15 Şubat 2013 Cuma

Sarayda hipnoz merakı-Avni Özgürel


Eski DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel herhalde şimdiye kadar pek çok gizli/açık kaydedilmiş ses ve görüntü bandı inceledi, bunların bir kısmını delil olarak değerlendirdi. Şimdi aynı yöntem özel hayatı çerçevesinde kendisinin aleyhine kullanılıyor ve gerek yakın çevresine gerekse meslektaşlarına meram anlatmaya çalışıyor. Kimin ne yaptığını bilme merakı ve buna dayanarak insanlar hakkında karar verme isteği yeni değil. Osmanlı, tarihi boyunca taht yarışında safdışı bırıkılmak istenen şehzade adına sahte mühür yaptırıp sahte mektup düzenleyerek hükümdardan onun ölüm fermanını almak dahil pek çok 'komplo'ya sahne oldu.

Bilinen ve halen açık yara niteliğini koruyan en eski yöntem işkence. Bu yolla alınmış itiraflar yüzünden kaç kişinin hayatının karardığını Allah bilir. Teknoloji, hayatı kolaylaştırmasının yanında insanların hangi konuda ne düşündüğünü ve ne yaptığını gizlice öğrenme merakını, fotoğraf, ses kaseti ve video kayıtlarıyla besledi. Ama bu tekniklerin bulunmadığı birbuçuk asır öncenin dünyasında, tıpkı Batı'da olduğu gibi Osmanlı'da da 'gerçeği öğrenme' arzusu bilim alanındaki her gelişmeyi siyasi rekabet için kullanma hevesini kamçıladı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kendisine kalsa bu yöntemleri araştırır ve ilgi duyar mıydı yoksa 'atadan kalma metotları kullanmayı' sürdürür müydü bilinmez. Ama Avrupa'dan 'hipnotizma' konusunda ilk bilgiler geldiğinde sarayın konuyu özel olarak izlediği, yayımlanan her kitabı ya da makaleyi takip ettiği de su götürmez. 
Abdülmecid'in 'bilicisi'
Muhafazakâr çevrelerin Batı yanlısı tutumundan dolayı adını 'gâvur padişah'a çıkarttığı Sultan Mahmut'un gerek Alemdar Vak'asını, gerek yeniçeri zorbalığının saraya dönük entrika ve tehditlerini bilerek yetişmiş oğlu Abdülmecid'in 'hipnotizma'ya ilgi duymasında şaşılacak bir şey olmasa gerek. 
Haremdeki kadınları dahil, en yakın zannedilen kişilerin ihanetine bile tanık olmuş bir hanedanın ferdi olmanın ondaki kuşkulu mizacı beslediğine şüphe yok.
Hipnotizmayı teori planında 'yakın dostum' diye tanımladığı özel doktoru Dr. Schipitzer'den işiten (Padişahı tahttan indirmek isteyen grup öncelikle tıbbiyede anatomi hocalığı yapan bu doktoru saraydan 
uzaklaştırmaya çalışmıştı) ve özel bir merakla bu konuda bilgisini geliştiren Abdülmecid'in sonunda dayanamayıp bir deneme yapmaya karar verdiği açık.
Gerisini genç hükümdarın harem geleneklerini hiçe sayıp, aşkla bağlı olduğunu saklamadığı karısını doğrudan muayene etmesine izin verdiği Dr. Schipitzer'den dinleyelim: "Padişahın tabiatını çok iyi öğrenmiştim. Şahsı için lüzumlu gördüğü konuların içyüzünü muhakkak öğrenmek isti-
yordu. Hipnotizma konusunda hayli yayın okumuştu ve onların etkisi altındaydı. Denemenin sarayın kurallara sıkı sıkıya bağlı ortamında yapılamayacağına ilişkin görüşlerime gülerek itiraz etti, istersem bunu yapabileceğimi söyledi. Hatta 'Ben size medyumluk yapabileceğini tahmin ettiğim kişiyi tespit ettim bile' dedi. Bunun üzerine itiraz edemedim.
Enderunlu Arif'in huzura çağrılmasını emretti. Gelen süzgün bakışlı, ürkek görünüşlü, medyum olmaya müsait bir gençti ve bu seçimin onun özellikleri bilinerek yapıldığı belliydi. Padişah 'Arif şuradan iki sandalye al, karşılıklı koy, birine doktor oturacak, diğerine sen. Ve doktor ne isterse yap' dedi. Zavallı çocuk kendisinden habersiz titreyerek karşıma oturdu. Ben de o şartlarda bana güç gelen hipnotizma denemesine başladım. Arif'te fevkalade medyumluk vasıfları vardı. Dayanamayıp bunu zatı şahaneye söyledim. Konunun nazariyatını mükemmel incelediğiniz anlaşılıyor, medyumluk vasfı böyle mükemmel bir kimse ruhiyat alanında kolay bulunmaz, dedim."
Sultan Mecit'in bu deneme sırasında teorik planda okuduklarından kaynaklanarak doktora Arif'e yöneltmesi için sorular verdiği, delikanlının özel hayatının ayrıntılarına ilişkin sorular karşısındaki tepkilerini ilgiyle takip ettiği biliniyor. Padişah seansın cazibesine o denli kaptırıyor ki kendisini heyecanına ortak olması için başmabeyincisi Mehmet Bey'i de çağırıyor odaya.
Dr. Schipitzer anlatıyor: "Bu iri yarı kişinin denemeyi izledikçe merakı ve hayreti öylesine arttı ki dudaklarının hareketine ve sürekli mırıldanmasına dikkat ettiğimi gören padişah onun inançlarına aykırı bulduğu bu durum karşısında dua ettiğini söyledi. Abdülmecid de bütün teorik bilgisine, konuyla ilgili Fransızca kaynaklara vâkıf olmasına rağmen şaşkın görünüyordu."
Hükümdarlık için şart
Enderunlu Arif'in doktorun telkiniyle uyandığında padişahın onun tam olarak kendisine gelmesine yardım ettiğini ve delikanlının önemli bir bahşişle huzurdan ayrıldığını anlattıktan sonra padişahın işin 
özüne geldiğini naklediyor Dr. Schipitzer: 
"İnsanların kalbini ve işlerin içyüzünü anlamaya muhtaç bir tac sahibi için bu imkâna sahip olmak büyük saadet. Bunun için her padişahın her çareye başvurmasını tanii hatta lüzümlu görürüm. Çünkü insanın kalbinde olup biteni öğrenmek insan kitlelerini idare vazifesini üstlenmiş kişinin işini ifası için şarttır. Fransa kralı Lui Philip fal bile baktırıyormuş. Benim cetlerim arasın-da da fala meraklı olanlar, yıldızların seyrinden istikbali öğrenmek isteyenler çıktı ama ben daha çok aklın ve mantığın kabul ettiği ilmi yollara itibar ediyorum."
Abdülmecid'in bu kararla yola çıktığı halde hipnotizma deneylerini geliştirdiğine dair bir kayıt görünmüyor. Besbelli, "Zamanı renklendiriyor ve heyecanlandırıyor" deyişiyle sınırlı kaldı onun bu merakı.


'Abdülhamit hesabı bilir'
Atatürk'ün harp oyunları dolayısıyla gittiği ve milli mücadele komutanlarını son kez topladığı İzmir'de, 22 şubat 1924 akşamı Latife Hanım'ın evinde verdiği yemek davetinden sonra Mareşal Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Cevat Paşa arasında ruh çağırma konusunda tartışma başlayınca, "Tecrübe edelim, görelim" dediği anlatılır.
Ruhlar dünyasının varlığına ve öte âlemle temas kurulabildiğine inanan Cevat Paşa hemen harekete geçer ve çivisiz, küçük bir masa bulur. Karabekir'le Cevat Paşa odadaki ışıkları södürüp masaya oturur, parmak uçlarını birleştirirler. 
Biraz sonra masa kendiliğindem hareket etmeye başlayınca Karabekir Paşa, Fevzi Çakmak'a dönüp, "Bir ruhu davet etmenin zamanı şimdi, kimi çağıralım arzu edrsiniz" diye sorar. Atatürk Fevzi Paşa'dan önce atılıp, "Çağırmışken
Abdülhamid'i çağıralım" der. Çağrı yapılır, sorular sorulur ve aldıkları cevaplarla komutanlar aralarında şakalaşırlar. 
Sorulan sorular arasında Fevzi Paşa'nın cüzdanında kaç lira olduğu v.s. dahi vardır... Ve 'ruh' paranın miktarını bilince şaşırırlar. Mustafa Kemal Atatürk celseyi latifeyle kapatır: "Sultan Hamid'e para konusu sorulunca elbette kuruşuna kadar bilir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder