4 Eylül 2012 Salı

Fransa'nın Laiklik Serüveni-ABD’nin Laiklik Serüveni-Serdar Kaya


Fransa'nın Laiklik 
Serüveni
Fransız laikliği, 1789′daki büyük ihtilali takip eden uzun yıllar boyunca, ülkenin laikleri ile Katolik Kilisesi arasında yaşanan çatışma ile şekillendi. Bu süre zarfında yaşanan karşılıklı geçici zaferler sonrasında 1905 yılında yürürlüğe giren “kiliseler ile devleti ayırma kanunu” ile Fransız laikliği büyük ölçüde bugünkü şeklini almış oldu.
Devlet-Kilise Çatışması
Katolik Kilisesi, ihtilal öncesinde, Fransa’nın sosyal ve siyasi hayatının merkezinde bulunan son derece güçlü bir kurumdu. Kilise vergi topluyor, hastaneleri ve (ilk ve orta dereceli) okulları yönetiyordu. Fransa topraklarının %10′dan fazlasına sahipti. Her türlü sansür yetkisini elinde bulunduruyordu.
İhtilalden hemen sonra, yeni yönetim, Kilise mülkiyetindeki tüm arazileri kamulaştırdı ve Kilisenin vergi toplama yetkisini elinden aldı. Yeni kanunlar, Kilise karşıtlığı üzerine bina edildi ve laik bir sosyal hayat, ihtilal öncesi döneme alternatif olarak sunuldu. Katolik inancına göre yasak olan boşanma, yasallaştırıldı. Doğum, ölüm ve evlilik kayıtları Kilisenin kontrolünden çıkarıldı. Dini anlam ifade eden yer ve cadde isimleri değiştirildi. Gregoryen takvime son verilerekFransız Cumhuriyet Takvimi kullanılmaya başlandı. Yeni takvimde, sadece yıl içindeki dini günlere değil, “Pazar” kelimesine dahi yer verilmedi. Dini tatiller, kilise çanları ve umuma açık yerlerdeki haçlar ortadan kaldırıldı.
Bu çerçevede yaşanan en önemli gelişmelerden biri de, kilise mensuplarının devlet memuru statüsüne alınmalarıydı. Devletin amacı, din adamlarını memurlaştırmak suretiyle kontrol altına almaktı. Dahası, söz konusu kanun, din adamlarına bir de “bağlılık yemini” etme zorunluluğu getiriyordu. Papa ile Fransız devleti arasında bir seçim yapmak durumunda kalan din adamları (ve dolayısıyla da Kilise), yemin edenler ve etmeyenler olmak üzere ikiye bölündü. (Bu bölünme, Fransız devleti bir sonraki papa ile anlaşma sağlayana dek sürdü.) İlgili süreçte,yüzlerce rahip giyotinlerde can verdi.
Kimi dönemlerde değişen konjonktürle birlikte Kilisenin zaman zaman yeniden güçlendiği de oldu. Örneğin, ihtilal, kraliyet makamını lağvetmişti. Ancak 1814 yılında Fransa’yı mağlup eden Avrupalı devletler, Napolyon‘a baskıda bulunarak kraliyet ailesinin yeniden Fransa’nın başına geçmesini temin ettiler. Bu dönemde bir tür karşı-devrim yaşandı ve ihtilalden sonra yapılan kilise karşıtı değişikliklerin çoğu eski haline getirildi. Ancak Kilisenin bu türden zaferleri hep geçici oldu ve 1905 yılında çıkartılan ve halen yürürlükte olan kanun ile Fransız laikliği son şeklini aldı.
Varılan bu son noktada, kiliselere verilen her türlü devlet desteği kesildi. Devlet okullarındaki din dersleri kaldırıldı. Dini anlam ifade eden her türlü sembol, halka açık olan her yerde (mezarlıklar dahil) yasaklandı. Önceden de var olan “başkalarını rahatsız etmemek kaydıyla kişilerin inançlarını yaşayabilmeleri” ilkesi korunsa da, inançlara dair öğe ve pratikler dört duvar arasına hapsedilmiş oldu.
Güncel Sorunlar
Fransa, 1960′lı yıllardan sonra, işçi ihtiyacını karşılamak üzere, eski kolonileri olan Fas, Cezayir ve Tunus’tan göçmen kabul etmeye başladı. Göçmenlerin gelişinden sonra, ülkedeki müslüman azınlığın oranı %10′a kadar yükseldi. Söz konusu müslüman ailelerin, çocuklarını başörtüsüyle devlet okullarına göndermek istemeleri, o günlerden bu yana hep sorun oldu. Ancak başörtüsünü hem dini hem de ataerkil bir sembol olarak gören Fransız yönetimi, bu konudaki tavrından ödün vermedi.
80′li yıllardan itibaren sorunun giderek büyümesi üzerine, 2004 yılında yeni bir kanunlailk ve orta dereceli okullarda “başkalarınca kolayca görülebilen” her türlü dini sembol yasaklandı. (Fransız üniversitelerinde ise bu yönde herhangi bir yasak yok.)
Bu noktada, Fransız laikliğinin dinler karşısında tarafsız olmadığını da belirtmek gerekli. Örneğin, 2004 yılında yürürlüğe giren bu kanun, Musevi kipası, Sikh türbanı ve müslüman başörtüsünü yasaklarken, hıristiyan öğrencilere sadece “büyük” haç yasağı getirdi. Aynı şekilde, Fransız devleti (her dinden öğrenci kabul etmeleri şartıyla) Katolik okullarının (öğretmen maaşları da dahil olmak üzere) bütçelerinin %80′ini karşılamakta da bir sakınca görmüyor. Bir başka örnek de, (özellikle Lent döneminde) Cuma günleri et yemeyen Katolik öğrencilere özel menü hazırlanırken, müslüman öğrencilerin helal et konusundaki hassasiyetlerinin gözardı ediliyor olması.
Sonsöz
Bu, Fransız tecrübesinin epey kısa bir özetiydi. Bu tecrübenin Türkiye ile parallellikleri, yukarıdaki koyulaştırdığım ifadelerde görülebilir.

ABD’nin Laiklik Serüveni


Fransız laikliği, Kilise (ve daha geniş anlamda da eski rejim) ile yaşanan çatışma sürecinde şekillendiğinden, herhangi bir dini anlam ifade eden herşeye şüpheyle yaklaşma eğilimine sahip. Amerikan laikliğinin evrildiği tarihi süreçte ise böyle bir tecrübe yer almıyor. Hatta, Amerikan tecrübesi, tamamen ters istikamette etkilere sahip olan dinamikler de içeriyor.
Bu dinamiklerden biri, Avrupa’da ayrımcılığa maruz kalan çok sayıda dindar püritanın Kuzey Amerika’ya göç ettikten sonradini pratiklerine devlet müdahalesinin söz konusu olmayacağı bir siyasi sistem arayışında olmaları. Bir diğer dinamik ise, gerek daha seküler bir yaklaşıma sahip olan gerekse dindar oldukları halde (azınlıktaki bir din ya da mezhebe bağlı oldukları için) ayrımcılık görmek istemeyen kitlelerin,devletin herhangi bir dine resmi bir hüviyet tanımadığı bir anayasa talep etmeleri.
Bu iki tarihi dinamik dikkate alındığında, Amerikan Haklar Bildirgesi’nin Birinci Maddesindeki “Kongre, dini resmi kılan, ya da dinin özgürce icra edilmesini yasaklayan hiçbir kanun yapmayacaktır” ifadesinin hangi kaygıları yansıttığı daha iyi anlaşılabilir. Zira, ABD’nin kuruluş yıllarında birbirine muhalif olan bu iki siyasi dinamiğin iki müstakil talebi anayasaya aynı anda yansımış ve Amerikan laikliğinin temelini oluşturmuştur.
ABD’deki Farklı Laiklik Anlayışları
San Diego Eyalet Üniversitesi’nde görev yapan Doç. Dr. Ahmet Kuru, 2009 yılında Cambridge University Press tarafından yayınlanan Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiyeadlı kitabında bu tarihi dinamiklere dikkat çekiyor ve ABD’deki farklı laiklik anlayışlarının geçmişten bugüne yaşadıkları evrimin izini sürüyor. Bu çerçevede, günümüz Amerikasında laiklik konusunda dört ana tavır tespit eden Kuru, bu dört tavrı mevcut ihtilaflar ekseninde karşılaştırıyor.
Yelpazenin bir ucunda, (1) hıristiyanlığın Amerikan kültür hayatına egemen olmasını isteyen, (2) devlet okullarında (ekseriyetle sabahları yapılan) toplu dualardan yana tavır koyan ve (3) devletin dini okullara da destek olmasında bir mahzur görmeyen hıristiyan sağı var. Diğer uçta ise, bütün bunlara karşı çıkan ve hatta dinin kamusal alandan tamamen dışlanmasını isteyen katı ayrışmacılar yer alıyor.
Bu iki ucun arasında ise, uzlaşmacılar ve ayrışmacılarbulunuyor. Bu iki grupta yer alanlar, dinin kamusal alandan dışlanması gerektiğini düşünmüyorlar. Ancak herhangi bir düşünce ya da inancın ülkenin kültür hayatına egemen olmasını da problemli buluyorlar. Bu iki grup arasındaki fark ise, ayrışmacıların dini alan ile devlet alanını ayırmak istemeleri noktasında. Örneğin, ayrışmacılar, devlet okullarındaki toplu dualara ve dini okullara verilen devlet desteğine karşı çıkıyorlar.
Uzlaşmacılar ise, katılım mecburi olmadığı müddetçe, dualarda bir problem görmüyor ve inançları gereği güne dua ile başlamak isteyen kimi öğrencilerin bunu yapmalarına engel olmayı doğru bulmuyorlar. Uzlaşmacıların, dini okullara verilen devlet desteği konusundaki düşünceleri de daha farklı. Zira onlara göre, devletin kimi özel okullara destek verirken sırf dini kimliği nedeniyle kimi diğerlerini dışarıda bırakması da bir tür ayrımcılık. Dolayısıyla da, devletin bir kişinin/okulun seküler olup olmadığı konusunda kör olması ve çocuğunu (sözgelimi) özel bir Katolik lisesine yazdırmayı tercih eden aileler ile seküler bir özel liseye gönderenler arasında ayrıştırma yapmaması gerekiyor. (Bu konunun sıklıkla atıfta bulunulan bir diğer yönü ise, devletin özel okullara verdiği desteğin her iki gruptaki ailelerin de vergileriyle finanse ediliyor olması.)
ABD içindeki bu yelpazeye bakıldığında, iki nokta özellikle dikkat çekiyor: Birincisi, Türkiye’de “din ve devlet işlerinin ayrılması” denen, Amerikan siyasetinde ise (Thomas Jefferson’a atıfla) “ayrıştırma duvarı” (wall of separation) şeklinde ifade bulan çizginin, yelpazenin sadece bir kanadından ibaret olması. İkinci önemli nokta ise, bu kanatta yer alan ve katı ayrıştırmacılar tarafından temsil edilen Fransız tipi laikliğin, yelpazenin ucuna (yani merkezin epey dışına) düşmesi.
Kitap Notu
Ahmet Kuru’nun yukarıda bahsettiğim (ve Şükrü Hanioğlu’nun ifadesiyle, şimdiden “konusunda otorite haline gelen”) kitabı, dünyadaki farklı laiklik anlayışları konusundaki en önemli güncel çalışmalardan biri. Kitabın Türkçe çevirisi, geçtiğimiz günlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. Konuyla ilgilenen herkese şiddetle tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder