20 Nisan 2013 Cumartesi

Türklerdeki Soykırım Algısının Dile Yansıması Üzerine - Yard.Doç.Dr. Mahmet Sarıkaya


TÜRKLERDEK İ SOYKIRIM ALGISININ Dİ LE YANSIMASI ÜZER İNE
Yard. Doç. Dr. Mahmut SARIKAYA*


ÖZET

Türk budunu ölürmek “Türk milletini toptan öldürüp yok etmek”,
uru sıratmak “kökünü kazımak, urugsuz duruma getirmek”, yokadu barmak “(Türk
milletini) yok etmege dogru gitmek”, kanı su gibi akmak, kemikleri dag gibi yıgılıp
yatmak “asırı kıyıma ugramak”,, katliam: “kırgın, kıyım”, bir’e varıncaya kadar
kırılmak “son ferdine kadar kırılmak”, kökünü kesmek “tamamen yok etmek”,
milleti kırmak: “soykırım yapmak” Kırgız soyunu bir anda yok etmek gibi sözler
hep Türkçedir. Ayrıca kırgın, kıyım, soykırım, kökünü kazımak, topluca öldürüp
yok etmek gibi sözler ise günümüz Türkiye Türkçesinde “Genoside” sözünü
karsılamak üzere kullanılan ifadelerdir. Türkler, bu sözleri kendilerine uygulanmıs
“soykırımı ifade etmek için kullanmıslardır.


Türkler tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerden beri hep soykırıma
ugramıs, günümüzde de bu çok ciddi gerçekle yüz yüze yasamakta ve bu duyguyu,
derinden hissetmektedirler. Türk milletinin yasadıgı bu acı deneyimler, onun millî
kültür kodlarının olusmasında temel belirleyicilerden olmus, destanlarına motif olarak
islenmis ve dilinde ifadesini bulmustur. Bu makalede, bu algılamanın isaretleri
çalısılmıstır.


Eger dogustan getirilenler dısında sonraki deneyimlerle
insanın genetigine isleyen bazı seyler varsa, Türkler için bu,
“soykırım” kavramı ve “soykırıma ugrama duygusu” olmalıdır.
Türkler tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerden beri hep soykırıma
ugramıs, günümüzde de bu çok ciddi gerçekle yüz yüze yasamakta
ve bu duyguyu, deyim yerindeyse, iliklerine islemis olarak
hissetmektedirler. Türk milletinin yasadıgı bu acı deneyimler, onun
millî kültür kodlarının olusmasında temel belirleyici olmus,
destanlarına motif olarak islenmis ve dilinde ifadesini bulmustur.
Soykırım kavramını anlatan kelimeler, hiçbir dilde Türkçeden daha
önce yer almamıstır. nsanlık, bu kavramı, birlesmis milletler çatısı
altında 20. yüzyılın ikinci yarısında tanımladı ve adlandırdı; Türkçe
ise, yazılı olarak tarih sahnesine çıkarken Türk milletinin yasadıgı
acı olaylarla bu kavramları tanımlamıs ve adlandırmıstı.
Hun birliginden ayrılıp milletlesme sürecine giren Türklerin
bu süreçte büyük bir var olus mücadelesi verdikleri biliniyor. Türkler
bu zorlu mücadele sırasında yok olma tehlikesiyle karsılasmıs ve bu
macerayı, Köktürkler olarak bagımsız devlet kurduklarında
destanlarına islemislerdir. Bu döneme ait Ergenekon destanında,
Türklerin bir küçük çocuk kalıncaya kadar katledildigi motifi
islenmis olup, asagıdaki anlatım bunun bir örnegidir:

“Türklerin ilk atası Batı denizi (Hazar denizi)’nin batısında
bulunuyordu. (Banarlı 1971: 24). Bunun ulusu Hunların bir bölümü
olup Asine adını tasıyordu. Bu asine boyu komsu uluslardan biri
tarafından yok edildi; bunlardan ancak bir oglan kaldı. On
yaslarındaki bu oglana acıdılar. Ayak kolunu kesip bir kamıslıkta
bıraktılar. Bu çocugu disi kurt besledi. Düsman han, çocugun
yasadıgını isitip öldürmek için adamlarını gönderdi. Kurt çocugu alıp
Altay daglarının ortasına geldi. Her tarafı daglarla kaplı bir magarada
on çocuk dogurdu. Bu çocuklar evlendiler, her birinden bir boy türedi.
Bunlardan biri Asine boyu idi. Asine’nin boyu büyüdü. Bir müddet
geçtikten sonra Asine boyu Asen-çe denilen birinin idaresinde bu
magaradan (daglıktan) çıktı” ( nan 1987: 231).

Görüldügü gibi, Türkler tarih sahnesine çıkarken son ferdine
kadar kırılmayı yasamıs, bunu destanlarına islemislerdir.
Türkçe de yazılı olarak tarih sahnesine bu kavramları
tanımlamıs ve adlandırmıs olarak çıkmıstır. Bilge Kagan, Orhun
Yazıtları’nda Çinlilerin Türklere soykırım uyguladıklarını defalarca
vurgulanmıstır. Bilge Kagan, Türklerin “kanı su gibi akmak,
kemikleri dag gibi yıgılıp yatmak” (Ergin 1988:81) biçiminde
yasadıgı “yok edilme” ve “kökünün kazınması,
urugsuzlastırılması” tehlikesini ölümsüz taslara yazdırarak tarihe
belge olmak üzere bırakmıstır:


“... budunu tüzsiz üçün, Tab aç budun tebligin körligin .........ın
üçün, inili eçili ki sürtükin üçün, begli budunlu yo surtuqın üçün, Türk
budun illedük ilin ıç ınu ıdmıs, qa anladuq qa anın yitürü ıdmıs.
Tab aç budunqa beglik urı o lın qul qıltı isilik qız o lın kü qıldı. Türk
begler Türk atın ıtı, Tab aç ı begler Tab aç atın tutıpan Tab aç
qa anqa körmis. Elig yıl isig küçig birmis. lgerü kün to sıqqa, Bökli
qa anqa tegi süleyü birmis. Qurı aru Temir qapı qa süleyü birmis.
Tab aç qa anqa ilin törüsün alı birmis.

Türk qara qama budun ança timis: llig budun ertim, ilim amtı
kanı, kimke ilig qaz anur men tir ermis. Qa anlı budun ertim,
qa anım qanı. Ne qa anqa isig küçig birür men tir ermis. Ança tip
Tab aç qa anqa ya ı bolmıs. Ya ı bolup itinü yaratunu umaduq yana
içikmis.

Bunça isig küçüg birtükgerü saqınmatı Türk budunu
ölüreyin, uru sıratayın tir ermis. Yokadu barır ermis. (Ergin 1988:
78).

Bu ibretli sözlerin günümüz Türkçesi söyledir:
“... milleti ahenksiz oldugu için, Çin milleti hilekâr, ve sahtekâr
oldugu için, aldatıcı oldugu için, küçük kardes ve büyük kardesi
birbirine düsürdügü için, bey ve milleti karsılıklı çekistirdigi için, Türk
milleti il yaptıgı ilini elden çıkarmıs, kagan yaptıgı kaganını kaybedi
vermis. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız
evlâdını cariye kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli (Çinci?) beyler
Çin adını tutarak, Çin kaganına itaat etmis. Elli yıl isi gücü vermis
(hizmet etmis). (Türk beyler) doguda gün dogusunda Bökli kagana
kadar ordu sevk edi vermis. Batıda Demir Kapı’ya ordu sevk edi
vermis. Çin kaganına ilini, töresini alı vermis.

Türk halk kitlesi söyle demis: lli millet idim, ilim simdi hani,
kime ili kazanıyorum der imis. Kaganlı millet idim, kaganım hani, ne
kagana isi, gücü veriyorum der imis. Öyle diyip Çin kaganına düsman
olmus. Düsman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediginden, yine
tâbi olmus.

(Çin Kaganı, Türklerin kendisine) bunca isi, gücü verdigini
düsünmeden (vicdansızca) Türk milletini öldüreyim, kökünü
kurutayım der imis. Yok etmeye dogru gidiyormus. (Ergin 1988:
34-35)

Dogu Türkistan’daki Uygur Türkleri hâlâ Çinlilerin bu
korkunç zihniyetinin yok edici kahrı altında inlemektedir.
Türkler ayrı ayrı kollara ayrıldıktan sonra da bu tür
katliamlara ugramıs, bunu olusturdukları destan ve edebiyat
metinlerine de ayrıca islemislerdir.

Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi adlı romanında anlattıgı
Maral Ana Efsanesi, Kırgız Türklerinin böyle bir yok edilme tehlikesi

yasadıgını gösteriyor: Efsanede, düsman baskınıyla bütün bir Kırgız
boyu kırılır. Bu kırgından kurtulan bir oglan ve bir kız çocugu
öldürülmek üzere yaslı bir kadına verilir; onları yaslı kadından alıp
büyüten Maral Ana, Kırgızların Bugu soyuna ongun olur. Romanda,
Mümin Dede, bu efsaneyi torunu olan “Çocuk”a anlatmıs
oldugundan Çocuk da yasadıgı olaylara hep bu efsane penceresinden
bakmaktadır. Kırgız soyunun yasadıgı katliam romanda söyle
anlatılır:

O gün Ene-Say’da yasayan Kır ız boyu yaslı önderini topraga
veriyordu. Bagatır Külçe uzun yıllar, boya önderlik etmis, çok akın
yapmıs, savaslarda çok bas kesmisti. Soydasları iki gün büyük yas
tutmus, üçüncü gün onu topraga vermege hazırlanıyorlardı. ... ste tam
bu anda umulmadık bir seyle karsılastılar: Enesaylılar, ne denli
birbirlerine düsman olurlarsa olsunlar, önderlerinin cenaze
törenlerinde komsularıyla savasmak töreye uymazdı. Simdiyse yasa
bürünen Kırgız yurdunu kusatan düsman orduları ansızın
saklandıkları yerden çıkmıs, her tarafı tutmuslardı. Öyle ki kimse
eyere çıkamadı, silaha davranamadı. Ve görülmemis bir kıyım
basladı. Herkesi sıradan öldürüyorlardı. Korkusuz Kırgız soyunu bir
anda yok etmek için hazırlamıslardı bu hareketi. Gelecekte bu suçu
kimse bilmesin diye, kimse öç almaya kalkmasın diye, zaman
geçmisin izlerini silip süpürsün diye herkesi ayırım gözetmeden
öldürüyorlardı.

Bu kırgından, ailelerinden habersiz ormana giden iki çocuk
(bir oglan, bir kız) kurtulur. Çocuklar, bilmeden, kendi soyundan
gelen herkesi öldüren bu kötü insanların pesinden kosarlar.
“Ve iste çocuklar, korkunç düsmanın arkasından böyle
aglayarak ve bagırarak kosuyorlardı. Ve ancak çocuklar böyle
davranabilirdi. Katillerden kaçıp saklanacagına, onlara yetismege
çalısabilirdi.” (Aytmatov 1970: 59).

Doksanüç Savasları’ndan sonra özellikle Balkan Türklügünün
yok edilisi, Yahya Kemal’in deyisiyle “Tasacak kadar Türk dolu
sehirler”de Türk varlıgına son verilmesi, Üsküp gibi bir Türk sehrinin
bir baska ülkenin baskenti olması neyle açıklanabilir? O Üsküp ki
Yıldırım Bayezit Han zamanında, stanbul’un fethinden 60 sene önce
fethedilmis, “çehre ve ruhuyla Türk” bir vatan parçasıydı. (Beyatlı
1992: 71-72).

Azerbaycanlı yazar Mevlüt Süleymanlı, Göç adlı romanında,
bugünkü Ermenistan, tarihî Revan Hanlıgı Türklerinin yok edilisini,
Karakelle soyunun yasadıgı tükenis macerası çerçevesinden anlatır.
Romanda anlatıldıgına göre Çarlık Rusyasının yörede uyguladıgı
politikalar sonucu tükenme noktasına gelen Karakelle soyu, 1917

Ekim htilali sayesinde, son Karakelle çocugu hastalıklı mir’le
yeniden yasama ve varlıgını sürdürme imkânına kavusur. Romanda,
Çarlık yönetiminin yörede uyguladıgı “nüfus politikası” Lemse
Kurtan ve ailesinin devlet destegiyle (kredi verilerek, silahlı, toplu
tüfekli olarak) yöreye getirilmesi ve hakim duruma geçirilmesiyle
vurgulanmıstır. Lemse Kurtan hem halkı kendi is yerlerinde çalısan
köleler durumuna getirmis, hem çıkardıgı çatısmalarla onları
katletmis, hem de en seçkin Karakelle erkeklerini sürgüne
göndermistir. Sürgüne gidenler “Daglar, siz yasayın, biz gider
olduk...” türkülerini söylemektedirler. (Süleymanlı 1990: 147).
Romandaki bu bir tek mısra, buraya bir örnegini aldıgımız,
Türklügün bu daglara, bu topraklara binlerce dizeyle söylenmis
hasretinin izdüsümüdür:

rengi lâleden, teri menevseden
Al yasıl g yinen, b zenen daglar
Ruhlar tezelenir içende suyun
Lezzeti sekerden dad alan daglar
Bir yanı K seli, bir yanı Deller
Bir yanda çagrısır seg-ra ıb ller
Ötmedi bülbüller, açmadı güller
Bülbülü gülüne yad olan daglar
Köçer slam olan, dolar Malakan
Tohav r linde yazıldı ferman
Aglar, an-yas töker Dahar Dili an
Ahır encamında b d olan daglar

Göç adlı romanın ön sözünde Seyfettin Altaylı o toprakların
Türkleri için sunları söylüyor: “1988 Eylülünde Azerbaycan
seyahatimizden esim Fatma ile Anavatanımıza dönerken bir gece bu
köyde (Mevlüt Süleymanlı’nın dogdugu ve Ermenistan’da kalmıs Çiçe
köyünde) kaldık, ordaki bacılarımızla, kardeslerimizle hasret giderdik.
Simdi Kızıl Safak köyünde Türk yok artık. Ermeniler agababalarının
da yardımıyla nice yıllardır sürdürdükleri baskı ve zulümle, bazan
katliamla Türkleri burdaki yurtlarından yuvalarından çıkarıp
attılar ve tamamen bosalttılar. Koç ve at heykelleriyle süslü
Tekeli, mirli, Karakelle, Koçkarlı vs. Türk kabilelerine ait
mezarlar da yok olacak, tertiplenen “Kabirüstü” merasimlerinde
kimse gelip onları yenilemeyecek, üzerlerinde Yasin-i Serif
okuyamıyacaktı. O mübarek kabirler üstünde katil ve vahsi Ermeni
çizmeleri dolasacak, tıpkı Bahçesaray’da, Deliorman’da,
Hisargrad’da, Kırcalı’da oldugu gibi. Yattıgı topragı bile çok
görülen Fuzulî topragı gibi...” (Süleymanlı 1990: 6).


Yalnız Çiçe köyü degil tabiî, o topraklarda yüzlerce Türk
köyüyle beraber yüzyılımızın basında ngilizlerin yaptıgı nüfus
sayımına göre nüfusunun yüzde seksen besi Türk olan Revan
sehrimizin Türkleri de yok edilmis ve bu sehir Ermenilere
baskent yapılmıstır.

Son ferdine kadar katledilmek, Türklerin iliklerine islemis,
genlerine yazılmıs gibidir, dedik. Anadolu agızlarında söylenen “bir’e
varıncaya kadar kırılmak” sözü, Kemal Tahir tarafından da
etkileyici bir anlatım olarak görülmüs ve eserlerinde bu söz, sık sık
kullanılmıstır.

Ermenilerin Türklere uyguladıgı katliamlar, bu soykırım
gerçegini son Türk nesillerine ihtar eden olaylardan olmustur.
Rusya’daki 1917 Ekim htilaliyle isgal altında bulundurdugu
Kuzeydogu Anadolu ve Kafkasları terk eden Rus ordularının bıraktıgı
boslugu Ermeni çeteleri doldurmus, Azılı Tasnak teröristi Antranik,
Erzurum Kale Komutanı olmus ve Ermeni çeteler 1334-1336 (1918-
1920) yılları boyunca bölgede Türk katliamı yapmıslardır. Yüzlerce
köyün nüfusu toptan katledilmis, yakılmıs, toplu mezarlara
gömülmüstür. Ermeniler, iskence ve öldürme konusunda
görülmedik, duyulmadık, akla hayale gelmeyen sadistçe iskence,
eziyet ve öldürme yöntemleri gelistirip uygulamıslardır. Bu köylerden
tarihî kayıtlara geçen ve hafızalardan silinmeyenler tespit edilerek
açılmakta ve bu katliamlar birer birer belgelenmektedir. Kars’ın
Subatan ve Kalo, Igdır’ın Oba ve Hakmehmet, Erzurum’un Kanlıdere
köylerinde bu çalısmalar yapıldı. Kalo Köyü’nde yapılan katliam için,
aslen Kalo Köylü olan ve katliam sırasında Kars’ta bulundugu için
ölümden kurtulan Asık Kahraman’ın “Kalo (Derecik) Köyü Agıdı” çok
bilinen bir agıttır. Sairin bu destanda anlattıgı mezalime
ugrayanların tamamı kendi aile fertleri, akrabaları ve konu
komsularıdır. Bu ibret verici destanın bir yerinde söyle diyor:

Tanrı Ermeni’ye vermis fırsatı
Kesti kökümüzü, kırar milleti...
Ruz-ı kıyamete kaldı müddeti
ntikamın günü arsa dayandı

“Kesti kökümüzü, kırar milleti...” sözü, Birlesmis
Milletlerin yeni tanımladıgı soykırım ya da “genocide” kavramını
karsılıyor mu acaba?...

Ermeniler bu katliamları hiçbir suçu olmayan Azerbaycan
Türklerine 1988-1993 yıllarında da yaptılar. Bir milyon Türkü
evlerinden, topraklarından, yurtlarından söküp attılar. Yine köyleri,

kasabaları, sehirleri yakıp yıktılar. Yalnız Hocalı kasabasında 5.000
insanı öldürdüler. Canlı çocukların gözlerinin içine yanan sigarayı
basarak söndürdüler. Türkün düsmanı düsmanlıgında daima gaddar
olmustur. Kıbrıs’ta da, Güneydogu Anadolu’da da kırk günlük
çocuklara kırk iki kursun vurdular. Herkes bilmezlikten gelse bile,
Türklerin unutması mümkün olmuyor ve bunu hücrelerinde
hissederek yasıyorlar.

Kıpçak Türkleri yok edildi, Altınordu devleti yok edildi, son
kalan Kırım Türkleri topluca sürgün edildi; buna ragmen hâlâ
“Tatar” deyince batılı insan kılıç hatırlıyor, bas kesen bir insan tipi
düsünüyor. Ahıska Türkleri toptan sürgün edildi; Ahıska’da bir tek
Türk bile bırakılmadı; buna ragmen Türkler’e katil muamelesi
yapılmaya çalısılıyor. Böyle bir yüzsüzlük olabilir mi? Oluyor iste.
Azebaycan Türkleri bu hayasızca ve insanlık dısı tutum için
söyle demisler:

Ezizim izi kanlı
Tırnagı, dizi kanlı
Ölen biz, kırılan biz
Tuttular bizi kanlı

Bütün bunlar gösteriyor ki “soykırım” kavramını karsılamak
üzere Türkçede pek çok ifade kullanılmıstır. Türkler, bu ifade ve
ibareleri, kendilerine uygulanmıs olan soykırımı karsılamak üzere
kullanmıslardır. Bunların çarpıcı ve yaygın örnekleri olarak su
ifadeler dikkat çekmektedir:

Türk budunu ölürmek: “Türk milletini toptan öldürüp yok
etmek”,

uru sıratmak: “kökünü kazımak, urugsuz duruma
getirmek”,

yokadu barmak: “(bir milleti) yok etmek, yok etmege dogru
gitmek”,

kanı su gibi akmak, kemikleri dag gibi yıgılıp yatmak:
“asırı kıyıma ugramak”,

Kırgız soyunu bir anda yok etmek,
katliam: “kırgın, kıyım”,
bir’e varıncaya kadar kırılmak: “son ferdine kadar
kırılmak”,

kökünü kesmek: “tamamen yok etmek”,
milleti kırmak: “soykırım yapmak”.

kırgın, kıyım, soykırım, kökünü kazımak, topluca
öldürüp yok etmek gibi sözler ise günümüz Türkiye Türkçesinde
“Genoside” sözünü karsılamak üzere kullanılan ifadelerdir.


Örneklerde de görüldügü gibi, Türk milleti bunları yasamıs ve
ana dilinde yeri geldikçe ifade etmis bir millettir.

Dipnot


* Ahi Evran Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi Ögretim Üyesi
Elmek: msarikaya@gazi.edu.tr


Kaynakça:
Cengiz Aytmatov (1970), Beyaz Gemi, Cem Yayınevi,
stanbul, 1970. (Aytmatov 1970).
Nihad Sâmi Banarlı (1971) Resimli Türk Edebiyâtı Târihi I,
MEB yay. stanbul, 1971. (Banarlı 1971).
Yahya Kemal Beyatlı (1992), Kendi Gök Kubbemiz, MEB yay,
stanbul, 1992. (Beyatlı 1992).
Muharrem Ergin (1988) Orhun Abideleri, Bogaziçi yay.
stanbul, 1988. (Ergin 1988).
Abdülkadir nan (1987), Makaleler ve ncelemeler, 2. baskı,
Türk Tarih kurumu Yayınları, Ankara, 1987, s. 231. ( nan1987).
Mevlüt Süleymanlı (1990), Göç, çev.Arasoglu (Seyfettin
Altaylı), Ötüken Yayınevi, stanbul, 1990. (Süleymanlı 1990).









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder