1 Mart 2012 Perşembe

İngiliz Sömürgeciliği ve Osmanlı

İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE OSMANLI

İngiltere 19. yüzyılın en büyük siyasi gücüydü. ABD'nin 20. yüzyılda elde ettiği "süper güç" konumu, 19. yüzyılda İngiltere'ye aitti. Britanya İmparatorluğu, dünyanın en güçlü donanmasına sahipti ve Hindistan'dan Güney Afrika'ya, Mısır'dan Avustralya'ya kadar uzanan bir coğrafyada koloniler edinmişti. İngiltere dünya ticaretinin de en güçlü unsuru ve belirleyicisiydi. Bugün "dolar" nasıl en geçerli uluslararası para ise, 19. yüzyılda da "pound" dünya piyasalarına hakimdi.

İngiltere'nin siyaseti daha fazla sömürge elde etmek ve bu sömürgeleri olabilecek en "verimli" şekilde kullanmak hedefi üzerine kuruluydu. Benzer hedeflere Fransa da sahipti ve iki ülke arasında kıyasıya bir "sömürgeleştirme" yarışı sürüyordu. Yüzyılın sonlarına doğru Almanya da bu mücadeleye katıldı ve daha önceleri başta İngiltere ve Fransa olmak üzere diğer Avrupalı ülkeler tarafından paylaşılmış olan sömürge bölgelerinden pay kapma çabasına girdi. Öte yandan Rus İmparatorluğu da topraklarını genişletme, sıcak denizlere inme stratejisi nedeniyle bu yarışın içinde ilginç bir yer tutuyordu. 19. yüzyıl üzerinde çalışan tarihçiler Avrupalı güçler arasındaki bu sömürge yarışını "Büyük Oyun" olarak tanımlarlar. 19. yüzyıldaki uluslararası ilişkilerin en önemli faktörü bu Büyük Oyun olmuştur. 

Büyük Oyun içinde Osmanlı İmparatorluğu'nun müstesna bir yeri vardı. Çünkü İmparatorluk, Balkan Yarımadası'nın batı sınırlarından Arabistan Yarımadası'nın en ucuna kadar uzanan ve tüm Ortadoğu ile Kuzey Afrika'yı içine alan dev bir coğrafyayı kontrol ediyordu. Ancak İmparatorluk büyük bir askeri güçle elde ettiği ve asırlar boyunca da istikrar ve düzen içinde yönettiği bu coğrafyayı kontrol etmekte zorlanır hale gelmişti. Bunun en önemli teknik nedeni, İmparatorluğun Batı'daki gelişmeler karşısında kayıtsız kalmasıydı. Osmanlı İmparatorluğu, Batılı güçlerin geliştirdikleri teknolojiye uzunca bir süre kayıtsız kalmış, devlet yapısını güçlendirmek için uygulanması gereken reformları çok geç devreye sokmuştu. 19. yüzyılda bu sorunu en isabetli bir biçimde teşhis eden ve çözümü için de etkili tedbirler alan hükümdar Sultan II. Abdülhamid oldu. Abdülhamid, ordudan donanmaya, posta hizmetlerinden demir yollarına, bilimsel eğitim veren okullardan modern askeri mekteplere kadar her alanda ciddi bir modernleşme programı başlattı. (Ancak Abdülhamid'in açtığı okullarda okuyup yetişen bir kısım "yeni yetme" subay, bu programın önemini kavrayamayarak birtakım Batılı ideolojilere kapılacaklar, sonunda büyük Sultan'ı tahtından indirecekler ve kendi kişisel hırslarının ve maceraperestliklerinin sonucunda dev imparatorluğu on yıl içinde çöküşe götüreceklerdi.)

Osmanlı İmparatorluğu'nun bu durumu, Büyük Oyun'un hakimlerini çok yakından ilgilendiriyordu. Çünkü İmparatorluğun kontrol ettiği topraklar tek kelimeyle "iştah kabartıcı" idi. Rusya zaten çoktan beridir Osmanlı topraklarını işgal ederek İstanbul ve Çanakkale'yi ele geçirmek, böylece Akdeniz'e çıkış sağlamak istiyordu. İngiltere ve Fransa açısından da İmparatorluğun Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki toprakları çok önemliydi. Özellikle 19. yüzyılın sonlarında petrolün öneminin keşfedilmesi, daha sonra da en zengin petrol yataklarının Ortadoğu'da bulunduğunun anlaşılması, Osmanlı'yı Büyük Oyun'un en önemli hedefi haline getirdi. 

Büyük Oyun'un en önemli unsuru ise, başta da belirttiğimiz gibi, 19. yüzyılın süper gücü olan İngiltere'ydi.

İngiltere'nin Osmanlı Siyaseti 
İngiltere'nin sömürgecilik yarışının en önemli unsuru olduğunu, bu yarışın da Osmanlı'yı hedeflediğini belirttik. Ancak bu teşhis, 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğini içine alan dönem için geçerlidir. Bundan önce, yani 19. yüzyılın önemli bir bölümünde, İngiltere, birtakım stratejik çıkarları gereği, Osmanlı'ya karşı dostça bir politika izlemiştir. 

İngiltere'nin Osmanlı Devleti ile olan ilişkileri Britanya İmparatorluğu'nun Yakın Doğu'da önemli topraklar elde etmesiyle başladı. Ticari anlaşmalarla sınırlı ilişkiler 1757'de İngiltere'nin Hindistan'ı ele geçirişiyle siyasi ve stratejik bir önem kazandı. Osmanlı İmparatorluğu Hindistan'a kadar uzanan hem kara hem de deniz yollarına sahip güçlü bir imparatorluktu ve İngiltere iyi ilişkiler kurmayı tercih etmişti. 

İngiltere'nin 19. yüzyılın büyük bölümünde Osmanlı yanlısı bir siyaset izlemesinin en büyük nedeni ise, Rusya faktörüydü. İngilizler Rusya'yı tehlikeli bir güç olarak görüyorlar ve Moskova'nın sıcak denizlere yayılma stratejisini endişe ile izliyorlardı. Rusya'nın bu hedefinin engellenmesinin en etkili yolu ise, Osmanlı'nın Rusya karşısında desteklenmesiydi. İngiltere için Osmanlı Kuzey Asya'daki Rus nüfuzu ile güneydeki kendi etki alanı arasında iyi bir tampon bölge ve ayırıcı duvardı. Bu düşünceyle İngiltere, yüzyılın ortalarından itibaren ortak bir strateji izlemeye başladığı Fransa'yı da yanına alarak, Osmanlı'nın yanında Rusya'ya karşı savaşa bile girdi: 1853-56 yıllarındaki Kırım Savaşı, İngiltere, Fransa ve Osmanlı ittifakının Rusya'ya karşı kazandığı bir mücadeleydi.

Ancak 1870'lere gelindiğinde İngiltere'nin stratejisi ciddi bir biçimde değişmeye başladı. İngilizler, Osmanlı'yı Rusya'ya karşı ayakta tutma politikasından kademeli bir biçimde vazgeçerek, Osmanlı'yı parçalayıp paylaşma planları kurmaya başladılar. Bunun en açık ifadesi ise, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın (93 Harbi olarak da bilinir) ardından imzalanan Berlin Anlaşması idi. Savaşta Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermiş, Ruslar Kars, Ardahan ve Batum'u işgal etmişler, Balkanlar'da ise İstanbul yakınlarına kadar ilerlemişlerdi. Bunun ardından imzalanan Ayestefanos Anlaşması Rusya'ya çok büyük imtiyazlar tanıdı ve işgal edilen bölgelerin bir kısmını da Rusya'nın yönetimine bıraktı. 

Başta İngiltere olmak üzere Avrupalı güçler bu anlaşmadan büyük rahatsızlık duyarak Rusya'yı Berlin Konferansı'na katılmaya zorladılar. Bu konferans sonucunda kabul edilen Berlin Anlaşması (1878) ise İngiltere ve Fransa'nın "Osmanlı'yı ayakta tutma" stratejisinin artık tarihe karıştığını gösteriyordu. Berlin Anlaşması ile Osmanlı, tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşadı. Kars, Ardahan ve Batum Rusya'ya bırakılırken, Balkanlar'da Osmanlı toprakları adeta "dağıtıldı" ve Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Karadağ gibi bağımsız devletler meydana getirildi. Bosna-Hersek ise Avusturya-Macaristan'ın işgaline bırakıldı. İngiltere ve Fransa Osmanlı'nın parçalanmasına ön ayak olmuşlardı. 

Nitekim 1878'den sonra İngiltere'nin stratejisi çok açık bir biçimde Osmanlı'yı parçalamaya yönelik oldu. 1882'de bir Osmanlı toprağı olan Mısır İngiliz orduları tarafından işgal edildi. Bundan sonraki dönemde İngiltere hep Osmanlı aleyhtarı bir politika izlemeye devam etti. İngiltere-Fransa ittifakı ile Rusya'nın 1907 yılında biraraya gelerek "Üçlü Antant"ı kurmaları ise, İngiltere'nin Osmanlı'yı parçalama konusunda Rusya ile aynı fikirde olduğunu açıkça gösteriyordu. Nitekim bilindiği gibi, İngiltere I. Dünya Savaşı'nda da Osmanlı'ya savaş açan, Osmanlı topraklarını işgal eden ve diğer işgalcilere de (Ermeniler ve Yunanlılar gibi) en büyük desteği veren ülke oldu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder