Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve Meşrutiyet Meclisi’nde çıkarılan Kiliseler Kanunu’yla Bulgar ve Yunan Ortodoks kiliselerinin barışması Osmanlı için tam bir felakettir. Çünkü padişah bu iki kilise arasındaki kavgayı alttan alta körükleyerek Bulgaristan’la Yunanistan’ın dostluk kurmalarını engellemekteydi. Bunlar birleşirlerse Osmanlı’ya savaş açacaklarını biliyordu; nitekim de öyle oldu! Ama İttihatçı tayfası burnunun ucunu göremiyordu ki, birkaç ay sonra ne olacağını kestirebilsin!
Herneyse, bağımsızlığını yeni kazanan Balkan devletleri yani Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan savaş açarlar Osmanlı Devleti’ne; bu da I. Balkan Savaşı’nı oluşturur. Osmanlı bu savaşa hepten hazırlıksızdır. İkmal ve Levazım Teşkilatı doğru dürüst çalışmamaktadır. Dahası savaş gücü yüksek, deneyimli 120 tabur asker, “acaba Abdülhamid Han’a bağlı olabilirler mi?” gibisinden kaynağı belirsiz bir kuşku nedeniyle alelacele terhis edilip Anadolu’ya gönderilmiştir. Ama asıl sorunu askerin siyasete bulaşmış olmasında aramak gerekir. Asker bir kez siyasete bulaştı mı, asıl mesleğine geri dönmesi zordur çünkü. “Devlet yönetmek varken ordu yönetmek de neyin nesiymiş!” düşüncesi pek bir cazip gelmiştir nice komutana. Sonuçta, Osmanlı ordusu kısa sürede dağılır. Ekim 1913’te Bulgar ordusu Çatalca’ya kadar ilerler; Makedonya’yla bağlantılar kopar. Sırplar Üsküp’e girer. Arnavutluk elden çıkar ve Osmanlı artık Balkanlar’da söz sahibi değildir!
***
Londra’da yapılan antlaşmayla Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan devletlerine bırakılır. Ancak Osmanlı’nın topraklarına üşüşen devletler birbirinin gırtlağına çöker ki, II. Balkan Savaşı çıkar. Romanya da savaşa girince çatışmaların boyutları hayli genişler; Bulgaristan epeyce hırpalanır. Bu fırsattan yararlanan Osmanlı, Edirne’yi geri alır. Osmanlı-Bulgar Antlaşması imzalanır ve Edirne’yle Kırklareli yeniden Osmanlı’ya katılır. Batılı devletler kolları sıvayıp Osmanlı’dan Meriç nehrinin batısına geçmeyeceği yolunda bir güvence ister ve alır. Yarbay Enver Bey bu antlaşmayı ciddiye bile almaz ve 16 subayla 100 erden oluşan 116 kişilik bir çeteyi Kuşçubaşı Eşref Bey’in emrine verir. Kuşçubaşı, Edirne’den Ortaköy’e doğru yola çıkar ve Papazköy’e varmadan bin 200 kişilik Bulgar Domuzciyev çetesinin katlettiği 400 Müslüman Türk’ün cesediyle karşılaşır. Eşref Bey katillerin peşine düşer ve 16 Ağustos 1913’te Koşukavak’da çeteyi yakalar. Çatışmada 83 Bulgar eriyle Domuzciyev, 5 subay ve 6 kaptan yakalanır, zincire vurulur. Çetesinin geri kalanları ya öldürülür ya da kaçar. Eşref Bey durmadan Mestanlı’ya gider ve çarpışmasız burayı alır. Ertesi gün çıkan bir çatışma sonucunda Kırcali’ye de Osmanlı sancağı dikilir. Eşref Bey’in kuvvetleri gönüllülerle 600 kişiye çıkmıştır. Mestanlı ve Kırcali’ye birer hükümet reisi atar Eşref Bey ve Enver Bey’in talimatıyla bunların yönetimini kendine bağlar ki, Babı Ali batılılar karşısında zor durumda kalmasın. Ama Babı Ali telaş içinde, talimat üstüne talimat yağdırır, Kuşçubaşı’nın daha ileri gitmemesini emreder. Ne var ki, Enver Bey “Batı Trakyanın tümünü işgal ediniz” buyruğunu uçurur o saat. Dahası Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk reisi olacak Süleyman Askeri Bey komutasında yeni bir birlik de yollar bölgeye. Ve sırasıyla Gümülcine, İskeçe yeniden ele geçirilir. Kısacası Batı Trakya kurtarılmış ve Meriç boyları Bulgar’dan temizlenmiştir.
Gümülcine’nin kurtulmasından sonra Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulur, reisliğine de Salih Hoca getirilirse de dizginler Süleyman Askeri Bey’le Kuşçubaşı Eşref Bey’in elindedir çünkü askerin başında onlar vardır. Bu hükümetin kurulmasıyla batı büyük bir telaşa düşer. Dedeağaç dışında Batı Trakya’nın tümünü elinde tutan hükümetin şimdi de Dedeağaç’a yürüyeceği istihbaratını aldıklarını söylerler Babı Ali’ye ve bir şeyler yapmasını isterler! Babı Ali bu hükümetin hemen dağıtılıp birliklerin geri dönmesini emrederse de, bu emir sağır kulaklara düşer. Süleyman Askeri ve Eşref Bey’ler Osmanlı’dan bağımsızlıklarını ilan ederler ve 12 Eylül 1913’de Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir devlet çıkar! Başkent Gümülcine’dir; düzense Cumhuriyettir ve Türk tarihinde bu bir ilktir. Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nden beş, Türkiye Cumhuriyeti’ndense 10 yıl önce kurulmuştur!
Bundan sonra olanları ki, gerçekten akıllara ziyandır, bir başka yazıya saklayalım...
Batı Trakya Cumhuriyeti II
Batı Trakya Cumhuriyeti, Kars dolaylarında 1918’de kurulan Azarbeycan Türk Cumhuriyeti’nden beş, 29 Ekim 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ndense on yıl önce kurulmuş, ilk Türk cumhuriyetidir. Yeni devlet ay yıldızlı yeşil-beyaz-siyah bir bayrak kullanmıştı. Beyaz özgürlüğü, siyah Balkanlardaki acımasızlığı , yeşil İslamı, ay-yıldız da Türklüğü simgeliyordu. Başkenti Gümülcine, yüz ölçümü 8 bin 578 kilometre kare, ordusu çoğunlukla piyade 29 bin 170 kişi, Devlet Başkanı Salih Hoca, Genelkurmay Başkanı Süleyman Askeri, Kuruluşu 28 Temmuz 1913, yıkılışıysa 29 Ekim 1913’tür.
Kuşcubaşı Eşref ve Süleyman Askeri Beyler amaçlarını bildirmek seslerini dünyaya duyurabilmek için Batı Trakya Haber Ajansı’nı kurarak başına Samuel Karaso Efendi’yi getirmişlerdi. Dahası Türkçe ve Fransızca yayın yapan Independant (Bağımsız) diye de bir gazete çıkarmaya başladılar hemen. Bu arada Süleyman Askeri Bey, Batı Trakya için bir milli marş yazmaya oturdu. Bulgar ve Yunan posta pulları geçersiz sayılmış hükümet yeni pullar bastırmıştı. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması için hazırlıklar yapılmış, İstanbul’dan Eylül ayında 3 bin tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş, Ekim’de devlet bütçesi hazırlanmıştı. Özetle devlet kurulmuş, çalışmaya başlamış, bayındırlık hizmetlerine bile soyunulmuştu.
Osmanlı Devleti’yse, bir yanda kendi askerlerinin bu olağanüstü başarısı öte yandaysa batının bitip tükenmek bilmeyen baskıları arasında sıkışıp kalmıştı. Bu arada Yunanistan, bu yeni devleti Bulgaristan’a karşı bir müttefik olarak görmeye başlamış ve 2 Ekim 1913’de Dedeağaç, yeni devlete bırakılmıştı. Ama bütün bu gelişmelere rağmen yeni devlet yaşayamadı. Batı ve Rusya’nın baskılarına dayanamayan Babıali, 25 Ekim 1913’de İstanbul Antlaşmasını imzalayarak Batı Trakya’nın resmen Bulgaristan’a katılımını onayladı. Dahası Süleyman Askeri ve Kuşçubaşı Eşref Beylere devleti 25 Ekim 1913’e kadar Bulgar’lara devretmesini buyurdu! İstanbul’dan gelen Albay Cemal Bey’in gözetiminde devlet kendini yok saydı ve Bulgarlar 30 Ekim’e kadar sessiz sedasız bölgeyi yeniden işgal etti!
Osmanlı’nın bölgeyi Bulgarlara bırakma nedeninin ardında İttihatçıların kendi aralarındaki çekişmeler yatmaktadır diyenler de vardır. Cemiyetin astığı astık kestiği kestik yönetim biçiminden bıkan kimi aydınlar, Batı Trakya’da yeni kurulan cumhuriyete koşmuş, devlette görev almaya başlamaştı. Ama tek başına, “salt iktidarda kalmak amacıyla cemiyet Batı Trakya’yı sattı” görüşü bizi yanıltır. Babıali baskınından sonra iktidara soyunan ittihatçıların basiretsiz, beceriksiz, devlet yönetme konusundaki deneyimsizlikleri, Osmanlı Devletini Batı’ya boyun eğen, öz güvenden yoksun bir dış siyaset yürütmesine yol açmıştı. Sonuçta 55 günlük siyasi bir ömrü olan Batı Trakya Cumhuriyeti’nin tarih sahnesinden çekilmesi, bölgenin Bulgarlara tek kurşun almadan teslim edilmesi, Trakya’daki Türkleri hayal kırıklığına uğrattı. Hükümetin yönetici kadrosu İstanbula dönmüşse de Teşkilat-ı Mahsusa’nın has adamları Osmanlı kimliği ve etkisini koruyabilmek için imam, köylü, tüccar kimliğinde çalışmalarını sürdürdü. Yıllar sonra baktığımızda bu uygulamanın bölgedeki Türk-Müslüman kimliğini korumak açısından başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki, “eğer bu devlet yaşasaydı, Babıali’nin eli güçlenecek belki de Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlara bu kadar kolay teslim olunmayacaktı”, diyenler haklı mıdır sizce?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder