17 Şubat 2012 Cuma

Diriliş vaadinden vahşi despotizme: Baas’ın hikâyesi-Taha Kılınç

Baas Partisi, 1947 yılında Suriye'nin başkenti Şam'da kurulurken, kurucuları Mişel Eflak ve Salah el-Bitar'ın tek amaçları vardı: Ülkelerini yabancı işgalinden kurtarmak ve milli bir yönetime kavuşturmak; son tahlilde de Arap ülkelerini tek bir yönetimin çatısı altında buluşturmak. 

Kelime anlamı 'diriliş' olan Baas'ın bir 'kusur'u vardı: Aşırı derecede seküler bir yaklaşım içinde olmak. Zaten partinin kurucularından Mişel Eflak Hıristiyan'dı, Salah el-Bitar'ın da mensubu olduğu İslâm'la çok yakın bir ilişki içinde olduğu söylenemezdi. Bu 'kusur', Baas'ın kitle partisi olmasını engellerken, partinin kısa zaman içinde askerlerin elinde oyuncak olması sonucunu doğuracaktı. 

Baas Partisi'nin milliyetçi ideallerle kamuoyunun huzuruna çıkması, Suriye ve Irak ordularında yuvalanan darbeci subaylara oldukça kullanışlı bir 'teori' sunmuş oldu. Askerler, bu hazır teoriyi benimsemiş göründüler, ancak bambaşka pratikler ortaya koydular. 

1963 yılında Suriye ve Irak'ta arka arkaya meydana gelen Baasçı darbeler, bölge dengeleri açısından olumlu birer başlangıç sayıldı. 1946'da Fransa'dan bağımsızlığını kazanan Suriye, geçirdiği 17 yıllık sarsıntılı bir dönemin sonunda artık 'emin eller'deydi. Ancak 1970'teki Hafız Esed darbesine kadar yine sular durulmayacak, Baas içindeki muhalif hiziplerin kapışması sürecekti. 1970'te Hafız Esed sonunda ipleri eline aldı ve günümüze dek uzanan Baas yönetimini başlatmış oldu. 

Irak da bu örneği izledi: 1958'de ülkedeki İngiliz hâkimiyetinin sembolü haline gelmiş olan kraliyet yönetimini deviren subaylar, sadece 3 yıl sonra Baas etrafında örgütlenerek yeni bir darbe daha planladılar. Bunları art arda başka darbeler izledi: Nihayet sahne 1979'da tamamen Saddam Hüseyin'e ve onun kendi başına buyruk yönetimine kaldı. 

Mişel Eflak ve Salah el-Bitar, yola çıkışlarından kısa bir süre sonra, partilerinin el değiştirdiğine, dahası yepyeni bir içerikle doldurularak bambaşka amaçlar için kullanıldığına şahit olmuşlardı. Bu da onların 'eksantrik' şahsiyetlere dönüşüp devre dışı kaldıkları bir sürecin önünü açtı. 

Nitekim Hafız Esed'le arası kısa sürede bozulan Mişel Eflak, Bağdat'a sığınmak zorunda kalırken, Salah el-Bitar da Paris'e kaçtı. Paris'te çıkardığı dergiler ve kullandığı propaganda malzemeleri yoluyla Suriye'deki rejimin muhalifleriyle işbirliği içine giren el-Bitar, 1980 yılında muhtemelen Hafız Esed'in bizzat emrini verdiği bir suikastla ortadan kaldırılırken, Eflak da 1989'da yine Paris'te hayatını kaybedecekti. 

Hafız Esed'le aralarındaki iflah olmaz düşmanlığın da etkisiyle, Baas'ın iki kurucusuna Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin sahip çıktı. 

En azından kimlik bilgileri itibariyle İslâm'a mensubiyeti kesin olan el-Bitar için defnedilirken İslâmi törenlerin düzenlenmesini kimse yadırgamadı. Ancak Mişel Eflak'ın başına gelenler, Saddam Hüseyin'in klâsikleşmiş dengesizliklerinin yeni bir örneğini teşkil ediyordu: 

Saddam Hüseyin, Mişel Eflak'ın ölümünden kısa bir süre önce Müslümanlığı seçtiğini ve bunu kendisine gizlice bildirdiğini iddia ederek, Paris'ten getirttiği Eflak'ın cenazesini İslâmî usullere göre gömdürdü. Hatta tabutun altına kendisi ve yardımcıları bizzat girdiler, daha sonra üzerine bir türbenin inşa edileceği kabristana kadar götürdüler. Saddam'ın bu atağı, "partisinin Hıristiyan bir ideologun eseri olmadığı, aksine İslâmî temellere dayandığı" yönünde bir kamuoyu oluşturma çabası olarak görüldü. 

Bazı kaynaklar, Mişel Eflak için İslâmi bir tören düzenlenmesinin ardındaki esas kahramanın, oğlu İyad olduğu düşüncesinde. Bu kaynakların aktardığına göre, Eflak, daha 1940'larda İslâm'ı seçmiş, öyle ki ismini bile değiştirmiş: Ahmed Mişel Eflak. Bu bilgiler aile tarafından resmen doğrulanmadığı için, henüz 'dedikodu' seviyesinde. 

Mişel Eflak bugün Bağdat'ta, yeşil kubbesinin kemerlerinde Fâtiha suresinin yazılı olduğu, Asr suresiyle bezenmiş mermer bir sandukayla örtülü kabrinde yatıyor. 

Ancak bu kadar değil: 

Mişel Eflak'ın türbesi, 2003'teki ABD işgalinden sonra askeri bir alanın tam ortasında kaldı. Amerikan askerleri de, tıpkı muazzam kıymette eserler barındıran Bağdat Müzesi'ne yaptıkları gibi, Eflak'ın türbesini de tahrip etmekte beis görmediler. İşgalin hemen ardından Baas düşmanlarınca yakılmasına göz yumulan türbe, daha sonra onarıldı. Fakat bambaşka bir amaçla kullanılmak üzere: Eflak'ın türbesinin içinde bugün Amerikan askerlerine berber, hediyelik eşya satış mağazası ve DVD satış dükkânı olarak 'hizmet' veren bir 'tesis' yer alıyor. Hatta bu 'tesis'in ismi bile var: Baghdad Mall. 

Kuruluşunda Araplar için yeni bir çığır açma potansiyeli taşıyan Baas, hem kitle partisi olamayışının etkisiyle, hem de kendi bünyesindeki hizipleşmeler yüzünden çok kısa bir zaman içinde diktatörlerin elinde 'kullanışlı' bir alete dönüştü. Askerler, Baas'ın 'milliyetçi ve özgürlükçü' teorilerini aldılar, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmada kullandılar. 

Hikâyenin sonunda ortaya kendi içine kapalılık anlamında milliyetçi, ama özgürlüğün hiçbir şekilde bulunmadığı despotluklar çıktı. Baas da, -çıkış noktasındaki idealler bugün hiçbir şekilde söz konusu edilmeksizin- bir tür 'cinayet aygıtı' olarak tarihteki yerini aldı. 

Baas Partisi'nin tarihi, bu yönüyle, Arap dünyasının son yüzyılı içindeki en dikkate değer 'manipülasyon süreci' olarak dikkatle incelenmeye değer. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder