Baudrillard ve İslâm, Menderes ve Türkiye
Türkiye'nin görünüşteki hâli ve gücüyle, gerçek potansiyeli ve gücü ters orantılı. Dünyanın yakın ve orta gelecekte (25 ilâ 50 yılda) alacağı şekil, Türkiye'ye bağlı olarak belirlenecek:
Türkiye'nin hem kendisi / kimliği, yörüngesi, hem de geleceğin dünyasında nasıl bir rol oynayacağına dair vereceği karar, dünyanın alacağı şekli tayin edecek.
Bu tespitler, ufuk darlığıyla malul, derin nefes alma imkân ve kabiliyetleri olmayan gazetecilerin her şeye bakışımızı belirledikleri bir ortamda, gerçekten çok abartılı, iler tutar yanı olmayan "deli saçması" sözler olarak görünecektir.
Ancak biraz derin nefes alabildiğimiz zaman, bu tespitlerin aslâ yabana atılamayacak tespitler olduğunu görmek kolaylaşacaktır.
Dünya tarihi, 4-5 asırdan bu yana Batı uygarlığının -Hıristiyanlık üzerinden değil, sekülerlik üzerinden geliştirdiği- meydan okuma nedeniyle sadece Batılılar tarafından yapılıyor, şekillendiriliyor. Batı uygarlığının geliştirdiği seküler ve neo-pagan meydan okuma, şiddete (sömürgeci ve emperyalist saldırganlığa) dayalı bir meydan okumadır: O yüzden insanlık tarihinde yalnızca seküler Batı tecrübesi, tüm karaları sömürgeleştiren, bütün deniz-aşırı ticaret yollarını ele geçiren, mevcut medeniyetleri ya yok ederek ya da fosilleştirerek kendisi dışındaki dinlere, medeniyetlere ve kültürlere hayat ve varolma hakkı tanımayan saldırı üretmiştir.
Seküler ve neo-pagan saldırının karşısında Osmanlı / İslâm medeniyeti Toynbee'nin deyişiyle "durdurulmuş"; Çin, Hint, Japon, Afrika ve Latin Amerika'daki medeniyet tecrübeleri ise yok edilmiştir.
Bugün İslâm'ın dışında, seküler ve neo-pagan saldırıya dur diyebilecek çaplı ve kuşatıcı başka bir direnme ve dünyadaki mevcut bütün diğer kültürlere kendi paradigmaları doğrultusdunda yaşama, kendi kültürel dinamiklerini yeşertme, tabiatın bozulan dengesini yeniden iade etme ve insanlığa ilâhî hakikatin vicdan, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde esaslı bir medeniyet iddiası ortaya koyma gücüne, kaynaklarına, dinamizmine ve derin tarihsel tecrübesine sahip İslâm'ın dışında başka bir kaynak kalmamıştır.
Bunu benden ya da aklı başında başka bir müslümandan duyunca, zihinleri iğdiş edilmiş, entellektüel melekeleri sıfırlanmış ve yalnızca ilkel sloganları ezberleme ve papağan gibi tekrarlama "beceri"sine sahip bazı tuhaf, hilkat garibesi kişiler, bana gerçekten ilkel şekillerde tepki gösteriyorlar.
Bu gerçek Batılılar tarafından görüldüğü içindir ki, İslâm şeytanlaştırılmakta, terörle özdeşleştirilmekte ve İslâm'ın insanlığın önündeki yegane çıkış yolu olduğu gerçeği böylelikle örtbas edilmeye çalışılmaktadır.
Büyük düşünür Jean Baudrillard, bu gerçeği gören cins adamlardan biridir. Baudrillard, bir İspanyol dergisinde kendisiyle yapılan bir röportajda, bu gerçeğin artık yüksek sesle haykırılması gerektiğini söylüyor ve şöyle diyor: "Dünyanın karşı karşıya kaldığı krizleri çözecek tek kaynak var artık: İslâm. Ama biz İslâm'ı keşfetmek yerine yok etmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz."
Baudrillard'ın bu röportajını, önüzdeki günlerde ayrıntılı olarak sizlerle paylaşacağım.
Peki, benim burada bıkmadan usanmadan değişik şekillerde tekrarladığım İslâm'ın insanlığın sorunlarının tek çözüm adresi olduğunu söylediğim şeyin Baudrillard gibi önemli bir düşünür tarafından da handiyse aynı ifadelerle tekrarlanmasıyla, dünyanın geleceğinin Türkiye'nin sahip olduğu gücü, yani medeniyet birikimini, derinliğini ve iddiasını harekete geçirmesine ya da bugüne kadar olduğu gibi bu gücünü elinin tersiyle itmeye çalışmasına göre şekillenebileceği tespiti arasındaki ilişkiyi nasıl kurabilir ve açıklayabiliriz?
Türkiye'nin oynanan / tersyüz edilen kaderini yeniden tabiî mecrasına yerleştirmeye çalıştığı için idam edilen ve bugünlerde bütünüyle ademe mahkûm edilmeye çalışılan rahmetli Menderes'in yaptıkları ve niçin idam edildiği meselesi üzerinde biraz kafa yormaya başlayarak elbette ki. Buna yerimiz kalmadı maalesef; Cuma günkü yazıya artık...
ÖNEMLİ NOT: Türkiye hassas bir dönemden geçiyor. 28 Şubat'la ilgili protestolarda büyük tezgâhlar / provokasyonlar olacağına dair haberler alıyoruz. Lütfen biraz dikkatli olalım...
Menderes, 28 Şubat ve Türkiye'nin kaderi
Menderes'in idam gerekçesi de, bugün ademe mahkûm ediliş gerekçesi de, darbelerin temel gerekçesi de tabansız ve dayanaksız nedenlerle Türkiye'nin rayından çıkarılan tarihî kaderini yeniden rayına oturtma, çökertilen omurgasını yeniden canlandırma girişimlerini engellemektir. Yani Menderes'in idamı da, başımıza gelen darbeler de, Türkiye'nin tarihî yürüyüşünü durdurma teşebbüslerini durdurma girişimleridir.
Şöyle ki: Türkiye, Selçuklu ve Osmanlı medeniyet tecrübeleriyle dünya tarihinin yapılmasında hem kilit bir rol oynamış; hem Doğu'dan Moğol istasıyla, Batı'dan Haçlıların saldırılarıyla İslâm medeniyetini çökertme girişimlerini püskürtmüş; hem de İslâm medeniyetine yeni bir ruh, dinamizm ve canlılık / vitalite kazandırmış büyük bir tarihî tecrübe ve meydan okuma geliştirmiştir.
Türkiye'nin Selçuklu ve Osmanlı üzerinden geliştirdiği meydan okumaya Batılılar, ancak 16. yüzyıldan sonra başarılı bir cevap üreterek karşılık vermişlerdir. Ama bu kez Batılıların geliştirdiği meydan okuma, Hıristiyanlığa değil, sekülerliğe dayalı bir meydan okumadır. Dün nasıl Haçlılar, Selçuklu ve Osmanlı'yı önlerindeki en büyük engel olarak görüyor idi iseler; 16. yüzyıldan itibaren de seküler Batılılar, Osmanlı'yı sömürgeci ve emperyalist dünya hâkimiyeti hedeflerinin önündeki en büyük engel olarak görmeye başlamışlardı.
Sonunda seküler Batılılar, 20. yüzyılın başına gelindiğinde tüm diğer medeniyetleri tarihten sildiler. Ve Osmanlı'yı durdurmayı başardılar.
Ancak seküler Batılıların önündeki en büyük hedeflerden biri, Türkiye'nin ya mutlaka doğrudan Batılılar tarafından sömürgeleştirilmesi; ya da medeniyet iddialarından vazgeçmesini sağlayarak kendi-kendini sömürgeleştirecek, bütün iddialarını terk etmesisini sağlayacak sekülerleşme projesini Türkiye'ye kabul ettirmekti.
Türkiye Batılılar tarafından fiilen sömürgeleştirilemedi; ama sekülerleştirilerek medeniyet iddialarından vazgeçirildi. Böylelikle Türkiye'nin kaderi tersyüz edilmiş oldu. Türkiye mecrasını yitirdi ve sonu nereye varacağı belli olmayan ama kesinkes seküler Batılıların karikatürü olmasıyla ve tarihte tatile çıkmasıyla sonuçlanan bir maceraya sürüklendi.
İşte Menderes, Türkiye'yi sürüklendiği maceradan kurtarmaya ve toplumun ruhunu, temel dinamiklerini ve tarihî derinliğini yeniden harekete geçirmeye çalışan tarihî bir dönüşüm ve sıçrama gerçekleştirmişti. Menderes'in idam nedeni, Türkiye'nin yeniden tarihî misyonunu ve iddialarını üstlenmeye kalkışmasını ve toplumun yeniden iddia sahibi bir devlete sahip olmasını sağlayacak büyük atılımlara imza atmasıydı.
Nesil Yayınları'nın parlak editörlerinden Cem Sökmen, Mehmet Niyazi Bey'le bir nehir röportaj kitabı hazırlıyor. Kitapta Mehmet Niyazi Bey, Menderes'in idam ederken söylediği sözleri birinci elden bir tanığın, Menderes idam edilirken yanında bulunan din adamı Mehmet Haşim Özcan'ın ağzından aktarıyor.
Menderes idam edilmeden önce şunları söylüyor: "Silahların gölgesine sığınan efendilerinize, benim ayaklarım titremeden idam sehpasına gittiğimi söyleyebilir misiniz? Ben onlara müteşekkirim. Yıllar önce milletimin yoluna koyduğum başımı o zaman alabilirlerdi. Almadıkları için ben milletime onca yıl hizmet etme şansını buldum. Onlar benim dirimden korktular. Hâlbuki ölümüm daha kuvvetli olacak. Çünkü milletimin bağrına ektiğim tohumlar yeşerecek onlar..."
Mehmet Niyazi Bey, Menderes'in idam edilişine ilişkin de şu tespitleri yapıyor: "Bağdat Paktı'nı Türkiye adına 3 adam imzalıyor. Menderes, Polatkan ve Zorlu. Batı'da, 'Bunlar Osmanlı İmparatorluğu'nu hayal ediyorlar, ekonomileri de iyi gidiyor, ordularını da maalesef modernize ettiler, toplumun İslâmî değerlerini yeniden canlandırdılar' tarzında konuşuluyor. 1958'de Bağdat Paktı'nın Ankara'da bir toplantısı varken oraya gelmek üzere olan Irak'ta Faysal'a karşı bir darbe yapıldı. Başbakan Nuri Sait Paşa öldürüldü. Beşikteki çocuklar kurşuna dizildi ve Irak, Bağdat Paktı'ndan çekildi. Daha sonra Pakistan'da bir darbe yapıldı. İskender Mirza İngiltere'ye sığındı. Türkiye yalnız kaldı. 1960'ta burada darbe yapıldı. Cemal Gürsel orduyu 'Türkiye batıya bağlılığını ispat etti' diyerek selamlıyor."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder