17 Şubat 2012 Cuma

"Ortadoğu’nun tek demokrasisi"-Taha Kılınç

İsrail, sıklıkla kendisini 'Ortadoğu'nun tek demokrasisi' olarak niteler ve vatandaşları da devletlerinin bu özelliğiyle büyük gurur duyarlar. 

Özellikle kamuya karşı işlenen suçlar konusunda demokrat bir ülkeye yakışır hassas bir devlet yapısına sahip İsrail. İşleyen kim olursa olsun, yolsuzluk, kamu imkânlarını suiistimal, rüşvet, taciz gibi birtakım suçların İsrail'de ağır yaptırımları var. Özellikle politikacılar ve din adamları devletin bu şeffaflığından nasiplerini fazlasıyla alıyor. 

İsrail'de toplumun önünde bulunan isimler kamunun haklarına taalluk eden herhangi bir suça karıştılar mı devletin ilgili makamları hemen harekete geçerler. Medya hızla o isimlerin üzerine gitmeye başlar. Tüm ülkenin topyekûn katıldığı bu macera, genellikle sorumluların istifasıyla son bulur. Bütün bunlar olurken "Ama imajımız?!" sorusu sorulmaz İsrail'de. Aksine "Suçluyu affetmiyoruz!" mesajının verildiği düşünülür dış dünyaya karşı. 

İsrail'in bu tavrı karşılıksız da kalmaz dünya kamuoyu önünde. Nitekim merkezi Berlin'de bulunan Uluslararası Şeffaflık Kurumu (Transparency International) verilerine göre, "İsrail dünyanın en şeffaf devlet sistemlerinden birine sahip"tir. 

'Ortadoğu'nun tek demokrasisi'ne bu ününü kazandıran, ama aynı zamanda İsrail siyasi tarihinde büyük çalkantılara sebep olan belli-başlı skandallara göz atalım: 

İsrail'in Washington büyükelçiliğini 5 yıl boyunca (1968 – 1973) yürüttükten sonra aktif siyasete atılan, Golda Meir hükümetinde bakan olup, ardından başbakan seçilen Yitzhak Rabin, ilk önemli örnek. 1973 Yom Kipur Savaşı'nın getirdiği süreçle birlikte istifa eden Meir'den sonra İsrail başbakanlığı koltuğuna oturan Rabin, eşi Lea Rabin'in illegal banka hesaplarında yüklü miktarda para bulunduğunun ortaya çıkmasıyla 1977'de istifa etmek zorunda kaldı.

İsrail'in ilk cumhurbaşkanı Haim Weizman'ın yeğeni olan ve uzun bir askeri kariyerin ardından siyasete atılan Ezer Weizman, 1993 yılında İsrail'in yedinci cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. İsrail gazetelerinin, Weizman'ın, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce işadamlarından yüklü miktarda rüşvet aldığını yazması büyük bir siyasi depreme sebep oldu. Weizman, görev süresinin bitimine 3 yıla yakın bir zaman varken istifa etti.

2006 yılının Ocak ayından bu yana komada bulunan İsrail'in namlı savaşçısı Ariel Sharon, aile bireyleriyle birlikte yolsuzluk bataklığına bulaşmış isimlerden. Sharon ve oğulları Omri ile Gilad'ın muhatap oldukları suçlamalar şunlar: Rüşvet, işadamlarından uygunsuz şekilde para almak, yurtdışı hesaplarında izahını yapamadıkları miktarda para bulundurmak. Ariel Sharon koma yoluyla suçlamalardan kurtuldu, ama oğlu Omri önce milletvekilliğinden istifa etti, ardından da Tel Aviv Bölge Mahkemesi tarafından suçlu bulundu.
İsrail cumhurbaşkanları içinde Farsçayı anadili olarak akıcı şekilde konuşması, İran'ı çok iyi tanıması ve Müslüman bir ülkede doğan ilk İsrail cumhurbaşkanı olması sayesinde sıra dışı bir yeri bulunan Moshe Katsav'ın muhatap olduğu suçlama da sıra dışı: Cumhurbaşkanlığı görevlilerine cinsel tacizde bulunmak. Katsav, önce mahkeme tarafından cumhurbaşkanlığından geçici olarak uzaklaştırıldı, ardından Haziran 2007'de istifa ederek görevinden ayrıldı.
Yakın dönemin en meşhur davalarından birinin konusu, Kudüs eski belediye başkanı ve bilahare İsrail eski başbakanı Ehud Olmert'in Kudüs'te 'çok çok uygun bir fiyat'a satın aldığı ev idi. Hakkında açılan dava halen devam eden Olmert, başbakanlıktan istifa ettiğini açıkladığı konuşmasında söylediği sözlerle akılda kaldı: "Başbakanının da herhangi bir vatandaş gibi sorgulanabildiği böyle bir ülkede yaşamaktan dolayı gururluyum!"

Bu listeye rüşvet, taciz ve seks skandallarına karıştıkları için görevlerinden ayrılmak zorunda kalan, istifa eden, hatta hapse düşen din adamlarını da eklemek mümkün.

Bunun dışında şimdinin başbakanı Benyamin Netanyahu ile savunma bakanı Ehud Barak'ın soruşturuldukları ancak ceza almadıkları, dışişleri bakanı Lieberman'ın halen yüzleşmekte olduğu yolsuzluk suçlamalarını sayabiliriz.

Buraya kadar her şey gayet normal, gayet açıklanabilir. Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var:
Kamu davaları konusunda böylesine hassas olan İsrail devlet sistemi, konu savaş suçları, işgal, uluslararası hukuk vb. olduğunda aynı hassasiyeti göstermiyor.

Doğu Kudüs'ün işgali konusunda İsrail'i eleştiren ve haksız bulan sayısız BM kararına karşı İsrail'in takındığı lakayt tavır, en bariz örneklerden.

Kendisine 'Beyrut kasabı' lakabını kazandıran Sabra-Şatilla hadisesini sabıkasında bulunduran Ariel Sharon'un sembolik bir ceza alarak hızlı bir şekilde İsrail politika merdivenlerini tırmanması da bu garip çelişkinin açık bir kanıtı.

Yine, Rachel Corrie olayında olduğu gibi, neredeyse naklen yayınlanan kimi suçların hiçbir şekilde soruşturmaya bile değer görülmemesi, İsrail'de şu anda geçerli olan 'kamu ahlakı hassasiyeti'nin izah edilemez bir boyutunu oluşturuyor.

Uluslararası hukukun 'savaş suçu', 'işkence', 'cinayet' olarak tanımladığı bunlara benzer nice olayı neden İsrail devlet yapısının hiç soruşturmadığı, İsrail halkının bunları niçin sorgulama gereği bile duymadığı ise, uzun analizler gerektiren derinlikli bir konu.

Belki, Kudüs'teki İsrail Demokrasi Enstitüsü'nden Prof. Asher Arian'ın yolsuzluklarla ilgili söylediği sözü, uluslararası hukuk ihlali ve savaş suçu kavramlarına uyarlamak, bu netameli konuya genel bir giriş olabilir:

"İsrail'de bazı durumlarda neyin uluslararası hukuk ihlali ve savaş suçu olup neyin olmadığı arasındaki çizgi son derece bulanıklaşıyor."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder