13 Şubat 2012 Pazartesi

MODERN KÖLELİK MODERNİZMİN ELEŞTİRİSİ VE YENİ İMKâNLAR- Hatice Kübra Ergin


Günümüzde her şey o kadar hızlı değişiyor; öylesine çabuk tükeniyor ki; en gözde değerler bile hızla sorgulanır hale geliyor. Asrın başında moda olan ve övgü sıfatı olarak kullanılan kavramlar, bugün olumsuz özellikleriyle birlikte anılıyor.

Başta “modern” kelimesi birkaç on yıl öncesine kadar methetme amacıyla kullanılırken; günümüzde daha çok yol açtığı sorunlarla birlikte anılıyor. Artık haberciler, bilim adamları, düşünürler, bu kelimeyi daha çok “modern hayat tarzının getirdiği hastalıklar” “modern toplum yapısının getirdiği psikolojik sorunlar” gibi cümlelerde kullanıyorlar.

Çünkü geçtiğimiz asırda olduğu gibi “modern insan” denildiğinde “geleneksel kurum ve kuralların çizdiği sınırlardan kurtulmuş, kendi seçimlerini yapabilen ve ferdi gelişimini gerçekleştirebilen insan” anlaşılmıyor. Artık modern insan denildiğinde “hayatını kazanabilmek için ekonomi müesseselerinin talepleri doğrultusunda en yüksek verimle değer üretmek zorunda olan insan” anlaşılıyor.

Getirdikleri ve götürdükleri

Faturalarını ve sosyal güvenlik primini ödeyebilmek için; gençlik çağını zorlu bir yarışın hüküm sürdüğü eğitim maratonunda; orta yaşını ise ondan daha acımasız bir rekabetin bulunduğu iş dünyasında geçirmek; modern insanın uymak zorunda olduğu yeni toplumsal kural (norm) gibi görünüyor.

Evet, insan modernleşirken; anne babasına, konu komşu, akraba ve cemiyetine karşı geleneksel görevlerinden kurtulmuştur. Çoğunlukla dinden ve dinin fazilet anlayışından kaynaklanan toplum kurallarından da sıyrılıp arzu ettiği gibi yaşayabilecektir. Artık eşini, çocuklarını terk edip gittiği, yaşlı anne babasına bakmadığı için cemiyet tarafından kınanmak umurunda değildir. Ne de olsa akrabalarıyla komşularıyla sıkı bir dayanışma içinde olmak zorunda değildir.

Artık gençliğini, zekâ ve kişisel yeteneklerini kullanarak bol kazanç elde edip arzu ettiği gibi yaşayabilecektir. Ama buna karşılık, yaşlılığında emekli maaşı alabilmek için uzun yıllar sosyal güvenlik şemsiyesi altında çalışmak mecburiyetindedir. Çünkü o anne babasına bakmadığı gibi onun çocukları da ona bakmayacaktır.

Üstelik modern insan asla hastalanmamalı, sakat kalmamalı, ruhi veya bedeni bir sorun yaşamamalıdır. Çünkü eğer işsiz, parasız, aciz bir duruma düşerse ona kimse acımayacaktır. Nasıl ki o işlerini büyütüp bol para kazandığı zaman eşini terk ediyorsa, acze düştüğü zaman da eşi onu terk edebilecektir. Ne yazık ki bu yeni zamanın acımasız ‘töre’sidir.

Yeni gelenek “modernizm”

Evet, işin doğrusu modernizm de bir nevi gelenektir ve onun da kendine göre norm ve değerleri vardır. Modern dünya görüşünün dayandığı bireyciliği ve hazcılığı esas alan fikirler her ne kadar insana, geleneksel törelere karşı özgürlük vaat etse de insanı yeni bir toplum düzeninin törelerine mahkûm etmiştir.

Üstelik bu yeni töreler eski gelenekler gibi toplum nizamını esas alan kurallar değil, paranın gücünü esas alan ekonomi kurallarıdır ve bazen çok acımasız olabilmektedir. Bir başka deyişle, modern insan geleneksel bağlardan kurtulurken, geleneksel dayanışmadan da mahrum olmuş; ekonomi kurumlarının karşısında yapayalnız kalmıştır.

Modern toplum, ferdi hem yalnızlaştırmakta, hem de para, teknik imkân, medya gücünün karşısında tamamen güçsüzleştirmektedir. Artık fertler medyanın reklam ettiği ürünleri ihtiyaç olarak görmek, propaganda ettiği fikirleri benimsemek ve telkin edilen davranışları sergilemek konusunda tamamen şuursuzca uyup taklit eden bir sürü gibidir. Elbette medyaya hâkim olan güç de kitleleri gütme imkânını siyasi ve ekonomik nüfuzunu daha da artıracak şekilde kullanmaktadır. Böylece paranın kontrol ettiği medya ve siyaset gücü, yine parayı kontrol edenlerin çıkarına hizmet etmekte, halk kitleleri ise güçlüler karşısında iyice güçsüzleşmektedir.

Ne acıdır ki Mevla Teâlâ “Arzı ve üzerindeki bütün canlıları insana hizmet ettirmek” üzere yaratmışken, şimdi insan kendi eliyle inşa ettiği kurumların mahkûmu olmuştur. İnsanoğlunun temel ihtiyaç maddelerini zaten bitkiler ve hayvanlar ona hazır sunmaktadır. İnsana düşen, sadece bu nimetleri hakça paylaşmak için düzenleme yapmaktan ibarettir. Ancak insanlar, dünya düşkünlüğü ile ihtiyaçları çoğalttıkça çoğaltmış, sonra da kurdukları sanayi/ticaret kurumlarının kölesi haline gelmişlerdir. Üstelik insanların çoğu, kendini bu gidişata öylesine kaptırmıştır ki modernizmin eleştirisi yapılırken bile hatalardan geriye dönmekten ziyade, daha yeni çareler aramak, daha da ileri gitmek yolu araştırılmaktadır.

Her şeye karşı mıyız?

Elbette müslümanlar modernizmin eleştirisini yaparken bile adil ve hakşinas bir tutumu benimsemelidirler. Bizim gayemiz, modernizmi körü körüne kötülemek ve yeni olan her şeyi reddetmek değildir. Aksine, insanların yeni imkânlar geliştirmesi ve böylece bazı eski zorluklardan kurtulması da yine Rabbimizin ihsanlarındandır.

Müslümanlar modernizmin sağladığı teknolojik nimetlerden yararlandıkları gibi bu gelişimin altında yatan akılcılık, ilerlemecilik ve meselelere yeni yöntemlerle çözüm bulma anlayışını da eleştirmezler. Aksine, bugünkü dünyanın kurulmasında, peygamberlerin ve onlara uyanların büyük emeğinin olduğunun bilincindedirler.

İyi düşünülecek olursa modernizmin akıl ve vicdana aykırı töre ve gelenekleri reddedip yerine insan hakları, ferdin hürriyeti ve fırsat eşitliği gibi değerleri benimsemesi yeni bir şey değildir. Bu anlayışın tarihteki kökeni ve ilk örneği, peygamberlerin insanlara armağan ettiği hukuk ve ahlak anlayışıdır. Bilhassa Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) gönderildiği toplumdaki katı kabilecilik ve törecilik anlayışını kaldırıp ilahi kanunun önünde herkesin eşit olduğu, üstün hukuk nizamını getirmesi, günümüz toplumlarının bile henüz erişemediği yüksek bir medeniyet seviyesidir.

Hayatın bütün yönlerini vahye göre yeniden düzenleyen Peygamberimiz (sav), başta kan davası gütme, kızları öldürme, zayıf kabileleri yağmalama ve köleleştirme, yoksulu faizli muamelelerle ezme gibi birçok çirkin töre ve âdeti yasaklamıştır. Kadın, çocuk ve kölelerin kabile ileri gelenlerinin malı gibi görüldüğü anlayışı kaldırıp bunların kendi inançlarını ve dünya görüşlerini seçme haklarını tanımıştır.

Kadınlardan biat almak, kölelerin hürriyete kavuşturulmasını teşvik etmek, farklı statülerdeki kişileri İslam kardeşliği ile kardeşleştirmek; borçlulara ve kendi hayatını kazanacak sermayesi olmayanlara büyük bağışlarda bulunmakla en büyük devrimi Peygamberimiz (sav) yapmıştır. Ancak Peygamberimiz (sav), haksız ve çirkin töreleri kaldırırken; komşuya, akrabaya iyilik, anne babaya vefa, eşine sadakat gibi toplumu ayakta tutan bağları koruyan örf ve adetleri muhafaza etmiş, hatta bunları dini birer vecibe haline getirmiştir.

Günümüzde ise ferdiyetçilik anlayışındaki aşırılık ve hürriyetin, daha çok nefsanî başıboşluk olarak anlaşılması; hem fertlere hem toplum yapısına büyük zararlar vermiştir.

Tek tipleşen hayatımız

Modern zamanın fertlerde yaptığı en büyük tahribat, onları tek tipleştirerek adeta sürüler haline getirmesidir. Sabahın erken saatlerinde apartmanlardan çıkıp otobüslere, servislere doluşanları gözlerseniz; 7’sinden 70’ine, kadınından erkeğine, neredeyse bütün insanların evlerini terk edip bir yerlere koşuştuğunu görürsünüz. Çocuklar yaşıtlarıyla birlikte sınıflara, yetişkinler fabrika, dükkân, ofis gibi iş yerlerine doluşurlar. Akşam saatlerinde aynı koşuşturmayla marketlere alışverişe gidilir, reklamlarda görülen hazır ürünler alınır; aceleyle tüketilir ve yorgun argın televizyon karşısına geçilir.

Hayat bu koşuşturmayla geçip giderken, davranışlar, düşünceler ve duygular tek tipleşir. Artık farklı yaş gruplarıyla bir arada zaman geçirilmediği için küçüklere merhamet, büyüklere hürmet, misafire ikram, yoksula ihsan gibi duygular hissedilmez olur.

Akrabanın komşunun zahmetine tahammül, sıkıntılarını paylaşma, derdiyle dertlenme, hakkı ve sabrı tavsiye etme gibi değerler unutulur. Artık anneler, babalar yılın belli günlerinde hatırlanır; diğer akrabalar ise eğer dini bayramlarda da hatırlanmıyorsa artık hiç hatırlanmaz olur. Artık duygular tek tiptir; kumanda aletiyle kanal kanal atlayıp en eğlenceli program neredeyse o aranır.

Ve… Büyük bir ihtimalle ömrün son çeyreği; bu hayat tarzının getirdiği hastalıklar ve duygu kütlüğü ile bir huzur evinde hemşirelerden azar işitmekle geçirilir…

Tatminsiz nesiller

Duygu kütlüğü sadece fertleri etkilemez elbette, bunun sonucu olarak toplum da mekanikleşir ve hayat damarları kurur. Duygu olarak yalnızca tüketim duygusunu tanıyan nesiller, dünyanın da can damarlarını kurutur.

Bugün haz düşkünlüğünün bir sonucu olan tüketim alışkanlıklarına, dünyanın bütün kaynakları hızla tüketildiği halde yetişilememektedir. Üstelik insanların iyilik, merhamet, yardımlaşma gibi manevi değerlerin yerine geçirmeye çalıştıkları eğlence, tüketim ve hazcılık anlayışı ruhları tatmin etmemektedir. Bütün dünyada kitleler anlamsızlık, amaçsızlık ve boşluk duygusuyla kıvranmaktadırlar. Gençlerin çoğu ruhlarının açlığını, her geçen gün daha aşırı ve daha sapkın eğlencelerle bastırmaya çalışmaktadırlar.
Ancak ne yazık ki modern hayat tarzının insan tabiatına ve ruhuna uygun olmadığı açıkça görülse dahi, bu dünya görüşüne kökten bir eleştiri yapmaktan genellikle kaçınılmaktadır. Ortaya çıkan meselelere, yine ilerlemecilik, maddecilik, bireycilik/hazcılık anlayışı içinde çözüm aranıyor. Oysa Einstein’ın meşhur sözünde belirtildiği gibi “Bir düşünce tarzının ortaya çıkardığı problemleri, o düşünce tarzı içinde kalarak çözemezsiniz.” Nitekim bugün modern dünya görüşünün ortaya çıkardığı meseleler de aynı düşünce hatalarında ısrar edildiğinden, kalıcı çözümler üretilememektedir.

Yeni ruhani gelenek oluşturmalıyız

Evet; kabul etmek gerekir ki zaman değişmiştir. Artık insanları “komşu komşunun külüne muhtaç” gibi maddi zaruretleri hatırlatarak birbirine yaklaştırmak mümkün değildir. Aksine, bugün eşler bile birbirine muhtaç olmadan hayatlarını sürdürebilmektedir. Ancak bu imkânın eşleri en ufak bir geçimsizlikte boşanmaya sürüklemesi düşündürücüdür.

Oysa akılcılığın getirdiği imkânlar, nefsaniyet yerine ruhaniyetin emrine verilse eski geleneklerden daha yüksek seviyede yeni gelenekler tesis etmek mümkün görünüyor. Mesela, günümüzün haber alma ve ulaşım imkânları dünyayı büyükçe bir köye dönüştürmüştür. Artık komşuluk, akrabalık anlayışı çok daha yüksek seviyeye geliştirilebilir.

Mesela, bugünün dünyasında “et pişirdiğiniz zaman suyunu fazla koyun da komşunuza da bir çorbalık olsun verin” hadisi şerifi, zahiri yönden uygulanabilir gibi görünmemektedir. Ama hadisi şerifin asıl maksadı olan; “elindeki imkânı komşunla paylaşma” düsturu; sınır ötesi dindaşlarına eğitim, sağlık, teknoloji yardımı yapma ve siyasi haklarını elde etmesine destek olma yönünde hayata geçirilebilir.

Bununla birlikte, uzaktakiler kadar yanı başımızdaki kırık gönülleri de ihmale uğratmamak gerekir. Ne gariptir ki günümüz insanının gücü, birkaç tuşa basarak kıtalar ötesiyle konuşmaya yetmektedir de öz anne babasının hatırını sormaya yetmemektedir. Birkaç saatte dünyanın bir ucuna gidebilenler, aynı şehirde yaşadığı kardeşini aylarca ziyaret etmemektedir. Dünyanın sorunlarını bilmekte ama hanımının derdini dinlememektedir. Çünkü imkânlar ancak kalpteki arzu ve niyetler doğrultusunda kullanılmaktadır.

Aslında biraz düşünülecek olursa günümüz insanının en büyük sorununun; yüksek ideallere ve samimi hislere sahip olamama, behimi arzular peşinde sürüklenme olduğu anlaşılır. İşte, hem fert hem de toplum olarak insanı bu durumdan kurtaracak olan ise yüksek duygularını harekete geçirecek olan maneviyat aşısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder