Heyet-i Nâsiha’dan başlatmayın!
Fakirin isminin de içerisinde bulunduğu ‘Akil İnsanlar Heyeti’ açıklanır açıklanmaz tek bir merkezden yönetiliyormuşçasına bir karalama kampanyası başlatıldı: “Damat Ferid’in Heyet-i Nâsiha İngiliz işgaline karşı direnmeyin diye halkı teskine gönderilmişlerdi, bunlar da hükümetin Türkiye’yi bölme projesinin adamlarıdır.” vs.
Tarihin gündemde olmasından memnunuz gerçi ama bu irtibat baltayı taşa vurarak kurulunca insan da dayanamıyor. Maksadımız Damat Ferid Paşa’yı savunmak değil ama bazı gerçekleri de vurgulamak şart.
Bir kere Mustafa Kemal, Damat Ferid’in Sadareti (Başbakanlığı) sırasında Samsun’a gönderilmiştir. Ayrıca Damat Ferid’in 1920 Ekim’inde istifasının altında da Ankara hükümetinin, yani Mustafa Kemal’in İngilizlere yaptığı baskının yattığını biliyoruz. Nitekim Milli Mücadele ile anlaşmaktan başka çaresi kalmayan İtilaf devletleri temsilcileri Sultan Vahdettin’in huzuruna çıkıp ondan Sadrazam’ın görevden alınmasını talep etmişler, istifa bunun arkasından gelmiştir (17 Ekim 1920). Ferid Paşa o kadar “İngilizlerin adamı” olsaydı herhalde onu Ankara’nın baskılarına karşı iktidarda tutmaya güçleri yeterdi değil mi?
Ayrıca Heyet-i Nâsiha kesinlikle bir işbirlikçi heyet değildir. Meşru olarak kurulmuş olup İngilizlerin değil, Padişah’ın istediği şekilde davranmıştır. Nasıl mı? Görelim.
Belki de en ilginç bilgileri, Kemalist olduğundan kimsenin kuşku duymadığı Prof. Dr. Sina Akşin verir. “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele” (Cem: 1983) adlı kitabında Heyet-i Nâsiha’nın kuruluşunun aslında İstanbul hükAkşin, Mondros Mütarekesi’nin ardından hükümetin bazı tedbirler aldığını, bunun ‘silahsızlandırma’yı da kapsadığını hatırlatır.
Heyet-i Nâsiha
MUSTAFA KEMAL SAMSUNA NİYE GÖNDERİLDİ?
Buna göre Damat Ferid, 25 Nisan 1919’da, yani M. Kemal henüz Samsun’a doğru yola çıkmadan 20 gün önce İngiliz Yüksek Komiseri’yle görüşüp hükümetin ülke çapında bir silahsızlandırmaya gitmek istediğini, yanlarında birkaç İngiliz subayı bulundurmalarına nasıl baktıklarını öğrenmek istemişti.
Diyeceksiniz ki, bu neden önemli? Şundan: Damat Ferid gayri Müslimlerin silahsızlandırılmasını istiyor olmalıydı, onları ikna ederken yanlarında İngiliz subayların bulunmasına gerek duyması bundandı. Türklerin silahlarını toplarken İngiliz subayına ihtiyaç duymak mantıksız olurdu. Demek ki, Anadolu’da karışıklık çıkaranların önemli bir kısmı Müslüman olmayanlardı. İşte Mustafa Kemal’in Samsun’a, silahlı Rumların bozdukları asayişi sağlamak üzere gönderilmesinin altında yatan gerekçe budur.
İki Heyet-i Nasiha kurulacak, biri Anadolu’ya, diğeri ise Trakya’ya gönderilecekti.
Anadolu heyeti şu kişilerden oluşuyordu: Şehzade Abdürrahim, Ali Rıza (sonradan sadrazam olacak), Mahmud Hayret ve Süleyman Şefik paşalar, Bursa Müftüsü Ömer Fevzi ve eski Pazarcık Müftüsü Halil Fehmi efendiler ile iki gayri Müslim (Ohannes Ferid ve Yanko Konvenidi beyler). Heyet 16 Nisan’da İstanbul’dan hareketle Bursa, Balıkesir, İzmir, Afyon, Antalya, Isparta, Konya ve Eskişehir’i dolaşıp İzmir’in işgalinden sonra görevine son verip 18 Mayıs’ta başkente döner.
Şehzade Cemaleddin Efendi başkanlığındaki heyet ise Harbiye Nazırı Cevad (Çobanlı) ve Fevzi (Çakmak) paşaların dahil olduğu Trakya gezisine çıkar ve 9 Mayıs’ta İstanbul’a döner.
Padişah’ın fermanına bakılırsa heyetlerin amacı şudur: Savaşın musibetlerinden etkilenen teb’a hakkında Padişah’ın şefkat ve teveccühlerini müjdelemek. Ayrıca durumu inceleyip etnik gruplar arasında uyumu sağlayacaklardır. Damat Ferid’e göre ise heyetlerin görevi daha çok manevîydi: Halka padişahın selamlarını iletecek ve onun kendilerini düşünmekte olduğunu bildirecekti.
Dr. Akşin bunu şöyle formüle ediyor: “Başka bir deyişle saltanatın ‘tabandan’ bir destek bulması için bir çabaydı. Böylece taşradaki siyaset sahnesinde İttihat ve Terakki’den ve Hürriyet ve İtilaf’tan başka Saray da “Ben de varım.” demiş oluyordu. Zaten Hanedan’ın faaliyeti heyetlere başkanlık etmekle bitmiyordu. 11 Mart’ta Şehzade Abdülhalim Erzurum’da bulunuyordu. 22 Nisan’da ise Şehzade Cemaleddin Trabzon’dan ayrılıyordu. Saray, hanedan mensuplarıyla Anadolu’yu adım adım tarıyor dense yeridir.” (s. 251).
Tespit çok önemli. Nitekim heyeti Isparta ve Burdur’da denetlemekle görevli İngiliz subayı da Şehzade Abdürrahim ve çevresindekilerin, halkın heyete yaptığı sevgi gösterilerine “kendisinin dikkatini çekmekte” gösterdikleri gayretlere (ona ‘Halkın şu sevgi ve bağlılığına iyi bakın.’ demişler anlaşılan) bakarak raporuna şu notları düşer: Bunlar etnik unsurlar arasındaki barışı sağlamaktan çok, hükümet ya da Saray’ın taşradan bekleyebileceği desteği tespit etmekle görevli.
Dahası, İzmir’deki İngiliz görevli de Şehzade’nin hükümet adına değil de Padişah adına konuştuğuna dikkat çekmiştir.
OSMANLI’NIN AKİL ADAMLARI!
Sina Akşin’e göre Heyet-i Nasiha’yı göndermekteki amaçlardan biri de yapılacak reformları tespit etmek veya ona zemin hazırlamaktır. Ardından “başka heyetler” de gidecek diyordu Ferid Paşa. Bunlar taşrada kalarak ekonomik reformlar için çalışacaklardı.
İlk Heyet-i Nâsiha Bursa’da yayınladığı bildiride ülkenin içinde bulunduğu acı duruma dikkat çekmiş, Padişah’ın heyeti “ülkenin durumunu yerinde gözlemlemek ve herkesin ihtiyaçlarını tespit etmek”le görevlendirdiğini belirtmişti. Son cümleleri şöyleydi:
“Osmanlı tarihinde görülen bu gibi büyük hadiselerin sonucundaki zorluklara hep milletin sabır, sükûnet, saygıdeğer saltanat makamına aşırı sadakati ve hükümet tedbirlerine itaatiyle göğüs gerilmiş olmasından dolayı alacağınız hareket şekli ve kurtuluş yolu apaçık ortadadır. Dolayısıyla namlı Padişah Hazretleri’nin namına olarak hakkınıza kanaat, vatandaşlarınızın hukukuna riayet ve kanuna itaat cümlenize tavsiye olunur.”
Heyet-i Nâsiha işgalcilerin oyuncağı değildi. Tam tersine Padişah ve İstanbul’un Anadolu ve Trakya halkıyla arasında savaş sırasında oluşan tahribatı onarmak için gönderdiği bir heyetti ve İzmir’in işgaline kadar İstanbul’un ne kadar iyi niyetli çalışmakta olduğunu göstermeyi amaçlıyordu. Ne yazık ki, Yunanların İzmir’e çıkışı büyük bir hayal kırıklığı olacaktı.
Mustafa Kemal’in Samsun’a giden kalabalık heyetini de Heyet-i Nasiha’lardan biri olarak kabul edemez miyiz? Nitekim Bandırma Vapuru İzmir’in işgalinden bir gün sonra yola çıkmamış mıydı? Ayrıca M. Kemal Paşa’nın İzmir’in işgali günü Padişah’la görüşmesinin anlamı neydi? Yoksa sonradan sansürlenen Erzurum Kongresi’ni açış konuşmasında bahsettiği “Vahdettin ile arasındaki sırlar” o günkü acil durum görüşmesinde mi belirlenmişti?
Akil İnsanları Damat Ferid’in adamlığıyla suçlayanlara ufak bir uyarı: Heyet-i Nasiha’dan başlarsanız nereye varacağınız hiç belli olmaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder