4 Mart 2013 Pazartesi

Nifak ve münafık-Ali Ünal


Hz. Ali (r.a.), Allah Rasûlü’nden (s.a.s.) rivayet eder: “Ümmetim için mü’minden ve kâfirden korkmam. Mü’mini imanından dolayı Allah korur; kâfiri ise küfrü sebebiyle zelil eder. Fakat sizden her biriniz için korktuğum, dili âlim, kalbi münafık olandır. Hoşunuza gideceği söyler, fakat hoşunuza gitmeyecek şeyi yapar.”



Kur’ân’ın üzerinde ısrarla durduğu nifak meselesi, İslâm tarihinde hem fertlerin kendileriyle ilgili olarak hem de İslâm toplumu ve topyekûn insanlık açısından gerektiği gibi anlaşılıp değerlendirilmiş midir bilemiyorum. Kur’ân, daha ikinci sûresinin başında üç âyetiyle mü’minleri tavsif ve sena edip, iki âyetiyle de mutlak kâfirleri tanıtıp, âkıbetleriyle nazara verdikten sonra tam onüç âyetiyle münafıklar üzerinde durur. Hz. Bediüzzaman (r.a.), bunu şöyle izah eder: “Düşman, meçhul kaldığında daha zararlı olur; kandırıcı ise daha habis ve fesadı daha şiddetlidir. Münafık, içteki düşmandır ve içteki düşman, kuvveti dağıtır, cesareti kırar. Dış düşman ise, insanların kendi yollarına bağlılıklarını, ittifak ve dayanışmalarını artırır, sağlam duruşa güç katar. Nifakın cinayeti, İslâm aleyhinde pek dehşetli olmuştur. İslâm âlemini depremlerle sarsan, nifaktır. Bundan dolayı Kur’ân-ı Azîmüşşan, münafıkların şenâetini ve kötü hallerini uzun uzun anlatmıştır.”

Nifak, kelime manâsıyla yeraltı tüneli demektir. Münafıklar, bu tünelde, yine Kur’ân’ın tabiriyle “zıp orada, zıp burada” bir davranış içindedirler. İnsan, mü’min de, Müslüman da olsa, imanda iyice oturaklaşmadıkça ve nefsin ayıplarından tam arınmadıkça nifaktan bütünüyle kurtulamaz. Dolayısıyla, bir Müslüman’da iman ve İslâm’la te’lifi mümkün olmasa da her zaman küfür ve nifak sıfatları bulunabilir. Şu kadar ki, kendisinde küfür veya nifak sıfatları bulunan bir Müslüman, kalbî tasdiki devam ettiği sürece elbette kâfir veya münafık olmaz. Fakat, nifakın, özellikle nifaktan bir şube olan riya ve süm’anın Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) tavsifi içinde, kara bir gecede kara bir taşın üzerindeki kara bir karınca kadar gizliliği ve enaniyetle birlikte bu sıfatlardan kurtulmanın zorluğu sebebiyle, İslâm’ı yaşamada en derin hassasiyet sahibi Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ayşe (r.anhâ) gibi önde gelen sahâbîler, “Acaba münafık mıyım?” diye sürekli endişe duymuş ve kendilerini daima muhasebe ve murakabeye tâbi tutmuşlardır.

Kur’ân-ı Kerim’de nifak bütün şubeleriyle, münafıklar, bütün nifak sıfatları ve davranışlarıyla tanıtılır ve mü’minler, nifaka ve münafıklara karşı ikaz buyrulur. Az sözle çok derin manâları ifade buyuran Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bütün bu sıfat ve davranışları dört temel sıfat ve davranış olarak âdeta özetler: “Dört haslet vardır ki, kimde bu hasletlerin tamamı bulunursa o kimse, katışıksız münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir. Münafık, kendisine (bir şey, iş, makam, vazife) emanet edildiğinde ona ihanet eder; konuştuğu zaman yalan söyler; söz verince sözünde durmaz;  husumet halinde de haddi aşar (kin tutar, zulüm ve haksızlıkta bulunur).”

Nifak, “gövdenin içindeki kurttur.” Mü’min, kendi adına, rûhunu ve kalbini kemiren nifak kurduna ve toplumu adına onu içten kemiren münafıklara karşı daima teyakkuz halinde olmalıdır. Hz. Süleyman’ın asâsını, iktidarını kemiren bu kurtlar, O’ndan sonra da devletini ikiye parçalamışlardır; Osmanlı İslâm Devleti’ni yere seren de aynı kurtlar olmuştur. Ve münafıkların arkasında, gizli mahfillerde onlara mü’minlere karşı sürekli mücadele etmelerini fısıldayan ve mücadele yollarını öğreten “inşan şeytanları” bulunmuştur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder