İnsan gibi toprağın da iyi ya da kötü yazgılısı var. Nuh tufanından itibaren başından bela eksik olmayan Irak coğrafyası herhalde bu hükmün geçerli olduğu nadir yerlerden biri.
İnsan gibi toprağın da iyi ya da kötü yazgılısı var. Nuh tufanından itibaren başından bela eksik olmayan Irak coğrafyası herhalde bu hükmün geçerli olduğu nadir yerlerden biri. Özellikle de Kerbela ve Bağdat. İki kentin isimi tarihte, 'ıstırap, işgal, baskın, kargaşa' vb. sözcüklerle birlikte anılırdı; asırlar sonra hâlâ öyle anılıyor.
Bölgenin kaderi her yüzyılda en az bir kere işgal edilmek (buna günümüzde kurtarılmak deniliyor olması bir şey değiştirmiyor) ve buna eklenen iç savaşlar...
Abbasi taht kavgaları
Abbasi tahtına kimin oturacağı çekişmesinden kaynaklanan bitmez tükenmez mücadele fonda sabit kalmak üzere çizilecek tablolarda Moğol istilası ve barbarlığı, Timur'un hudutsuz kıyıcılığı ve gerçekleştirdiği katliam, Celayiri, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, nihayet Osmanlı hâkimiyeti var. Ve kuşkusuz hepsinden ayrı olarak Kerbela faciası.
Rahmetli Nihat Sami Banarlı, Fuzuli'nin ruh dünyasını etkileyen ortamı anlatırken, "Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in şehid edildiği yerlerde doğup büyümek, bir tür miras gibi nesilden nesile devredilen ıstırabı teneffüs etmek demektir" diyor. Haklı.
Kerbela faciasını tıpkı Hz. İsa'nın çarmığa gerilmesini sonsuz bir vicdan azabına dönüştüren Hıristiyanlar gibi yoğuran, romantik Şii kültürünün en canlı yaşandığı toprakların, Fuzuli'nin kendini inşa sürecinde yapı harcı rolü oynadığına şüphe yok.
Kaynak yine kendisi
Muhtemelen 1504'te doğdu ünlü şairimiz. Fuzuli'nin hayatı hakkında bilinenler, sahiplenme isteğinin buram buram koktuğu çeşitli rivayetten ibaret. Doğruluğundan şüphe edilmeyecek tek kaynak yine kendi kalemi.
Fuzuli eserlerinin mukaddimesinde (sunuş yazısında) gerek hayatı gerekse yaşadığı ortam ve şiir anlayışı konusunda bilgiler veren bir sanatkâr:
"Şiir kaynağı ilahi olan bir marifettir. Şair ilahi yardıma mazhar olmaksızın kusursuz şiir söylemeye kaadir olamaz. Bununla beraber şiir Allah'ın en yakın lutfuna mazhar olmuş peygamberler için değil, dünya insanlarına mahsus bir sanattır.
O kadar ki şiirin itibarını arttırmış olduğu halde Hz. Muhammed bile ruhunun dudaklarını şiirin lezzetiyle ıslatmamıştır. Çünkü şiir biz gibi nakısların (eksikli yaratılmışların) süsüdür. Peygamber ki kâmildir, Allah onu süse muhtaç kılmamıştır. Şair, şiir cennetlerine yaradılışındaki kabiliyetten izin alarak girer. Cennet güzellerini andıran güzeller karşısında önce gönül yakıcı şiirler söyler.
Hatta bu söyleyişiyle şöhret kazanabilir. Fakat heves çağlarının şiirini ilim cevheriyle süslemek ve bütünlemek lazımdır. İlimsiz şiir temelsiz duvar gibi olur. Temelsiz duvar da itibarsızdır. Şair sanatında ilerledikçe ilimsiz şiirden ruhsuz cesetmiş gibi tiksinir."
Türk Oğuz aşiretinden Bayat boyuna mensup bir ailenin çocuğu Fuzuli. Hille'de ya da Kerkük'te müftülük yapan Süleyman Efendi'nin oğlu olduğu sanılıyor.
Necef ve Kerbela'da yetişti
Delikanlılık yıllarının Necef ve Kerbela'da geçtiği, daha sonra, 'Burc-ı Evliya' diye tanımladığı Bağdat'a yerleştiği söylenebilir.
Asıl adı Mehmed. Hoca Rahmetullah adlı bir alimin medresesinde eğitim gördüğü, hatta onun kızına âşık olup evlendiği, şiir sanatına dair bilgileri Habibi'den aldığı sanılıyor. Kaç yaşında yazmaya başladığı meçhul.
"Şiire başladığımda her gün bir mahlas beğeniyordum. Fakat biraz sonra aynı mahlası kullanan bir başka şaire rastlıyor ve mahlasımı değiştiriyordum. Sonunda anladım ki, benden önce gelen şair dostlarım kelimelerden çok mahlasları kapışmışlar. Düşündüm: Eğer şiirde başkalarıyla ortak bir mahlas alır da muvaffak olursam şiirlerim mahlas ortaklarımın sanılabilir, bana yazık olur. Muvaffak olamazsam, mahlas ortaklarıma kötülük etmiş olurum. Bu benzerliği ortadan kaldırmak için Fuzuli adını aldım. Kötü adlılık beni başkalarıyla karıştırılmaktan korudu.
Allah'a şükür ki dikenim gül, taşım elmas oldu. Âlemde tek kalmak istiyordum. Bunu mahlasım sağladı. Şahsiyetimin eteği ortaklık elinden kurtulmuş oldu. Sonra mahlasımın gerçek manasını keşfettim. Fuzul lügatte fazl'ın (fazilet) çoğuluydu."
Devrinde ilgi görmedi
Anadili Türkçe dışında Arapça ve Farsça şiirler de yazan Fuzuli'nin yaşadığı sürece yeterince şöhret kazandığı ya da ilgi gördüğü söylenemez. Hayatının yoksulluk içinde geçtiğine şüphe yok. Şii olduğu ve Şah İsmail'i takdir eden mısralar kaleme aldığı halde Safevilerden yakınlık görmediği biliniyor.
Şia'ya karşı sert bir siyaset izleyen Osmanlı padişahı Kanuni'nin Bağdat'ı fethiyle kısmen soluk aldığına şüphe yok. Ancak Osmanlı yönetiminin Bağdat vakıflarından ona bağladığı maaşı, bütün uğraşmalarına rağmen hiçbir zaman alamadığı da kesin. Nişancı Celal-zade Mustafa çelebiye yazdığı mensur mektup olan 'Şikâyetname' bunun kanıtı.
'Leyla vü Mecnun'
Fuzuli'yi Türk şiirinin zirvesine taşıyan aşk ve ıstırap mesnevisi 'Leyla vü Mecnun'u, Kanuni'yle birlikte Bağdat'a gelen iki büyük Osmanlı şairi Hayali ve Yahya Bey'in teşvikiyle yazdığı kabul ediliyor.
Fuzuli 'Rum zarifleri' diye tanımladığı bu iki şairin 'Leyli Mecnun Acem'de çoktur/Etrak'te (Türklerde) ol efsana yoktur/Takrire getir bu destanı/Kıl taze bu eski büstanı' deyişinin kendisini kışkırttığını söylüyor.
Türkçe sevgisi
Fuzuli'nin anadiline sevgiyle tutunduğuna şüphe yok. Hadikatü's Suada'nın girişine dua mahiyetinde koyduğu dizelerde bunu görmek mümkün: "Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feviz veren Allahım/Sen Arap milletini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın/Acem sözlerini İsa'nın nefesi gibi cana can katan güzelliğe ulaştırdın/Ben Türküm, Türk diliyle yazmak istiyorum. Benden iltifatını esirgeme."
Fuzuli'nin sözlerini yaşadığı coğrafyanın Irak olduğunu ve Türkçenin o topraklarda yaygın konuşma dili dahi olmadığını düşünerek anlamlandırmak gerek.
Arapçanın kutsal sayıldığı Farsçanın sihirli bir edebiyat dili kabul edildiği ortamda "Ol sebepten Farisi lafz ile çohdur nazm kim/Nazm-ı nazik Türk lafzıyla iğen düşvar olur/Bende tevfik olsa bu düşvarı asan eylesem/Nevbahar olgaç dikenden berk-i gül izhar olur" demek kolay olmasa gerek.
Ahdi Tezkiresi'nden tespit edilen, Fuzuli'nin 1556 yılında yani 52 yaşında Kerbela'da öldüğü. Aynı kaynakta onun veba salgını sırasında bu hastalığa yakalanarak hayatını kaybettiği bilgisi de var.
Mezarı muhtemelen Hz. Hüseyin'in türbesi yakınlarında. Gerçi sonradan yapılmış şimdi tamamen yıkılmış olan bir türbesinin bulunduğu biliniyor ama oraya defnedildiğine dair kesin bir bilgi de yok. Araştırmalar şairin hayatının son yıllarında bağlandığı Bektaşi dergâhının haziresinde şeyhinin yanına gömüldüğünü, ancak o binanın da yıkılıp yerine çarşı yapıldığını gösteriyor.
Çerçeve
Ünlü Şikâyetname
Huzurlarına gittim. Bir cem gördüm. Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdur deyu iltifat etmediler. Gerçi görünüşte itaat edermiş gibi davrandılar ama kızgın bir halde sualime cevap verdiler.
Dedim: Ya eyyühe'l ashap bu ne fil'i hata ve çin-i ebrudur?
Dediler: Muttasıl âdetimiz budur.
Dedim: Benim riayetim vacip görmüşler ve bana berat-ı tekaaüd (emekli maaşı belgesi) vermişler ki Evkaftan hemişe behre-mend olam ve Padişaha ferağ-ı bal ile dua kılam.
Dediler: Ey miskin senin mezalimine girmişler ve sana sermaye-i tereddüt vermişler ki müdam bi faide cidal edesün ve na-mübarek yüzler görüp na-mülayim sözler işitesün.
Dedim: Beratımın mazmunu ne için suret bulmaz?
Dediler: Zevaiddür husuli mümkün olmaz
Dedim: Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: Zarurat-ı astaneden ziyade kalırsa bizden kalır mı?
Dedim: Vakıf malın ziyade tasarruf etmek vebaldir.
Dediler: Akçemizle satın almışız bize helaldir.
Dedim: Hisab alsalar bu sülukinuzun fesadı bulunur.
Dediler: Bu hisab kıyametde alınur.
Dedim: Dünyada dahi hisab olur, haberin işitmişiz.
Dediler: Ondan dahi bakimiz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.
Gördüm ki sualime cevaptan gayrı nesne vermezler ve bu berat ile hüccetim reva görmezler, naçar terk-i mücadele kıldım ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.
Şiirlerinden seçmeler...
Öyle inceldim ki hayal-i tar-ı zülfünden
onun/Ey Fuzuli her gören bir mu (zerre)
hayal eder beni..
* * *
Öyle zayıf kıl ki tenimi firkatinde ki;
Vaslına (kavuşmak için) mümkin ola
yetürmek sabâ (rüzgâr) beni..
* * *
Ey bi vefa ki âdet olupdur cefa sana
Billah cefadur olma demek bi-vefa sana
Bin can olaydı kaş meni dil-şikestede
Ta her biriyle bir kez olaydım feda sana
* * *
Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya
nedir Men kimem, saki olan kimdir,
mey ü sehba nedir.
Geçi canandan dil-i şeyda için kâm isterem,
Sorsa canan bilmezem kâm-ı dil-i şeyda nedir.
* * *
Saçma ey göz aşktan gönlümdeki odlara su
Kim bu denli tutuşan odlara kılmaz çare su.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder