12 Nisan 2013 Cuma

Nüfus tartışması-Taha Akyol


NÜFUS meselesi sadece Tayyip Erdoğan’a bırakılamayacak kadar önemlidir fakat Erdoğan’a muhalefet duygusuyla küçümsenebilecek bir sorun da değildir. Doğurganlık farkları Türkiye’nin iç yapısını ilgilendirdiği gibi, nüfusun yaşlanması da Türkiye’nin geleceğini ilgilendiriyor.

Dünyaca itibarlı Foreign Affairs dergisinin son sayısında Stephen P. Kramer’in “Bebek Açığı” (Baby Gap) başlıklı bir yazısı çıktı. Gelişmiş ülkelerde ve bu arada Avrupa’da nüfusun hem yaşlandığını, hem azalmaya başladığını rakamlarla anlatıyor, bunun “gelişmiş ülkeler için ciddi bir tehlike” olduğunu söylüyor. Avrupa hükümetlerinin yüksek teşvikler vererek kadınları doğum yapmaya özendirmesini istiyor.


Türkiye’nin nüfus dinamiği ne yöndedir? 

Yaşlı ve durgun Türkiye

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün verilerine göre, 1924 yılında Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 15 milyondu, bunun yüzde 42’si 15 yaşın altındaydı! 65 yaşın üstünde sadece 70 bin civarında insanımız vardı.Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olan 2023’te nüfusumuz 82 milyona çıkacak. 15 yaşın altındaki nüfusumuz yüzde 22’ye düşecek. Buna karşılık 65’in üzerindeki yaşlı nüfusumuz yüzde 9’u bulacak, yani kabaca 7 milyon!.. Emekli maaşları, sağlık giderleri falan ona göre!

Tabiat kanunu gibi bir kuraldır: Şehirleşme, eğitim ve bilhassa kadının ekonomik hayata katılması geliştikçe doğurganlık azalıyor, nüfus yaşlanıyor.

Durgun ve yaşlı bir toplum ya her alanda yavaşlamaya veya bol bol yabancı işçi almaya mecbur kalıyor, bu da kültürel çatışmalara yol açıyor.

Bölgelere göre doğurganlık

Türkiye’de ortalama doğurganlık geçmişteki 6-7 civarından 2008 yılında 2.2’ye inmiş olmakla beraber bölgeler arasında dengesizlik vardır. Batı illerimizde doğurganlık 1.7’ye kadar düşmüştür; bir veya iki çocuk yani... Buna karşılık doğu illerimizde doğurganlık 3.3’tür, yani ortalama üç veya dört çocuk, yaklaşık iki misli!

Fakat şehirleşme, eğitim ve kadının topluma katılması gibi dinamikler geliştikçe doğu illerimizde de doğurganlık azalıyor: Bu illerimizde doğurganlık 1993 yılında 4.4’tü, on beş yılda, 2008’de 3.3’e indi. Şehirleşme, piyasa ekonomisi, eğitim ve bilhassa kadının sosyal hayata katılmasıyla daha da aşağıya inecek. “Haydi kızlar okula.”

Kimler doğursun?

Düşük eğitimli, dar gelirli ve sosyal ilişkileri sınırlı olanlar ve genelde kırsal kesimler dünyanın her yerinde daha çok doğuruyor. Böyle bir sosyal çevrede aile içindeki çok sayıda çocuğun hayata şanslı başladıklarını söylemek kolay değildir.

Rasyonel olarak, yani kâğıt üzerinde, “herkesin iyi bakabileceği kadar çocuk yapması” ideal olanıdır. Kâğıt üzerinde diyorum, çünkü nüfus eğilimlerini belirleyen şehirleşme, eğitim, iş hayatı gibi sosyolojik dinamikler asıl belirleyici faktörlerdir.

Sosyolojik kategori olarak 4-5 hatta daha fazla çocuk yapanlar için “en az üç çocuk” sözünün bir anlamı yok. Onun için “en az üç çocuk”un hedefi, 1-2 çocuk yapan “burjuva”lardır! Doğru bir hedeftir ama Başbakan istiyor diye muhafazakâr burjuvazide bile önemli bir doğurganlık artışı olacağını sanmıyorum.

Stephen P. Kramer de yukarıda bahsettiğim makalesinde, Avrupa’da nüfusu artırmak için “etkili teşvikler” verilmesini istiyordu. Bunun bile ne kadar etkili olabileceği ancak ‘deney’le görülecektir.

Nüfus, kesinlikle fevkalade önemli bir meseledir, siyasi önyargılara kapılmadan ciddiyetle tartışmak gerekiyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder