11 Nisan 2013 Perşembe

McTıp: Hasta üretim sistemi-Kemal Özer





Endüstriyel tıp, post modern tıp ya da McTıp da denilen günümüz tıbbının sağlığı korumaktan öte, hastalıkları ötelemeyi öncelikli amaç edindiğini söylemek haksızlık olmaz. 



Son günlerdeki kolesterol tartışması bir açıdan mecrasında ilerliyor, bir açıdan da farklı tartışmaları tetikliyor. Bu süreçte üç temel sorunun yoğun bir tartışma yaratması ise sevindirici bir gelişme. Başlıklardan ilki, istatistik kullanılarak 'maniple' edilmemiz, ikincisi 'sağlıklı insanlardan hasta yaratma fikri'nin geldiği boyut, üçüncüsü ise ilaç sektörü ile doktorlar arasındaki ilişki.

Bu tartışmayı zihnimizde doğru konumlandırmak için öncelikle tıbbın varlık nedenini netleştirmek gerekecek. Tıp; sağlığı korumak ve hastalıkları tedavi etmek amacıyla uygulanan geleneksel ve modern metotların tümüdür. Görüleceği üzere; tıbbın görevi sadece tedavi etmek değil, sağlığı da korumak. Batı tıbbı, endüstriyel tıp, post modern tıp ya da McTıp da denilen günümüz tıbbının sağlığı korumaktan öte, hastalıkları ötelemeyi öncelikli amaç edindiğini söylemek haksızlık olmaz.

KORUYUCU HEKİMLİĞİN ÖNEMİ
Eskiden Müslümanlar sağlığı imandan sonraki en değerli şey olarak gördüklerinden, 'koruyucu hekimlik' denilen müessesesinin gelişimi için önemli katkılar sunmuşlar. -Bugün tartışma yaratan ana neden, koruyucu hekimliğe yönelik öneriler- Oysa günümüz tıp endüstrisi ne yazık ki, bu hasletten önemli ölçüde uzak. Özellikle de 20. Yüzyıl'ın başında Fransa'nın küçük bir köyü olan Saint Maurice'ne atanan Knock adlı art niyetli genç bir doktorun başlattığı süreç ve sonrasındaki gelişmeler, tıbba olan güveni yok etme noktasına getirdi. Son derece sağlıklı insanların yaşadığı köyde, hiç kimsenin yolunun doktora düşmemesi, doktoru hem mesleği icradan uzaklaştırmış, hem de kazanç elde etmesini engellemiştir. Bu şekilde mesleğini sürdüremeyeceğini düşünen Dr Knock, sağlıklı insanları muayenehanesine çekmenin yolunu arar. Uyanık doktor, köy öğretmeninin de yardımıyla köylüleri toplar ve köylülere: "Haberiniz olsun, diğer köylerde hızla yayılmakta olan salgın bir hastalık var!" şeklindeki yalanını söyler. Çok geçmeden köylüler, kurnaz doktorun odasının önünde kuyruk oluştururlar. Herkes ikna olmuş ve köy bir hastaneye dönüşmüştür artık. Sonrası hem doktor için, hem de eczacı için güzel ve kazançlı günler demektir.
Bu ihtiraslı ve hilebaz doktorun hayata geçirdiği 'sağlıklı insanlardan hasta yaratma' denemesi, sonrasında batılı ilaç endüstrinin en önemli aracına dönüşür. Artık her gencin yaşadığı ergenlik, her kadının fıtrî özelliği olan adet dönemi ve menopoz bile, ilaç şirketlerince hastalık olarak gösterilip, doktorlarca reçetelendirilmeye, açılan bu yoldan ilerleyen şirketler ise hastalık için ilaç değil, ilaç için hastalık üretmede birbiri ile yarışmaya başlar.
İLAÇ SEKTÖRÜNÜNÜN AÇ GÖZLÜLÜĞÜ
Bugünkü anlamda ilaç sektörü, 1952'lerde doğarak hızla sanayileşmiş ve dünyanın yıllık ilaç tüketimi ise 1 trilyon dolar seviyesine ulaşmıştır. Dünyanın ve Avrupa'daki en hızlı büyüyen pazarlarından biri, Türkiye ilaç pazarı... Deloitte'nin '2010 Türkiye Sağlık Sektörü Raporu'na göre Türkiye; Avrupa'daki 6. en büyük ilaç pazarı iken, 2015'lerde dünyanın ilk 10 dev ilaç pazarından biri olacak. 2004'da 5,6 milyar dolar olan ilaç tüketimi, 2011'de 15 milyar doları aşmış durumda. Mezkûr rapora göre, 2013'de ise 22 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği D. İ. Sekreteri Dr. Halis Ulaş diyor ki: "Ülkemizde toplam sağlık harcamalarının neredeyse yarısını ilaç harcamaları oluşturmakta. İlaç tüketiminin ulusal gelire oranı hesaplandığında, Türkiye tüm gelişmiş ülkeleri geride bırakıyor. Koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti anlayışı yerine, büyük ölçüde dışa bağımlı olduğumuz ilaç ve tıbbi teknoloji tüketimine odaklı tedavi edici sağlık hizmeti anlayışını önceleyen Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın kaçınılmaz sonucu olarak, ilaç pazarımız dünyanın en hızlı büyüyen pazarı haline getirildi."
Tüm veriler ortada olmasına karşın ne yazık ki, batılı tıp endüstrisi dolayısıyla da ilaç sektörü için altın yumurtlayan bir ülke olan Türkiye'de aykırı hiçbir görüşe tahammül yok. Bunu son olarak, 'kolesterol hastalık mı, değil mi' münakaşasında gördük. Tartışmayı yapanların hepsi akademisyen ve hepsi ilaç sektöründe yaşananları gayet iyi bilen kimseler.
Bu durumda bakmanız gereken şey, muhataplarınızın ilişkileri. Yani 'satılık hastalıklar' ya da 'ilaca uygun hastalıklar' gerçeği ile arasındaki mesafe, sizin kendisi ile olan mesafenizi belirleyecek yegane unsur olur ve olmalı.
Margarin reklamlarına katılmış, neredeyse tüm aktivitelerini ilaç firmalarının sponsorluğunda yapan gerçek veya tüzel kişilerin, bu tür tartışmalarda taraf olmaması beklenir. Lakin bu sorunu aşmakta kolay değil. Bu tür durumlarda ilaç firmalarının çıkıp bağımsızlığı herkesçe kabul gören otoritelerin çalışmalarını yayınlaması beklenirdi. Oysa onlar kendilerinden çok sözcülerinin konuşmasını tercih ediyorlar ve bu da süreci yönetmenin bir biçimi olabilir. Tartışmaya TBMM'den katılan GATA kökenlilerin, kolesterolle insülini birbirine benzetmesi de tartışmanın hangi duygusallıkla yapıldığının açık bir göstergesi.
KOLESTOROLÜN SUÇU NE?
Şayet ülkemizde koruyucu hekimlik yapılıyor olsaydı, kolesterol yüksekliği tespit edilen kişilere; -Prof. Osman Müftüoğlu'nun ifadesiyle- "Karaciğeriniz kolesterolü, besinlerle aldığınız doymuş yağlardan üretir. Bu nedenle de yağdan, özellikle doymuş yağlardan (hayvansal yağlar, margarinler, bazı bitkisel yağlar) zengin beslenenlerde kolesterol üretimi artar, bu tür yağların kısıtlandığı kişilerdeyse üretim azalır, kan kolesterol seviyesi düşer," bu nedenle de, önce tüketim biçimini değiştir sonra bir daha bakalım denilmesi gerekirdi. Maalesef bunun yerine, hemen reçete yazılarak kolay, en kolay tercih ediliyor.
Son olarak iki can alıcı noktayı uzmanların kaleminden aktaralım: Yine Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Hürriyet'teki yazısında: "Kolesterol olmadan hayatımızı sürdürebilmemiz mümkün değil. Bunun anlamı şu: Kolesterol sadece sağlık için değil, hayat için elzem olan bir madde. Seks hormonlarımız testosteron ve östrojen kolesterol olmadan üretilemez. Yani üreyip çoğalmamız bile bir ölçüde kolesterol sayesinde mümkün. Hücrelerimizin duvarları da bütünlüğünü kolesterol sayesinde koruyor..." Prof. Dr. Ahmet Aydın ise aynı konuyu şöyle ifadelendiriyor: "Kolesterol vücut için olmazsa olmazdır, hücrenin yapı taşlarını oluşturur. Kolesterolsüz yaşam mümkün değil. Eğer kolesterolünüz yoksa hücre yapı taşlarınız da oluşamaz, yaşayamazsınız. Birinci görevi bu... İkincisi ise, birçok hormonun ana maddesi kolesteroldür. Mesela kortizol gibi... Erkeklik hormonu da kortizolden yapılır, kadınlık hormonu da... Safra asitleri de, D vitamini de..."
O halde tarafımızı seçmeden önce, kim safını neye göre belirliyor onu bilmemiz gerek. Aksi halde başkalarının amacına araç oluruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder