Soğuk Savaş döneminde komünizmi nasıl kontrol altına aldıysak İslam'ı da kontrol altına alacağız, Batı bunu başaracak' diyordu.
Soğuk Savaş döneminin sonlarıydı. Varolan küresel statüko Sovyetler'in dağılmasıyla çökmüştü. İki kutuplu dünya artık yoktu. Nasıl bir dünya şekilleneceğine dair kimsede bir kanaat yoktu. Ortada sadece herkesin hesapları vardı.
Soğuk Savaşı kazanan 'galipler' yeni bir dünya şekillendirecekti. Tek kutuplu, Atlantik merkezli, gücü sınırsız, rakibi olmayan bir yapı oluşacaktı. Kaynaklar ve pazarlar onların elinde olacaktı. Ekonomik güç sarsılmaz bir siyasal güç de kazandıracaktı. 'Anglo-Amerikan 21. Yüzyıl' başlıyordu ve tarihin sonuna kadar bu böyle gidecekti.
Rusya çökmüştü, ayağa kalkması yıllar alacaktı. Sovyetler'in etrafındaki ülkeler kendilerini bile kurtaramayacak durumdaydı. Üçüncü Dünya bir daha toplanamayacak haldeydi. Rakip olabilecek bütün güçlerin ekonomileri dağılmış, siyasal güçleri parçalanmıştı. Belki de iki yüz yıldır böyle bir ortam oluşmamıştı.
ABD, yakın ortaklarıyla, Roma İmparatorluğu'ndan sonra bir 'Yeryüzü İmparatorluğu' kuracaktı. ABD'nin sınırsız gücü, İngiltere'nin küresel imparatorluk tecrübeleri üzerine bir dünya inşa edilecekti.
En küçük tehditler bile dikkatle incelendi. O günkü değil, sonradan ortaya çıkabilecek tehlikeler tanımlandı. Çin bir tehlike olabilirdi ama daha uzun bir yolu vardı. Üstelik küresel hegemonik güç olacak siyasal kültüre sahip değildi.
Avrupa, ABD dışında bir dünya kuramazdı, Almanya'nın yeniden kontrolden çıkması yakın gelecekte muhtemel görünmüyordu. Latin Amerika'da bir tehdit öngörülebilir gelecekte olamazdı.
Kısaca yeryüzünün hiçbir bölgesinde, Soğuk Savaş'ı yani Üçüncü Dünya Savaşı'nı kazananlara meydan okuyacak bir güç ortaya çıkamayacaktı.
Ancak şaşırıcı bir düşman tespit ettiler. Yeryüzünün en kaotik, sorunlu, fakir, siyasi geleceği karanlık, çatışmalardan bunalmış, Atlantikçi güçler tarafından sömürülen bölgesinde bütün hesapları bozabilecek bir 'tehdit' yükseliyordu.
İki yüz yıllık sessizlikten sonra, İslam-Orta Kuşak üzerinde bir türlü kontrol altına alınamayan kitleler, müthiş meydan okumaya girişmiş, Batı'dan gelen bütün projeleri öfkeli, hiçbir şekilde uzlaşma taraftarı olmayan, Yeni Amerikan yüzyılı projesine daha şimdiden savaş ilan etmiş bir gücü öne çıkarıyordu.
Yeryüzünün en dağınık, en fakir, en geri kalmış bölgelerinden birinde bu güç nasıl ortaya çıkabilirdi? O zaman gördüler ki, bu güç coğrafyanın kendisinden, geçmişinden, İslam'dan, İslami öğretilerin yeniden hareket ettirdiği topluluklardan kaynaklanıyordu.
21. Yüzyıl'ı inşa etmek isteyenler için önceden pek de hesaba katılmamış bir düşmandı bu.
Yeni düşman bulunmuştu. Uluslararası kurumlar bu yeni düşmana karşı seferber edildi. Yasalar değiştirildi, uluslararası sözleşmeler yenilendi. Devletler ve uluslararası organizasyonlar güvenlik stratejilerini yeniledi. İslam ve Müslümanlar, Batı'nın, 21. Yüzyıl dünyasının acımasız düşmanları ilan edildiler.
Öyle bir savaş başlatıldı ki, yeryüzünün hemen her köşesinde anti terör merkezleri kuruldu. Küresel düzeyde olağanüstü hal yasaları uygulandı. ABD'nin öncülük ettiği bu yeni savaşta, Avrupa, özellikle de İngiltere en öndeydi. Müslüman ülkelerin yönetimleri bile onların yanında kendi halklarına karşı savaşa giriştiler.
Tehdit her yerdeydi. Atlas Okyanusu'ndan Pasifik'e uzanan bütün ülkelerde hatta Avrupa'nın ve Amerika'nın kalbindeydi. Kısaca Müslümanların yaşadığı her yerdeydi.
Margaret Hilda Thatcher yukarıdaki cümleleri o tarihlerde, bu tehdit için kullandı. Batı dünyasını hatta bütün dünyayı yeni tehdide karşı seferber edenlerin başında gelen isimlerden biriydi. Acımasız, öfkeyle dolup taşıyordu. O ve ortakları Batı'yı koruyup yeniden inşa ediyordu ama bu proje bizim coğrafyaya milyonların kanı olarak geliyordu.
Afrika ülkelerine kadar hemen her ülkeye benzer açıklamalar yaptırdılar. Bütün açıklamalar aynı kelimelerden oluşuyordu ve yaklaşan büyük 'tehdit'i haber veriyordu. Hatta Müslüman ülkeleri de bu kampanyaya kattılar. Türkiye'nin siyasi liderleri bile oralara gittiğinde 'Biz gidersek İslamcılar gelir' pazarlığını yapıyorlardı.
Ama onlar bu savaşı kaybettiler. Yeni yüz yıl onların istediği yönde gitmedi. Ne bir dünya devleti kurabildiler ne de 'Yeni Amerikan Yüzyılı'nı şekillendirebildiler. Tam tersine, ekonomik kriz içinde kendilerini kurtarma telaşına düştüler. Tek kutuplu dünya yerine birçok kutuplu dünya şekillendi ve insanlık onların acımasız düzenini zihinlerinde çoktan yargılayıp mahkum etti.
20. Yüzyıl'ın en uzun ömürlü siyasi lideri olan Thatcher öldü. Bush'ların, Şaron'ların dünyasının parçasıydı o. İslam'la savaşın en önemli mimarlarındandı. İngiliz emperyal geleneğinin temsilcisiydi. Kendi ülkesinde de dünyada da sevilmedi.
Onların dünya tasavvuru yüzünden çok kan aktı, yüzbinlerce insan öldü, ülkeler harap oldu ama kaybettiler… Bundan sonra kaybedişlere tanık olacağız. İslam'ı ehlileştirme, Müslümanları dize getirme, bunun üzerinden Ortadoğu ve Asya'ya hakim olma projesi çöktü.
Thatcher'ın yolunda kim giderse gitsin, geleceğin dünyası onları kabul etmeyecek. Onlar, 20. Yüzyıl'ın son kalıntıları ve arkalarında kötü miraslar bırakarak gidiyorlar. Ellerindeki kanla, günah dolu defterlerle...
Çünkü tarih yön değiştirdi, suyun akışı değişti..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder