15 Mart 2013 Cuma

Sarhoşluk Temel Hak mıdır?-arastiralim.net


Sarhoşluk Temel Hak mıdır?

Büyük şehirler, adeta açık hava meyhanesine döndü. Her sokakta içki satan dükkânlar var. Özellikle hafta sonlarında parklar, yol kenarları, kapı önleri, hatta camilerin yanı başları sarhoşların mekânları olmuş durumda. Herkes, sarhoşların verdiği rahatsızlık ve zarardan şikâyetçi; ama kimse sarhoşluğun illeti olan içkiye sınırlama getiremiyor.
İnsan sağlığına zarar veriyor diye sigaranın toplu yerlerde içmesi yasaklanıyor, filmlerde sigaralı sahnelere izin verilmiyor; ama sağlığı tehdit etme bir yana “Kötülüklerin anası” olması niteliğiyle bizzat emniyetin istatistiklerine göre genel suçların %85′inin, ırza geçmelerin % 50′sinin, eş dövmenin %70′inin, izinsiz işe gitmemenin %60′ının, cinayetlerin %85′inin, genel şiddet olaylarının %50′sinin, genel tutuklamaların %50′sinin nedeni olan içkiye yönelik somut bir adım atılamıyor.
Her gün içki yüzünden dağılan ailelerin dramı konuşuluyor, ölen insanların cenaze haberleri veriliyor, trafik kazalarının ekonomiye verdiği kayıplar hesaplanıyor, alkolizmin neden olduğu iş kaybı ve hastane masrafları gündeme getiriliyor ama “İçkili alanları sınırlandıralım” demekle yetinenler bile adeta linç ediliyor.

Anayasa profesörleri “İçki yasağı referanduma sunulamaz” diyorlar, “temel haklar”dan söz ediyorlar. İçki yasağına yönelik her belirti karşısında malum medyanın bütün yazarlarının eksiksiz katıldığı kampanyalar düzenleniyor, bu girişimlerde bulunan siyasetçilerin partilerini kapatmaya yönelik tehditler savruluyor ve onlara bir şekilde geri adım attırılıyor.
İçkiye “dokunulmaz bir kutsaliyet” verilmiş, nasıl Hindistan’da inekler trafiği alt üst etse de onlara dokunulamıyorsa Türkiye’de de içki neye neden olursa olsun ona dokunulamıyor, sarhoşlara yönelik hiçbir tedbir getirilemiyor. Aksine içkili halde suç işlemek ceza indirimine neden sayılıyor, yol kenarlarında sızıp kalan sarhoşlara hizmet etmek bir insanlık görevi sayılıyor.
Cumhuriyet yıllarında yaygınlaştı
Tahrif edilmiş Hıristiyanlık, bütün zararlarına karşın içkiye yönelik bir yasaklama içermiyor, aksine kiliselerde, belli günlerde şaraplı törenler düzenleniyor. Müslüman Türkler, Anadolu’ya yerleştiklerinde karşılarında içkiye müptela olmuş bir toplum buldular, bu toplumun bir kısmı Müslüman olduysa da bir bölümü gayri Müslim azınlık olarak varlığını korudu, gayri Müslim azınlıkların toplumun tümüne yansımayan gayri İslami yönlerine “inanç hürriyeti” kapsamında dokunmayan Müslümanlar onların evlerinde içki üretip içmelerine izin verdi. Ancak gayri Müslimler Selçuklu ve Osmanlı’nın zaman zaman zayıflayan yönetimlerinin müsamahasından yararlanarak içkiyi açık alanlara da taşıdı, hatta çoğu zaman bir ücret almadan, gizlice, imanı zayıf Müslümanlara da verdi.
Sanayinin gelişmesiyle içkide seri üretime geçildi, bu seri üretime geçiş tüketici bulma arayışları ile sonuçlandı, bu durum Rum ve Ermenilerin yanında Avrupalı büyük üreticilerin yüzünü en kalabalık kitleyi oluşturan Müslümanlara çevirdi. Her içki müptelası onlar için bir müşteri demekti. Bunun için olabildiğince daha çok Müslümanı içkiye alıştırmaya çalıştılar. Bu durum zaman zaman tepkiye neden olup ciddi içki yasakları ile neticelense de bir şekilde Cumhuriyet yıllarına kadar geldi.
Önce Müslümanlara bira içirdiler
Türkiye’de ilk içki fabrikası 1890′da İstanbul’da İsviçreli Bomonti kardeşler tarafından kuruldu. “Müslümanlara bira içirme başarısıyla övünen” Bomontiler 1908′de bir fabrika daha kurdular, 1912′de bu iki fabrika birleşerek, İzmir Halkapınar’da faaliyete geçti. Bunları 1922′de İstanbul-Paşabahçe ve 1931′de Tekirdağ şarap fabrikaları izledi.
Eski Bomonti Bira Fabrikası, Yeni  İstanbul Tekel Bira Fabrikası
Kurtuluş Savaşı yıllarında, 28 Nisan 1920′de, TBMM’nin açılışından beş gün sonra, daha sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman tarafından kaçırılıp şehid edilen Lazistan Milletvekili Ali Şükrü Bey’in girişimiyle içki kanunen yasaklandı. Bu kanun 1926′da yenilendi ve 1932′ye kadar yürürlükte kaldı.
Ancak kanun sadece halk için işliyordu ve halk da kendilerine Alevi deseler de Şamanizm’in etkisinden hiç kurtulamamış Batini inançlı bir kesim dışında içki içmiyordu. Denebilir ki halkın belki İstanbul’un azınlıklarla içli dışlı kesimi dışında bir içki yasağına ihtiyacı yoktu. Asıl sorunu Batı kültürü etkisindeki yönetici azınlık oluşturuyordu ve hiçbir yasak onlar için anlam taşımıyordu.
Cumhuriyetin ilanından sonra her gece Çankaya’da içki sofraları kuruluyor, o sofralarda memleketin bütün önemli meseleleri konuşuluyor ve karara bağlanıyordu, dahası Mustafa Kemal, İzmir gibi şehirlerde halkın karşısında da kadeh kaldırıp içki içmekten çekinmiyor, halkın içkiye yönelik tepkisi aşama aşama azaltılıyor, halk “içki içen adam” portresine alıştırılıyordu.
1935, Başkent Ankara.
Tekel Bira Fabrikası’nın açılışında,
Mustafa Kemal Atatürk
Kucağında manevi kızı Ülkü,
Arjantin bira bardağıyla bol köpüklü,
Buz gibi birasını yudumlamakta.

İçki içmek temel değerlerden sayıldı
1932′de bütün içki fabrikaları TEKEL’e devredildi. Artık devlet, bir içki üreticisiydi ve Ermeni, Rum ya da Batılı tüccarlar gibi tanıtmakla kalmıyor, kamu imkânlarını kullanarak içkiyi dayatıyor, müşteri sayısını her geçen gün artırıyor, sarhoşlara sarhoş katıyordu.
Rakı eşliğinde leblebi yemek her bahanede düzenlenen devlet resepsiyonlarının vazgeçilmezi arasına kondu, içki içmek “temel değerler” arasına alındı, içki içmemek Cumhuriyete inanmamak ve Mustafa Kemal’e düşman olmakla bir tutuldu. “Adam olan içer” sözü “Laik olmayana adam(insan) demem” sözlerinin yanında yankılandı, koltuk meraklıları, devlete mal satmak isteyen çıkarcı tüccarlar, resepsiyonlarda bulunma meraklısı kimi eşraf adeta rakıya alışma yarışına girdi. Rakıya alışmada bira merdiven olarak kullanıldı. En olmadık yerlere bira içmenin sağlığa yararlı olduğuna dair yazılar asıldı.
Solcu gruplar da sarhoşluğa hizmet ediyor
Türkiye’de içkiyi 1930′lu yıllardan bu yana yemekli toplantıları içkili hâle getiren devlet kurumları, içki konusunda başlangıcından beri zaafiyet içinde olan, kendilerine Alevi deseler de aslında Şamanist ve Batıni etki altındaki çevreler yayıyor.
İçki reklamı görsel araçlarda yasak ise de sinema filmleri üzerinden korkunç bir gizli benimsetme çalışması yapılıyor. RTÜK, bu yönde son düzenlemelere rağmen etkili bir engellemeye gidemiyor. Alevilerin bir kesimi de düğün gibi merasimlerinden içkiyi hiç eksik etmiyor. Bazen içki masaları sokak ortasına kuruluyor. Onlara Rumeli kökenli göçmen Türkleri de eklemek mümkündür.
Alevi Bektaşi kültüründe bade, dem, mey, dolu vb. isimlerle anılan içki gerek günlük yemek, gerek özel gün ve gerekse ibadet amaçlı törenlerde önemli bir yere sahiptir.
Çoğu Marmara ve Trakya’da yerleşik bu göçmenler İslam konusunda olabildiğine bilgisizdirler. Balkanlardan gelirken içkiye alışıktılar, bugün o alışkanlıkları devam ediyor, Trakya ve Ege’de içki tüketiminin çok olması onlardan kaynaklanıyor.
Solcu gruplar da “İçkiye alışan bir genç, geleneksel İslami çevresinden tamamen kopar” mantığı içinde biradan başlayarak gençleri içkiye alıştırıyor. Son yıllarda Doğu illerindeki içki tüketiminin artışında onların bu çabasının büyük bir yeri var.
Sınırlama girişimleri bile sürüncemede kalıyor
Türkiye’de 1932′den bu yana içki yasağı uygulanmadı, sadece kimi sınırlandırılmalar oldu. Bu sınırlandırmalar, 1994 yerel seçimlerinden sonra İstanbul ve Ankara belediyelerinin kendilerine ait tesislerde içki sattırmamasıyla başladı. Bu sınırlandırma laik kesimin büyük tepkisiyle karşılaştı, ancak belediyelerin kararlı davranmasıyla devam etti. Bugün Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait parklarda da içki satılmaz ve içilmezken İstanbul Belediyesi aynı kararlılığı göstermiyor, tesislerinde içki sattırmasa da parklarda içki içilmesini engellemiyor.
Ak Parti hükümeti 2004′te “kırmızı sokak” uygulaması olarak bilinen bir mevzuat düzenlemesiyle içkili mekânları belli bir yerde toplama kararı aldı. Karar hem Danıştayca iptal edildi, hem de Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın iddianameye giren ”Toplumu ve devleti İslami bir yapıya dönüştürmek noktasında gerekli gördükleri her alana müdahale eden davalı parti, her konuda olduğu gibi yine dini referansları esas alarak, gençleri alkol ve uyuşturucu maddelerden koruma bahanesiyle, fakat aslında şeriatın alkollü içki yasağı esas alınarak, alkollü içki satılması ve tüketilmesine ilişkin mevzuatta da hukuka aykırı kısıtlamalara gitmiştir” cümleleriyle parti hakkındaki kapatma davasına gerekçe oldu.
2008′de İstanbul Belediyesi’nin Moda İskelesi’nde kendisine ait tesislerde içki satmama kararı alması, solcu-laik grupların günlerce yasaklı yere gidip topluca içki içme eylemlerine neden oldu. Son olarak Melih Gökçek’in Ankara’da sadece bir caddeyi kapsayan bir yasağı referanduma konu edinmesi malum medyanın fırtınalar koparmasına yetti, sonuçta belediye geri adım attı.
Sarhoşluğu temel hak görüyorlar
Laik elit kesim içki içmeyi Cumhuriyetin getirdiği temel değer ve özgürlüklerden görüyor. Hatta bu özgürlüğü Cumhuriyetin tartışılamaz, referanduma konu edilemez simgelerinden sayıyor. “Bu durum sarhoşluk bir hak mıdır?” sorusunu gündeme getiriyor.
İslam, ferdin sadece kendisine zarar vermesini de yasakladığından içki içilmesini her durumda yasaklamıştır. Liberal demokraside ise kişinin kendisine zarar vermesi genellikle serbesttir, özgürlük kısıtlaması şahsın başkalarının özgürlük ve huzurunu tehdit etmesiyle başlar. Bu durumda aileye, topluma manevi ve maddi zarar veren, can, mal, nesil tehlikesine yol açan sarhoşluğun özgürlük alanının hiç olmazsa sınırlandırılması gerekmez miydi? Ama mesele İslam’ın emirleri olunca Kemalistler, solcular, liberal demokratlar hepsi bir olup kör bir inada kapılıyor ve insanların canını, neslini, malını tehlikeye sokan uygulamaları savunmaktan geri kalmıyorlar. Bu konuda atılacak her adımı Cumhuriyetten uzaklaşıp Şeriata yaklaşma olarak görüyor ve gözlerini kapatıp muhalefet ediyorlar.
Türkiye’nin AİHM’deki eski yargıcı Rıza Türmen “Böyle bir şey olabilir mi? İnsan hakları bakımından da çok sakıncalı bir durumdur bu” derken, Ak Parti’nin TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül de “İnsanların inanç özgürlüğü temel hak açısından güvence altındadır. Bunun için referandum olmaz.” sözleriyle Ankara’daki içki referandumuna tepki gösterdi. Milliyet’in liberal demokrat yazarı Taha Akyol da onları kaynak göstererek bu referandumu tehlikeli bir girişim olarak değerlendirdi, konu rejim krizi yapıldı.
Bu anlayış anlaşılır değil
Bu nasıl mantık? Sağa sola küfürler savurmak, milletin boğazına bıçak dayamak, bağırıp çağırarak halkı rahatsız etmek, araba devirip can ve mal kaybına yol açmak hangi insan hakları maddesi kapsamına girer, hem de birkaç gececi rahatsız oluyor diye ezanların merkezileştirildiği, camilerin hoparlörlerinin söküldüğü bir ülkede.
Adı geçenlerden Taha Akyol ve Rıza Türmen daha önce başörtüsü özgürlüğünün referanduma sunulamayacağını söylemişlerdi. Bu yapılırsa her konuda referanduma gidilir gibi saçma sapan bir gerekçe ileri sürmüşlerdi.
Hiç kimseye zarar vermeyen ve bireysel bir tercih olan başörtüsü “Örtünmeyenler kendilerini baskı altında hisseder” gibi saçma bir gerekçeyle yasaklanıyor, ama “Kötülüklerin anası” içkiye sınırlama getirilemiyor. Bunun anlamı ne? Hem bizi ilgilendiren temel yasak ve büyük rahatsızlıklar konularında referandum yapılamıyorsa referandum ne işe yarar? Demokrasinin halk yönetimi olduğuna dair iddiaya kim inanır?
Solcu gruplar da “İçkiye alışan bir genç, geleneksel İslami çevresinden tamamen kopar” mantığı içinde biradan başlayarak gençleri içkiye alıştırıyor. Son yıllarda Doğu illerindeki içki tüketiminin artışında onların bu çabasının büyük bir yeri var.
(Ahmet Yılmaz)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder