Ama şöhretinin başlangıcı, 1938 yılında yönetmenliğini yaptığı H. G. Wells'in "Dünyaların Savaşı" adlı eserin radyo uyarlamasıdır. Yayın o kadar etkili olmuştur ki; TV öncesi dönemde Mercury Radyo Tiyatrosu'nun bu dramasını izleyenler, dünyanın gerçekten Marslılar tarafından işgal edildiğini sanmışlardır. Sonradan antropoloji ve sosyal-psikoloji derslerine konu olan bir kitle paniği yaşanmıştır. Panik, program sonrasında ağızdan ağıza çok daha geniş bir kesime yayılmış, aksine yayınlar yapılmasına rağmen insanlar bir süre gerçekten bir uzaylı istilasının olup, resmi çevrelerce saklandığını sanmışlardır. Öyle ki kitle histerisi ve korkuya dayanan propagandanın gücüne örnek gösterilen bu olay Hitler'in dikkatini çekmiş ve Nazi yönetimi tarafından parti propagandasında yararlanılmıştır.
Neden bunları anlatıyorum? Geçenlerde etkili uluslararası gönüllü çevre kuruluşu Greenpeace'in bölgesel kolu 'Akdeniz Greenpeace' bir ileti yayımladı. Aynen şöyleydi:
"Akkuyu Nükleer Santrali'nde bu sabah meydana gelen kaza, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biri olarak kaydedildi... Böyle bir kaza, bundan 2 ay önce Japonya'da yaşandı... Pekiyi Türkiye'nin geleceğinde bu tür bir kazanın olmayacağının garantisini bize kim verebilir? Hükümet nükleer santral kurma planlarına inatla devam ediyor ve bizi, aklımıza bile getirmek istemediğimiz bu senaryonun içine çekiyor.
Viyana Üniversitesi'yle birlikte yaptığımız araştırma sonucunda Akkuyu'da gerçekleşebilecek bir nükleer kazanın etkilerinin anlatıldığı bir simülasyon hazırladık.
Aslında araştırmanın sonuçları korkunç. Kaza sadece Türkiye'yi değil Doğu Avrupa'yı, Rusya'yı hatta Afrika'yı bile önemli derecede etkiliyor."
Mesajın bir de eki var: "NTV hava durumu sunucusu ve yüksek meteoroloji mühendisi Gökhan Abur'un, Akkuyu'daki olası bir kazanın etkilerini anlattığı bir video izletisi."
Sonra bir çağrı var: "Lütfen şimdi sen de internet eylemine katıl ve güvenli bir gelecek için önemli bir adım at. Unutma; ne kadar çok kişi olursak, nükleer santral kurma planlarını durdurma şansımız o kadar yüksek olur."
Tam bu iletinin içeriği üzerinde düşünürken Almanya şansölyesi Angela Merkel, ülkesinin bir süre sonra nükleer santralleri kapatacağını ve Alman halkının alternatif enerji kaynaklarına yöneleceğini ilan etti. Bizim yetkililerden hiç ses çıkmadı. Sanki duymadılar.
Seçim gösterilerini ve konuşmalarını izliyoruz. Tüm siyasiler bu ülkeye ne kadar âşık olduklarını, kendilerini fedakârca millete hizmet etmeye adadıklarını, memleket aşkıyla yandıklarını söylüyorlar. İyi de hizmet eden, hizmet ettiğine ne istediğini sormaz mı? "Ben sana şunu yapacağım, sen karışma" mı der? Tuhaf bir hizmet anlayışı bu. Tıpkı kurtulmaya çalıştığımız,"halka rağmen halk için" hizmet anlayışını çağrıştırıyor.
Fukuşima nükleer felaketinden sonra Türkiye'de yapılması öngörülen nükleer santrallerden birini yapacak olan Japonlar, müzakereleri askıya almışlardı. Ama bizim hizmetkârlar, hiçbir şey olmamış gibi, kararlılıkla bu nükleer santralleri yapacaklarını beyan ettiler. Pekiyi, hizmet edilen bu konuda ne düşünüyor? İstiyor mu? Soran yok.
O zaman insan bunca siyasal mücadelenin niye verildiğini düşünüyor: Önce kurtarıcıdankurtulmak için on yıllarca çabaladık, şimdi de kendi kafasına göre değil bizim istediğimize göre iş üretsin diye hizmetkârla mı mücadele edeceğiz? Bu ülkenin maşallah "kurtarıcısı" var,"hizmetkârı" var, "aşığı ve canını vermeye hazır olanı" var. Bir de "demokratı" olsa!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder