17 Şubat 2012 Cuma

Bir ‘demokrasi numunesi’ olarak Kuveyt-Taha Kılınç

Bugünlerde en çok duyduğumuz kelimelerden biri herhalde 'demokrasi' olmalı. Arap sokaklarından yükselen isyan seslerinin arka fonunda da onun cıvıltısı var, Batı'dan İslâm dünyasına yapılan 'daha iyiye doğru ilerleme' telkinlerinin yedeğinde de. "Gönüllerimizin ilacı, dertlerimizin devası, hastalıklarımızın şifası demokrasi" türküsü herkesin dilinde. 

Batı'nın yaptığı 'daha çok demokrasi' telkinleri, kategorik olarak Arap dünyasının tümüyle anti-demokratik yönetimlere sahip olduğu önyargısından hareket ediyor. Oysa Basra Körfezi'nin kuzey ucunda, küçük bir ülke, Kuveyt geçtiğimiz yüzyılın başından beri 'demokrasi hedefine" doğru emin adımlarla ilerliyor. Demokrasinin hangi derde deva olduğu tartışması bir yana, Kuveyt bu yolda epey mesafe de kaydetmiş bulunuyor. 

1920'lerden itibaren, ülkeyi yöneten emirlere yardımcı olan danışma meclislerinin yönetime katıldığı Kuveyt, 50 üyeli bir parlamentoya sahip. Bu, Körfez ülkeleri içinde Kuveyt'ten başka ülkenin erişemediği bir ayrıcalık. Kadınların seçme ve seçilme haklarının bulunduğu ülkede, çalışanların yüzde 30'undan fazlasını da yine kadınlar oluşturuyor. 

Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeden çekilmesinden itibaren Kuveyt, kuzey komşusu Irak'ın saldırılarına maruz kaldı. Bu saldırılar, Kuveyt'i 'güvenlik kaygılarını" eksene alan bir ülke durumuna sokarken, ülkenin demokrasi yolculuğuna da önemli darbeler vurdu. 

Iraklı yöneticiler, Osmanlı zamanında Kuveyt'in Basra vilâyetine bağlı bir kaza olduğu gerçeğini öne sürerek, ülkeyi kendilerine bağlamaya kalkıştılar. Bu sadece Saddam Hüseyin'in denediği bir yöntem değildi. Ondan evvelki Irak liderleri de aynı iddiayı sürdürmüşlerdi. 

19 Haziran 1961 günü Kuveyt bağımsızlığını ilân ettiğini açıklayınca, Bağdat'tan ilginç bir karşı hamle geldi. Bağımsızlığın ilânından altı gün sonra, Irak Başbakanı General Abdülkerim Kasım, Kuveyt'e 'başarılar' diledi, ardından Kuveyt Emiri'nin Irak tarafından 'Basra'ya bağlı kaymakam' olarak atandığını duyurdu. Bu, hiç şüphesiz diplomasi tarihine geçecek bir küstahlıktı. Nitekim Kuveytli yetkililer, nasıl bir tepki vereceklerini bir gün boyunca istişare ettikten sonra, Kuveyt Emiri Abdullah el-Salim el-Sabah'ın ağzından şu resmi açıklamayı yapmayı uygun gördüler: "Kuveyt, uluslararası hukuk tarafından tanınmış, bağımsız bir Arap devletidir. Herhangi bir ülkenin parçası değildir. Birliğimize ve özgürlüğümüze bir saldırı yapılacak olursa, Kuveytliler olarak kendimizi savunmaya hazırız!" 

Kuveyt bu cesur açıklamayı yaparken bölgesel dengelerin kendisinden yana olduğunu bilmenin verdiği rahatlığa yaslanıyordu. Nitekim Suudi Arabistan, İran ve (bilâhare Birleşik Arap Emirlikleri adını alacak olan) Körfez emirlikleri Kuveyt'e desteklerini açıkladılar.

Ardından İngiltere devreye girdi. 29 Haziran günü Bulwark uçak gemisi Kuveyt açıklarına demirledi. Bu, Irak'a (ve aslında bütün Arap dünyasına) verilmiş açık bir gözdağıydı. Mısır, İngilizlerin bu tavrına çok hızlı karşılık verdi. Önce Kuveyt Arap Birliği'ne üye olarak kabul edildi, sonra da İngilizlerin geri çekilmesi sağlanarak 4000 kişilik bir Arap birliği, İngiliz askerlerinin yerini aldı. 

Abdülkerim Kasım'ın 1963 Şubatı'nda devrilmesiyle ancak sona erecek olan bu gerginliğin ardından, Kuveyt ilk anayasasını hazırlayıp kamuoyuna sundu. Basın, sendikalaşma ve toplantı yapma özgürlüklerinin garanti altına alındığı Kuveyt Anayasası 11 Kasım 1962 günü resmen yayınlandı. 

Kuveyt, Irak'ın kendisi hakkındaki ilhak emellerinin gölgesini her zaman üzerinde hissetti. Ancak 1960'lardan 1980'lerin sonuna dek Irak'ın boğuşmak zorunda kaldığı iç ve dış problemler (askeri darbeler, İran'la gerginlikler vb.) Kuveyt için kısa bir soluk alma devresi oldu. 

Saddam Hüseyin'in 1988'deki sözlü ve 1990'daki fiili saldırısına kadar Kuveyt, Arap dünyasının entelektüellerinin, sürgünlerinin, muhaliflerinin ve düşünce adamlarının buluşma mekânı oldu. Bu süre içinde ülkede demokrasi ve çoğulculuk adına kayda değer gelişmeler gözlendi. 

Ancak Körfez Savaşı, bölgedeki dengeleri olduğu kadar Kuveyt'in sosyal ve siyasal yapısını da büyük değişikliklere uğrattı. ABD, 'Kuveyt'i koruma' adına Basra Körfezi'ne yerleşirken, Kuveyt, Saddam Hüseyin'i destekledikleri gerekçesiyle ülkedeki bütün Filistinlileri sınır dışı etti. Bu adımın bir diğer pratik sonucu da, Yaser Arafat ve ekibine yapılan maddî yardımların durdurulmasıydı. Körfez Savaşı'yla birlikte, FKÖ eliyle yürütülen Filistin mücadelesi büyük bir yara almış, Kuveyt de artık kendisini resmen ABD'nin yanında konumlandırmış oluyordu.

Körfez Savaşı'nın Kuveyt'in siyasal yaşamına da etkileri oldu. Emir'in parlamentoyu feshetme yetkisinin bulunduğu ülkede, 1990'dan bu yana gittikçe daha 'göstermelik' bir temsil tablosunun oluşmaya başladığı, gözlemcilerin en büyük eleştirilerinden biri. Bu da Irak işgalinin ve ülkede yaşayan 'kardeş' Arapların önemli bir kesiminin işgale taraftar olduğu şüphesinin yarattığı korku sebebiyle, Kuveytli yöneticilerin almayı gerekli gördüğü bir çeşit tedbir olsa gerek. 

Yine de, Kuveyt'te halen yürürlükte olan seçim sisteminin ve meclisin varlığının Arap dünyasında benzerinin bulunmaması, bütün eksikliklerine ve eleştiriyi hak eden yönlerine rağmen, ülkenin politika sahnesini dikkate değer kılıyor.

Öte yandan Kuveyt, bu haliyle ABD'ye petrol ve siyasi ittifak gibi hayati desteklerin yanında, örnek gösterilecek 'tıkırında bir demokrasi numunesi' de sunmuş oluyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder