Sabra ve Şatilla insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden sadece biridir. Katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 3500 olarak ifade edilse de cesetlerin çoğunun toplu mezarlara gömülmüş olmasından ve parçalanmış cesetlerin yıkıntılar arasında kaybolmasından dolayı hiçbir zaman net bir sayıya ulaşılamadı.
Bebekleri alevlerden kurtarabilmek için hemen su dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra kovalardan çıkardığımda, vücutlar halen yanıyordu. Hatta morgda bile için için yanmaya devam ediyorlardı." Dr. Amal Shamaa, Barbir Hastanesi, 29 Temmuz 1982 – İsrail Ordusunun Batı Beyrut'a fosfor bombaları atmasının ardından. (Robert Fisk, Pity the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s.9)
Beyrut Kasabı
16 Eylül tarihi şüphesiz insanlık tarihinin en korkunç, en barbar ve en vahşi katliamlarından biri sayılan Sabra ve Şatilla katliamının yıldönümüdür. 16 Eylül 2012 tarihi yakın geçmişin en kanlı ve vahşi katliamının 30. yıldönümüdür. Sabra ve Şatilla katliamının insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden biri olduğu konusunda herkes hem fikirdir. Sabra ve Şatilla Katliamı’nda yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Kayıpların sayısı 3500 olarak ifade edilse de hiçbir zaman net bir sayıya ulaşılamadı. Ariel Şaron, 1982 yılında gerçekleştirdiği bu katliamın ardından “Beyrut kasabı” olarak anılmaya başlandı.
Hıristiyan Falanjistlere göz yumuldu
İşgalci Siyonist askerler 16 Eylül 1982 tarihinde Filistinli mültecilerin kaldığı ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine kamplarını buralarda ikamet edenlerin herhangi bir yere kaçmalarını önleyecek şekilde kuşatmaya aldılar. 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarını basarak 3,500 kişiyi katletti.
KATLİMDAN GÖRÜNTÜLER İÇİN TIKLAYIN
Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu “uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmış” Sabra ve Şatilla kamplarını kuşatma altına alarak kamplardaki Filistinlilerin kaçmalarına engel oldu. Lübnanlı Falanjistler ise kendi denetimleri altındaki Sabra-Şatilla’da bulunan çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kampın önce İsrail askerleri tarafından kuşatma altına alınmasına daha sonra ise İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler tarafından kamp sakinlerinin katledilmesine göz yumdu. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.
Raporlar hazırlandı ama...
Katliam sonrasında hazırlanan raporlarda ifade edildiğine göre; 16 Eylül 1982 akşamı katliamı gerçekleştiren Falanjist milislerden biri söz konusu kampları kuşatma altında tutan Siyonist güçlerin subaylarından biriyle irtibat kurarak, yanında 45 kişinin olduğunu bunlar hakkında ne yapacağını sordu. Siyonist subay: “Tanrının istediğini yap” cevabını verdi. Raporda bildirildiğine göre Falanjist milis aynı soruyu ikinci kez sorduğunda Siyonist subay: “Onlar hakkında ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorsun. Bir daha bu hususu bana sorma” cevabını verdi. Bu cevap Siyonist askerlerin Falanjist milislerle önceden anlaştıklarını, onlara gerekli talimatı verdiklerini ve sadece dünya kamuoyu önünde kendilerini temize çıkarmak için bir gerekçelerinin olması amacıyla bu katliamı kendi elleriyle gerçekleştirmekten kaçındıklarını bütün açıklığıyla göstermektedir.
Cesetlerin kuruyan kanlarında sinekler uçuşuyordu
Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü dehşet verici manzarayı, Lübnan Kasabı Ariel Şaron'un İsrail Başbakanı seçilmesinin ardından yazdığı makalesinde şöyle aktarmaktadır:
"18 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi'ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamaları ile Bay Nouri'yi görüyorum.
Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın ceseti var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesetin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, adeta bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm... Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu." (Robert Fisk, The Legacy of Ariel Sharon, The Independent, 6 Şubat 2001)
Robert Fisk bir başka yazısında Sabra ve Şatilla kamplarında yaralananların tedavi gördükleri hastaneleri gezerken karşılaştığı manzarayı ise "Burada (Barbir Hastanesi) gördüklerimiz unutulabilecek cinsten manzaralar değildi. Barbir Hastanesi'ni ziyaret etmek, silahın insan bedenine neler yapabileceğini görmek anlamına geliyordu." sözleri ile dile getirmekteydi. (Robert Fisk, Pity the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s. 9)
Fransız Le Monde:Kaybolanlarla 3500 kişi katledildi
Fransız Le Monde gazetesi 13 Şubat 2001 tarihli bir haberinde 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamlarını, bu katliamları yaşayan ve şu an 42 yaşında olan Nihad Hamad'ın ağzından şu şekilde aktarmıştır:
"…İsrail Silahlı Kuvvetleri Çarşamba gecesinden Perşembe sabahına sarkan süre boyunca kampı kuşatmıştı. Doğu tarafını kuşatmak istiyorlardı. Mücahidlerimiz gitmişti. Buralarda on beş-on altı yaşındaki gençlerin dışında kimse kalmamıştı… Perşembe gecesi, bombardımanların şiddeti iki katına çıktı. Hafif silahların hiçbir işimize yaramayacağını fark ettik. Barınaklardaki herkes mülteciydi. Herkes korkuyordu. Sözlerine önem verilenler, yaşça büyük olan kişiler İsraillilerin yanına gidip kampın teslim olacağını söylemeye karar verdiler. Ellerine beyaz bir bez aldılar ve arabayla yola çıktılar. Ve bir daha geri dönmediler. Ellerinde silahlarla, gençler de aynı yöne doğru gittiler, onlar da ve onları bulmaya gidenler de bir daha hiç ama hiç geri dönmediler.
O zaman buraları hemen terk etmemiz gerektiğini çok daha iyi fark ettik… Yüzlerce insan kampın kuzey çevresindeki aynı ortak salona doğru kaçışıyordu. Sayımız o kadar fazlaydı ki neredeyse havasızlıktan boğulacaktık. Sabah vakti, her yerde ölüm sessizliği vardı, burası artık hayalet bir şehirdi. Bombardımanlar kesilmişti. Arada bir sadece tek tek birbirinden ayırt edebilecek aralıklarda atış sesi duyuluyordu. Sonra, sessizliği delip geçerek, caminin olduğu taraftan bir kadının feryatları yükseliyordu. Saçları karmakarışıktı, parçalanmış giysileri kana bulanmıştı, üzerinde aklını kaçırmış bir insanın havası vardı. Dizlerinin üzerinde boğazları kesilmiş çocukları yatıyordu…
Çok sert davrandılar ve bu cinayetlerin sessizlik içerisinde cereyan etmesi için bıçaklarını ve beyaz ellerini kullandılar... Milisler kamplardaki işlerini bitirdikten sonra pis işlerini Gazze'deki hastanede tamamladılar. Yaralıları, doktorları ve hemşireleri dışarı taşıdılar ve öldürdüler. Kaybolanlarla birlikte 3.000-3.500 kişinin katledildiğini öğrendik." (Le Monde, 13 Şubat 2001)
İsrail hesap vermedi
BBC, Şaron’un İsrail Meclis Araştırma Komisyonu tarafından bir soruşturmaya tabi tutulduğunu ve katliamdan sorumlu bulunarak Savunma Bakanlığı görevinden 1983’te istifa ettiğini açıklamıştır. 2001’de ise Ariel Şaron’un İsrail Başbakanı olduğu dönemde Belçika’da konuyla ilgili bir adli bir soruşturma başlatılmış ancak, Belçikalı bir savcının Falanjistlerin gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili cezai soruşturmayı yürütemeyeceği kararının verilmesi üzerine, soruşturmanın Belçikalı savcılarca yürütülmesi durdurulmuştur. 30. yıldönümünde insanlık halen Sabra ve Şatilla Katliamı’nın sorumlularının hesap vermesini bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder