4 Mart 2013 Pazartesi

İnebahtı heykeli-
Kin heykeli diken Almanlara Kanuni’den mektup var-Yavuz Bahadıroğlu


İnebahtı heykeli


Biz tarihin gerçek kahramanlarını (kahramanlarımızı) ve kahramanlık destanlarını yok etmeye çalışırken (Ulubatlı Hasan gibi, Seyit Onbaşı gibi, gemilerin karadan yürütülmesi gibi, Kanuni’nin ihtişamı gibi), Osmanlı’nın son zamanlarına kadar, Osmanlı ile girdikleri tüm savaşları kaybeden Avrupa Haçlıları, kazandıkları birkaç mevzii savaşı abideleştiriyorlar.


Miloş Kabiloviç’i böyle bayraklaştırıp Sırbistan’ın muhtelif yerlerine heykellerini diktiler.
Bunlara inanmak gerekirse, Kabiloviç (yahut Obiliç) Sultan I. Murad’ı öldürüp güya I. Kosova Savaşı’nın gidişatını değiştirmiş. Hâlbuki savaş sırasında değil, savaş sonrasında işlemiş o mel’un cinayeti! Yani Miloş Kabiloviç âdi bir katilden başka bir şey değil. Ne var ki elin Sırplısı, kahraman kıtlığında ona dört elle sarılıp heykellerini dikiyor.
Hoş Haçlılar, bazı tarihi zaferlerimizi bile tarihten sildiler. Bu zaferlerden biri de I. Kosova Zaferi’dir. Meşhur Arnavut romancı İsmail Kadare, böyle bir savaşın olmadığını, sonradan gelenler tarafından uydurulduğunu söylüyor. Sanırım bizim Ahmedi’yi ne görmüş, ne okumuş. Kendisi savaşın görgü şahididir ve gördüklerini tüm ayrıntılarıyla tarihçi Neşri’ye anlatmıştır. Yani Neşri Tarihi’nde I. Kosova Savaşı’nın ayrıntılarını okumak mümkündür.
Neyse: Bu inkârdan bize önemli bir “ders” çıkar ya, almasını bilene…
Şimdi de Almanlar, Sırplarınkine benzer bir şey yaptılar: İnebahtı’da Osmanlı Donanması’nı her nasılsa yenen Don Juan de Austria’nın (Avusturyalı Johann) heykelini Regensburg meydanına diktiler (Biz o savaşta yalnızken, karşımızda Papalık, İspanya ve Venedik donanması vardı).
Devasa heykel, ayaklarının altına bir Osmanlı denizcisinin başını almış, eziyor!
Resmini görünce güldüm. Eğer o baş gövdesinde canlı olsaydı, eminim Regensburg kentinde yaşayan tüm Almanlar kaçacak delik ararlardı. Çünkü o tarihte Osmanlı levendinin gölgesinden bile korkuyor, çocuklarını “Türkler geliyor” diye susturuyorlardı.
Batı’nın heykel tutkusu malum: Biz Atatürk heykel ve büstlerini dikmeye ne kadar meraklıysak, onlar da olmayan zaferlerinin simgelerini dikmeye o kadar meraklılar. Ama heykel tarihi hikâyelerden üretilecekse, en azından gerçeğe yakın olmalı.
Gerçek şu ki İnebahtı yenilgisi, son derece lokal (mevzii) bir yenilgidir. Vakıa 142 gemimiz yok olmuş, 20 bin şehit vermişiz. Hatta şehitler arasında, Müezzinzade Ali Paşa başta olmak üzere, birçok Osmanlı paşası ve komutanı da vardır. Bu arada, yalnız Uluç Ali Paşa’nın kumandasındaki Osmanlı donanmasının sağ cenahı başarı göstermiş, 42 gemiyi kurtardıktan başka, Haçlı Donanması’nın sağ cenahını bozarak, savaş alanından ayrılmıştır. Uluç Ali Paşa bu başarısından dolayı Kaptan-ı deryalığa getirildi ve “Kılıç Ali Paşa” olarak anılmaya başlandı.
Sokollu Mehmed Paşa sadrazamdı. Hemen yeni bir donanma hazırlamasını emretti. Bunun zor olduğunu ifade eden Kılıç Ali Paşa’ya ise şöyle cevap verdi:
“Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabilir. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al!”
İnebahtı Olayı’nı hatırlatıp böbürlenmeye yeltenen Venedik elçisine verdiği cevap da tarihe geçmiştir:
“Biz Kıbrıs’ı sizden almakla kolunuzu kestik, siz İnebahtı’da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakal daha gür çıkar.”
Çıktı da: İnebahtı’da kaybedilen Osmanlı Donanması’nın yerine bir yıl içinde daha güçlüsü inşa edilip denize indirildi ve Akdeniz’de izinsiz kuş uçurtulmadı.
Almanlara bunlarla birlikte meşhur mirasyedi kralları Şarlken’i de hatırlatıp, “ne haber bilader?” desek mi acaba?
Başka bir gün, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman’ın savaş meydanlarından kaçan “Alaman İmparatoru Şarlken”e (Fransızlar “Charles Quin”, İspanyollar Carlos” diyor) yazdığı mektubu okuyalım inşallah.




Kin heykeli diken Almanlara Kanuni’den mektup var


Geçen gün anlatmıştım: Almanlar, İnebahtı’da Osmanlı Donanması’nı her nasılsa yenen Don Juan de Austria’nın (Avusturyalı Johann) heykelini Regensburg kenti meydanına diktiler…
Devasa heykelin ayaklarının altına bir Osmanlı denizcisinin başı var. “Türkleri böyle ayaklarımızın altına alıp ezdik” demeye getiriyorlar!
Övündükleri şeye bakın: Bir kere o savaşta Papalık, Venedik ve İspanya donanmaları Alman donanmasıyla beraberdi. Yani neredeyse tekmil Avrupa, başımıza üşüşmüştü. Tek başımıza dövüştük ve bir hata sonucu yenildik.
İnsan düşünmeden edemiyor: Mevzii bir zaferle bunca övünen Avrupa, eskaza Kosova, Niğbolu, Varna gibi büyük meydan savaşları kazansaydı, halimiz ne olurdu? Her savaş meydanına üçer-beşer birleşip geldiler ve her defasında ağır bir “Osmanlı tokadı” yiyerek pesperişan döndüler.
Bugün Avrupa Birliği kapısında bizi bekletmelerinin ve göz göre göre PKK’ya yardım ve yataklık etmelerinin asıl sebebi işte budur: Avrupa, maalesef geçmişin intikamını alma sevdasına düşmüştür.
Konuya dönelim: Evet, İnebahtı Deniz Savaşı’nda yenildik. Ama bu yenilgimiz, Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın Venedik elçisine dediği gibi, “sakalımızın tıraş edilmesi” gibiydi, “kesilen sakal daha gür” çıktı: Bir yıl sonra Osmanlı’nın inşa ettiği muhteşem donanma, tüm Akdeniz’i “Türk gölü” yaptı. Haçlı kuvvetleri denizde ve karada nefes alamaz hale geldi.
Fakat çok tuhaf: Biz büyük zaferlerimizi küçümserken, Avrupa mevzii başarılarını heykellere, şenliklere dönüştürüyor.
Meselâ, hayatında hiçbir başarı kazanamamış, ülkesini bile miras yoluyla edinmiş meşhur “İmparator” Şarlken’i büyüttükçe büyütüyor, şerefine şenlikler düzenliyor, heykeller dikiyor.
Oysa Avrupa’nın Osmanlı Devleti karşısında en çok yenilgiye uğrayan en şöhretli ve en kudretli Hıristiyan hükümdarı Şarlken’dir.
“İmparator” sıfatını kullanıyordu, ancak kimse bu sıfatını tanımıyor, İspanya Krallığı’nın verdiği “kral” unvanıyla anılıyordu. Ama bütün başarısızlıklarına rağmen 1530’da Papa tarafından “Kutsal Roma- Cermen İmparatoru” ilân edildi: Osmanlı korkusu böyle saçmalıklar da yaptırıyordu.
1532’de Viyana önlerine gelen Kanuni Sultan Süleyman, Şarlken’i defalarca hesaplaşmaya davet etti, ama ortalıkta hiç gözükmedi. Kaçtı durdu.
Nihayet Kanuni, ona ağır bir mektup yazdı. Şöyle diyordu:
“Bu kadar zaman erlik davasın güder, merd-ü meydanım dersun. Şimduye kaç kere üzerine geldim ve mülkünde dilediğim gibi at oynattım, ne senden ne garundaşundan nam u nişan yok.
“Artık size saltanat ve erlik davası haramdır! Askerunden ve avretunden (eşinden) utanmaz mısın? Belki avrette (kadında) gayret var, sende yoktur. Er isen meydana gelesun, Hak Teâlâ hazretlerinin dilediği neyse yerine gelse gerektur.
“Senunle saltanatı Beç (Viyana) Sahrasında üleşelum (kozumuzu paylaşalım), reaya fukarası dahi asude olsun (halk da rahat etsin), yoksa meydan-ı aslandan (aslanlar meydanı=savaş meydanı) kanı buldukça, tilki gibi fırsatla şikar almayı erlik sayma.
“Bu kerre dahi meydana gelmez isen avretler gibi iğ ve çıkrık alub dahi padişahluk vurunmayasun ve erlik adını dilune geturmeyesun” (erkekliği ağzına alma).
Lakin Hıristiyan dünyasının “kahramanlar kahramanı” Şarlken, bu ağır mektubu da yuttu. Hiçbir cevap vermedi. Savaştan kaçmayı sürdürdü.
Osmanlı yönetiminin hiçbir zaman “imparator” olarak görmediği ve tanımadığı Şarlken sonunda siyaseti bırakmak zorunda kaldı. Yunte Manastırı’na çekildi (1557). Bir yıl kadar sonra da öldü (21 Eylül 1558).
Şimdi soru şu: Almanlar bu adamı yüceltirken, biz onu defalarca yenen Kanuni Sultan Süleyman’ı neden kirletmeye çalışıyoruz?






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder