Hep savaş, zulüm ve göçle anılan Balkanlar, makûs talihini değiştirmeye çalışıyor. Son bir asırdır milliyetçilik girdabında birbirini tüketen Rumelililer, özlemini duydukları ‘Osmanlı Barışı’nı AB-NATO entegrasyonu ile inşa etmeye çabalıyor.
Geçen yüzyıla adı, zulüm, tehcir ve kıyımla yazılan bir coğrafya Balkanlar. Bölgenin 5 asırlık hadimi ve hamisi Osmanoğlu’nun zoraki çekilişiyle (1913) yaşanan travma, geçen bir asra rağmen dinmiş değil. 1912’de patlak veren Balkan Savaşları, Osmanlı’nın coğrafyaya hâkim kıldığı ‘birlikte yaşama kültürünü’ bitirmekle kalmadı, sonu gelmeyen çatışmalara da kapı araladı. Yüzyıllarca birlikte yaşayan farklı kimlikler birbirinin kutsalına el uzattı, kanını döktü, birbirini yerinden etti. En çok da hamisiz kalan ‘Evlad-ı Fatihan’ın canı yandı. 1924 ve 1955 mübadeleleriyle yurtlarından edildiler, 1990’ların ardından başlayan mikro milliyetçiliğe dayalı iç savaşlarda soykırıma uğradılar. 100 yıl sonra yeniden gelen Osmanlı torunları da sızısını dindirmeye yetmedi Balkanlar’ın.
Demirperde’nin çöküşüyle soluğu Balkanlar’da alan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Evlad-ı Fatihan’a sahip çıkmakla kalmayıp, eksikliği hissedilen birlikte yaşama kültürünü aşılamaya çalıştı. Türk girişimcilerin açtığı okullar, restore edilip ayağa kaldırılan Osmanlı mirası, turizmle yeniden canlandırılan Rumeli kültürü tarihî bağları yeniden hatırlattı. Tarih boyunca dünya jeopolitiğinde yer tutan, Afro-Avrasya ekseninde, Asya’dan Avrupa’ya geçiş noktası konumundaki Balkanlar Türkiye’nin sunduğu yeni vizyonla ayağa kalkmaya başladı. Çiçeği burnundaki bağımsız Kosova’nın ilk diplomatik misyonunu Ankara’ya açması Türkiye’nin bölgede üstlendiği rolü yansıtması açısından manidar. Aynı iyi niyet ve yakınlaşma Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Makedonya için de geçerli. Türkiye hükümet ve sivil toplum kuruluşlarıyla Balkanlar’a doğru yürüdükçe, Rumeli koşar adım yöneldi Ankara’ya.
Peki, bu hüsnüniyetin kaynağı ne? Neden Müslümanlar gibi Balkan Hıristiyanları da ülkelerine buyur ediyor Türkleri? Ankara nasıl oluyor da küllenmeyen mikro milliyetçiliğe rağmen yol alabiliyor bu coğrafyada?
Elbette bu yönelişte eskiye, barış dönemine duyulan özlem büyük rol oynuyor. Ancak tek etken bu değil. Türkiye, Rusya ile Avrupalı güçler arasında sıkışan Balkanlar’a sunduğu vizyondan ötürü sahipleniliyor. Ankara; Kosova, Sırbistan, Karadağ ve Bosna Hersek başta, tüm Balkan ülkelerini Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO gibi küresel örgütlere girmeleri ve buralarda etkin üye olabilmeleri için yönlendiren yegâne başkent. Sözde kalan bir destek değil bu. Bu yönde Balkan ülkelerinin demokratikleşme çabalarını maddi-manevi hamlelerle destekliyor. Eğitimcisini, bürokratını, iş adamını sahaya gönderip Rumeli’yi dünya standartlarına taşımaya çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye, geçmişte Müslüman katleden Hırvat ve Sırplar da dâhil, tüm Rumeli’nin güvenini kazanıyor.
Aslında Ankara’nın Balkanlar’a sunduğu entegrasyon vizyonu Rumelililerin tarihinde zaten var. Türkiye’nin vizyonu, özünde 6 asır evvel Osmanlı’nın Balkanlar’da kurduğu ekonomik, kültürel birlikteliğin bu kez AB, NATO şemsiyesi altında vücut bulmasından öte bir durum değil. Ankara, Balkanlar’ın ‘Pax Ottoman’a (Latince ‘Osmanlı Barışı’ anlamına geliyor) ihtiyaç duyduğunu gördüğü için oluşturdu bu siyasetini.
Komünist blokun mirası verimsiz ekonomi siteminden, çağın gerisinde kalan eğitim yapısından ve kanat ülke denkleminden sıyrılmak isteyen Balkan ülkelerinin (Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Yunanistan) önünde fazla bir seçenek yok. Geçmişi kanlı savaşlarla örülü bu ülkelerin çağı yakalaması AB, BM ve NATO gibi üyelerine ekonomik ve politik kazanımlar sunan ittifaklara katılmalarından geçiyor. Bugün itibariyle 4 Balkan ülkesi (Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Slovenya) AB’ye üye. 2005’te de Hırvatistan ve Makedonya’ya adaylık statüsü, 2006’dan sonra Karadağ ile Sırbistan’a AB’ye üyelik konusunda olumlu sinyaller verildi. AB ekonomisi, siyasi birikimi yetersiz olan Balkan ülkelerini de dışlamıyor. Birlik; Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek ve Arnavutluk vatandaşlarına Avrupa’ya vizesiz seyahat imkânı tanıdı. Soğuk Savaş döneminde bölgenin abisi konumundaki ABD de AB’nin Balkan ülkelerine sahip çıkmasını destekliyor. Zira Rusya Balkanlar’daki hedeflerinden vazgeçmiş değil.
Balkanlar, Ortadoğu’dan iyi
Balkanlar’da Rus gölgesi mevcutken NATO’nun bölgeye kayıtsız kalması düşünülebilir mi? Rusya’nın Avrupa’daki nüfuzunu kırmak isteyen Atlantik İttifakı, Balkanlar’ı bünyesine dâhil etmede ısrarlı. Balkanlar’dan NATO’ya ilk giren ülke Yunanistan oldu (1952). Bulgaristan, Romanya ve Slovenya 2004’te, Arnavutluk ile Hırvatistan da 2009’da NATO’ya girdi. Makedonya’nın üyeliği de Yunanistan’ın vetosuna takıldı. Birlik, Bosna-Hersek ile Kosova’nın üyeliği için de olumlu sinyaller veriyor. İttifak’ın Moskova’nın Balkan-lar’daki son kalesi konumunda olan Sırbistan’a dair entegrasyon girişimleri olsa da Belgrad yönetiminin karşı tavrı henüz kırılmış değil. Sırbistan ile Bosna Hersek’teki Sırp yönetimi Rusya ekseninde yer almayı sürdürüyor. Bundan dolayı Bosna ve Sırbistan’ın AB ve NATO entegrasyon süreci işlemiyor. Rusya Sırplar üzerinden Balkanlar’ın Avrupa’ya tam entegrasyonunu frenliyor.
Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) Direktörü Doç. Dr. Gökhan Bacık, Ortadoğu ve Afrika’yla kıyaslandığında Balkanlar’ın kısmen istikrara kavuştuğunu söylüyor. Rusya’nın karşı tavrı sürse de, Sırpların da yakın gelecekte AB ve NATO’nun sunduğu zenginlik ve refaha karşı duramayacağını belirtiyor. Bununla birlikte AB’nin kendi ajandasını işlettiğini, bugün itibariyle sorunlu gördüğü Arnavutluk gibi Balkan ülkelerine mesafeli davrandığını anlatıyor: “AB ve NATO entegrasyonuna rağmen Balkanlar hâlâ patlama potansiyeli bulunan bir yanardağ. İslamofobi ile son dönemde yeniden canlanan ‘mikro milliyetçilik’ bölgenin Avrupalılaşmasının önündeki en büyük engel.”
Uluslararası ilişkiler uzmanı Fikret Ertan, Rusya’nın çıkışlarına rağmen Balkanlar’daki istikrarlılaşma sürecinin devam edeceğini, bölge halklarının iktidarlarından AB standardı refah ve demokrasiyi talep etmeyi sürdüreceğini vurguluyor. AB’nin başat ülkesi Almanya’nın Balkanlar’ı arka bahçesi gibi görmeye başladığını, bu yeni hâlin Balkanlar’daki Rus nüfuzunu zayıflattığını vurguluyor. Bununla birlikte Bosna-Hersek’teki üç başlı (Boşnak, Hırvat ve Sırp) yönetimden dolayı süren istikrarsızlığın tüm Balkanlar’ı negatif etkilediğini söylüyor: ”Bosna-Hersek sorunu çözülmeden Balkanlar’ın istikrara kavuşmasını beklemek içi boş bir hayal!”
Türkiye’yi fırsat görüyorlar
Avrupa’ya 2009’da ulaşan küresel ekonomik krizin etkisini sürdürmesi, Yunanistan’ın iflasın eşiğine gelmesi ve İngiltere, Fransa ve İtalya gibi birliğin lokomotif ülkelerinde oluşan ‘AB’den ayrılma’ havası entegrasyon sürecini etkiliyor. AB’deki mali kriz, Balkan ülkelerine mali destek ve yatırımları kırıyor. Aynı zamanda Balkan halklarındaki AB iştahını da bastırıyor. Bunun yanında Sırbistan’da iktidarın aşırı milliyetçilere geçmesi, Almanya’da yeniden alevlenen ırkçılık ile Avrupa geneline yayılan Müslüman karşıtlığı, 30 milyonluk Balkan coğrafyasını tedirgin ediyor. Ancak bu noktada Türkiye’nin “Avrupa Birliği’ne takılmadan normlarını, pazar ekonomisini hayata geçirin” önerisi Avrupalılaşma motivasyonunu canlı tutuyor.
Son tahlilde, Balkanlar’da bir asır evvel ‘Balkan Savaşları’yla başlayan, son 50 yıldır da milliyetçiliğe dayalı çatışmalarla süren ‘istikrarsızlık’ dinme seyrine girse de, ülkelerin Avrupalılaşma yolunda bir hayli mesafeleri bulunduğu görülüyor. Savaşların bölge insanı ile ekonomisinde açtığı yaralar hâlâ kapanmadı. Soğuk Savaş sürecinde dışarıdan servis edilen ulus-devlet sistemi de varlığını koruyor. Balkanlılar, etnik milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının coğrafyaya huzur getirmediğinin bilincine ulaşsa dahi haricî ve dâhilî karşıtları aşıp çok-etnikli yönetim yapılarını yeniden inşa edemiyor. Bu noktada Avrupa’yı etkisi altına alan mali krizden etkilenmeyen Türkiye’ye önemli roller düşüyor. Balkanlar, Avrupalılaşma, demokratikleşme ve özgürleşme yolunda Ankara’nın etkin desteğine ihtiyaç duyuyor. Balkan ülkeleri, büyüyen ekonomisi, hızlı endüstrileşmesiyle Türkiye’yi kendileri açısından önemli bir fırsat olarak görüyor…
Madalyonun diğer yüzünde, 1991’de bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’ne gereken desteği veremeyip Orta Asya denkleminin dışında kalan Türkiye’nin Balkanlar’ı da Ruslara kaptırma ihtimali var.
AB-NATO dayanışması
Üst düzey bir diplomat, AB ve NATO’ya üye olan dost Balkan ülkelerinin Türkiye’nin bu örgütlerdeki ağırlığını artırdığını hatırlatıyor. Ona göre, Türkiye’nin 4 ayaklı Balkan politikası her iki tarafa kazandırıyor. Balkan ülkelerinin AB, NATO ve BM süreçlerini aktif destekleyen Ankara, bu yolla bölgenin güvenliğini artırmakla kalmayıp sahadaki politik diyaloğu, ekonomik girişimleri, çok kültürlü, çok etnikli yapıyı güçlendiriyor. Bu doğrultuda Türk Okulları, TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar büyük roller üstleniyor. Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı artarken Türk iş adamı ve girişimcilerine yeni fırsatlar doğuyor. Bölge ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları imzalayan Türkiye’nin hâlihazırdaki bölgesel ticareti 20 milyar doları buluyor.
Balkanlar’daki ‘saklı Osmanlı’ gün yüzüne çıkarılıyor
Ünlü Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmet İpşirli “Türkler Balkanlar’a mührünü eserlerle vurmuş. Bu mühür kolay kolay da silinmez.” der. Öyle ya, Anadolu’dan ata topraklarına gezi seferleri başladığında, soydaşlarımızdan önce Osmanlı yadigârı camiler, çeşmeler, köprüler karşılamadı mı bizleri? Osmanlı’nın çekilmesinin ardından (1913) öksüz kalan 10 binlerce eserin yüzde 90’ı tahrip edilse de İpşirli Hoca’nın vurguladığı üzere Balkanlar’daki Türk izi hâlâ bâki! Ekrem Hakkı Ayverdi’nin eski envanterine göre Osmanlı, Balkanlar’a 15 bin 787 eser kazandırmış. Bir bakıma Rumeli’yi imar ve ihya etmiş. Ancak güncel envanter ve saha çalışmaları bu rakamın en az 30 bin olduğunu ortaya koyuyor. Balkanlar’daki zengin mirasının farkına varan Ankara, başta Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla can çekişen eserlere sahip çıkmaya çalışıyor. 11 Balkan ülkesiyle tek tek anlaşıp acil restorasyon bekleyen eserleri yıkılmaktan kurtarıyor, ayağa kaldırıyor. Türkiye, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’da açtığı bölge koordinatörlük ofisleriyle yeni onarım ve inşa projeleri de hazırlıyor. Hükümetin açılımını gören belediyeler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve dernekler de ata yurttaki bu seferberliğe iştirak ediyor. Osmanlı’nın silikleşen ‘mührü’ yeniden canlandıkça iki taraf arasındaki bağlar da kuvvetleniyor. Şimdilerde en az 30 seyahat acentesi Rumeli’ye gezi programları düzenliyor. Anadolulu, Rumeli’deki mirası keşfe koyuluyor… Net bir rakam olmamakla birlikte, Türk girişimciler geçen 10 yılda yüzlerce eseri yeniden diriltti Rumeli’de. En son Kosova’da Sultan Murat Hüdâvendigâr Türbesi, Fatih Sultan Mehmed Han Camii ile Sinan Paşa Camii, Yanova Murat Bey Camii, Gilan Alauddin Medresesi; Makedonya’da Atatürk Anı Evi; Arnavutluk’ta Kale Camii (Preze), Murat Bey Camii (Kruja), Kurşunlu Camii (Berat), Nazire Camii (Elbasan), İmrahorlu İlyas Bey Camii (Korça); Sırbistan’da Şeyh Mustafa Türbesi; Bosna-Hersek’te Yusufpaşa (Kurşunlu) Camii restorasyondan geçirildi, ömürleri uzatıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder