... Bunun için bir dizi reform yapmaya girişti. Pers devletinin adı bile değişti; İran yani ari insanların ülkesi oldu... Ne var ki aradan 15 yıl geçtiğinde, Tahran'ı yabancı askerler işgal etmiş, Rıza Han tahttan çekilerek yerini genç oğlu Muhammed Rıza Şah'a bırakmıştı.

Bu sonucu yaratan sadece Rıza Şah yönetimine İranlıların bakışı değildi. İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayan İngilizlerle Ruslar, Şah'ın Nazilere sempati beslediği gerekçesiyle daha fazla tahtta kalamayacağına karar vermişti. Üstelik bu denkleme çıkarlarını etkileyen çok ciddi bir unsur girmişti: Petrol. İran petrollerini işleten Anglo-İran petrol şirketi, ülkenin kaderinde gitgide daha etkili bir noktaya geliyordu. Ama İran'ın 'siyah altını' kendi hazinesindense, İngiltere'nin kasalarına gidiyordu.

İranlılar ve İngiltere arasında, Anglo İran petrol şirketinin petrol gelirlerini nasıl paylaşacağı konusunda 1930'lardan itibaren kimi zaman tazelenen tartışmalar bu yıllarda yoğunlaşmaya başlıyordu. Takvimler 1951'i gösterdiğinde İran'ın yeni milliyetçi Başbakanı Muhammed Musaddık bu petrolün İran'ın hakkı olduğunu dünyaya ilan etti. Musaddık İran'ın petrolü İran halkınındır diyordu. Ancak Amerika ve İngiltere bu durumdan çok huzursuzdu. Londra ve Washington teyakkuza geçmişlerdi.

Geniş halk desteğini arkasına almış olan milliyetçi Başbakan Muhammed Musaddık, Time dergisinin 1951 yılı kapağını 'yılın adamı' sıfatıyla süslüyordu. Soyu İran'ı yüzlerce yıl yöneten Kaçar hanedanına dayanan, babası da zamanında bakan olan 70 yaşındaki hukukçunun en güçlü siyasi silahı petrolün millileştirilmesi talebiydi. Aynı yıl İran meclisi bu talebin gerçekleştirilmesi yolunda bir karar aldığında dünya başkentlerinde, özellikle Londra'da büyük bir sarsıntı yaşandı.

Eisenhower yönetimi 20 Ocak 1953'te iktidara gelmesi ardından CIA öncülüğünde, İngiltere'nin gizli teşkilatı MI6 desteğinde Musaddık'ın devrilmesi yönündeki hazırlıklar başladı. ABD ve İngiltere'nin gözü İran petrollerindeydi. Bu petrolün kontrolünü almak için hazırladıkları planı uygulamaya başlamışlardı.

Musaddık'a girişilen bu operasyonu İran'da CIA, Amerika'da New York Times gazetesi duyurdu. Şah halkın tepkisinden korktuğu için hemen Roma'ya gitti. İtalya'da kısa bir süre kaldıktan sonra CIA Musaddık'ı devirdi ve Şah İran'a geri döndü. Şah'ı İran'a getiren kişi dönemin CIA Başkanı Allen Dulles'tı. Musaddık darbeden sonra yargılandı ve üç yıl hapis yattı. Daha sonra ölümüne dek ev hapsine mahkum oldu.

İran'da bu durum İslam Devrimi'ne kadar devam etti. Ayteullah Ruhullah Humeyni İran'ı İslam hukuku ve Şii mezhebini esas alan şeriat cumhuriyetine dönüştürdü. İşte o günden beri Batı'nın merkezinde hep İran var. 2005'de cumhurbaşkanı seçilen Ahmedinecad Batı'yla olan ilişkileri daha da koparmış, hatta İsrail'i haritadan silmekle tehdit etmişti.

Hemen yanıbaşımızda bulunan, Selçuklulardan beri ilişkilerimizin olduğu İran'ı acaba ne kadar tanıyoruz? Türkiye'de ne yazık ki ne doğru dürüst Orta Doğu uzmanı var ne de Batı uzmanı. Genelde medya üzerinden algımızı oluşturuyoruz. Halbuki özellikle İran'la tarihsel bağlarımız bu kadar kuvvetliyken oranın kafa yapısını bile net bilmiyoruz.

Her şeye siyasi olarak görünce de sizi muhteva eden ideolojinize göre İran'ı ya seviyorsunuz ya da düşman oluyorsunuz. Yakınlarda piyasaya çıkan 'İran: Tarihin Kavşağında Açık Hedef' İran'la ilgili açlığımızı giderecek önemli bir çalışma. Profil Yayınları'ndan çıkan ve Sercan Zorbozan'ın titizlikle hazırladığı her halinden belli olan bu eser İran'la ilgili sadece siyasi değil aynı zamanda kültürel olarak da önemli bilgiler sunuyor.

Prof. Dr Sencer İmer, Atasoy Müftüoğlu, Prof. Dr. Mehmet Kanar, Cihan Aktaş, Edip Yüksel, Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç, İbrahim Karagül, Doç. Dr. Mehmet Şahin, Aylin Günay, Nevzat Çiçek, Kadir Sarıkaya'nın yazılarıyla destek verdiği 'İran: Tarihin Kavşağında Açık Hedef' hafıza tazelemek için çok iyi bir kaynak. Ayrıca tarihin her döneminde kavşak noktasında bulunan ve açık bir hedef olan yakın-yabancı komşumuzu çeşitli açılardan incelemeye ve eleştirmeye çalışıyor.

NOT: Bu yazıda BBC'nin İran belgeselinden yararlanılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder