3 Mart 2013 Pazar

Burası bir lale ülkesidir -İlber Ortaylı


Türkler laleyi sever. Bu çiçeğin adıyla anılan dönem de Osmanlı’da güzelliğin yayıldığı bir dönemdir. Bundan dolayı İstanbul’un lalerle donatılması taraftarıyım


Türkler laleyi sever. Bu çiçeğin adıyla anılan dönem de Osmanlı’da güzelliğin yayıldığı bir dönemdir. Bundan dolayı İstanbul’un lalerle donatılması taraftarıyım

Cumartesi günü Emirgan Korusu’nda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş en iyi lale yetiştirenlere ödüllerini verdi. Çoğu İstanbul ve civarındaki illerden olmak üzere 39 kişi en güzel laleleri yetiştirdiler. Hepsini saymam imkansız ama bu kimselerin daha iyi tanıtılması gerekiyor. Gene 23 kişinin yetiştirdiği laleler de satın alınmaya layık görüldü. Emirgan Korusu artık yurt içinde olduğu kadar yurtdışında da tanınmaya başladı. 
Unutmayalım, bu ülke bir lale ülkesidir ve Türkler laleyi sever. Yabani cinslerine Kırgızistan’da Altay dağlarında rastlanıyor. Maveraünnehir’de de, İran’da da laleye düşkündük. Bugün de aynı ülkelerde lale var ama 16’ncı asırda Almanya-Avusturyaimparatorunun İstanbul’daki büyükelçisi Ogier Ghiselin von Busbecq veya bir başkasının Avrupa’ya götürdüğü lale orada çok daha yaygınlaştı. Çarşı pazar rengarenk lalelerle dolu ve fiyatı buradakinden daha ucuz.
Bundan dolayı son senelerde İstanbul’un kısa bir mevsim boyunca olsa da lale ile donatılmasına taraftarım. Üstelik ilk başta masraflı bir girişimdi ama artık Konya’nın Çumra’sında, Silivri’de lale yetiştirenler var ve cumartesi olduğu gibi bu iş bir yarışma konusu oldu. Lale yetiştirmek gittikçe ucuzlayacak ve yaygınlaşacak. Bazı şeylerin neredeyse ekmek ve su kadar önemli olduğunu bilmek lazım. Lale güzel, gizemli bir çiçek ve sanıldığının aksine çöl sıcağı ve kutup soğuğu dışında yetişme ve yaşama alanı hiç de sınırlı değil. 
Türkiye tarihinin bir dönemine tarihçi Ahmed Refik (Altınay) Lale Devri adını verdi. Türk şehir hayatının güzelleşme dönemidir. Hayata dönük bir barok çağdır. Bunu da hatırlamakta fayda var. 
Lale yetiştirenler, 
seçkinler tabakasına dahildi
18’inci yüzyılda Osmanlı başkenti, tarihinde alışılmamış bir sulh dönemine girdi. 1711 Prut Zaferi ve ardından gelen 1718 Pasarofça Antlaşması ile uzun harp yıllarının kayıpları kısmen telafi edilmiş, şair Nedim’in gözde olduğu bir hayattan kâm alma havası yönetici grupları sarmıştı. 
18’inci asrın Türkiye’sinde tarımda ve zenaatlarda önemli bir gelişme olduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte barışın getirdiği bir rahatlama tüketimi artırmıştı. Nitekim lale gibi güzel, mistik ve Asya’dan Türkler tarafından getirildiği anlaşılan bir çiçeğin etrafında şekillenen bu tüketim; aslında bir müddet evvel Flemenk ülkesini çok daha derin boyutlarda kasıp kavurmuştu. Yetiştirilen yeni lale türlerinin soğanlarını adeta açık artırma yoluyla kumara çeviren bu çılgınlık, Hollanda’da tüccar hanedanlarını bile batırmıştı. 
Ona nispetle Türkiye’nin Lale Devri hayırhah biçimde değerlendirilmelidir. Bu dönemde lale düşkünlüğü şiir ve tezhiple giyim kuşam ve yemek zevkiyle insanları belirli noktalarda birleştiriyordu. Sofra tanzimindeki inceliğin evvelki devirlere göre geliştiği görülüyordu. Gene kıyafet, mücevherat alanında bir incelme ve asıl önemlisi bu incelmenin daha geniş gruplara yayıldığı gözlemleniyordu. Topkapı Sarayı’nın hazinelerinde bile bu gelişmeler canlı örnekleriyle tespit ediliyor.
Diğer taraftan lale soğanını yetiştiren insanın toplumsal mevkii, mali durumu ve tahsili ayırt edilmeden cemiyet içerisinde oluşan adeta ortak bir seçkinler tabakasına dahil olduğu görülmekteydi. Dönemin biyografi yazarlarından Ubeydullah’ın “Tezkire-i Şükufeciyan” adlı eserinde ilmiye hanedanların en seçkin üyelerinden bir bahçıvana, 
bir kasaba, bir şairden esnafa kadar herkes yer alır. Mühim olan ilahi çiçek lalenin güzelliğini anlamak 
ve ona hizmet etmektir.
Nedim özgün diliyle 
herkesin şairiydi
18’inci yüzyılın Türkiye’si, Batı Avrupa’ya “turquerie” denilen modayı daha doğrusu yaşam üslubunu hediye etmiştir. Avrupa baroku da mimariyle, bahçeleriyle, porseleniyle Osmanlı’nın büyük şehirlerine girdi. Bu sulh dönemi içinde ordularımızın Avusturya ve Rusya ile er geç çatışacağı belliydi. Bütün bu asrın savaşlarının modern teknolojili ordularla yapıldığı açıktır. Osmanlı Devleti’nin başkentinde trigonometri, balistik öğreten mühendishaneler, giderek askeri cerrah ve veteriner yetiştiren okullar açılmaktaydı. 
18’inci yüzyıl Türkiye’si modern tıpla üfürükçülüğün, medreselerle eğitimin modern eğitimin birlikte yaşadığı bir asırdır. Geleneksel sanatlarımız ve bilhassa resim sadece Avrupa’dan değil İran’dan esen rüzgarlardan da esinleniyor; insanlar şehirlerini tanımak için Hüseyin bin Ayvansarayi’nin “Hadikatü’l-Cevami” ve Ermeni İnciciyan’ın İstanbul üzerine yazdığı eserleri okuyor veya okutup dinliyordu. 
İstanbul’da klasik sanatlarda ve edebiyatta bir açılım başlamıştı. İstanbul’un seçkinleri kadar halkı da aynı tip edebiyatla ilgilenmeye başlamıştı. Mevlevi tekkelerinin, Rufailerin çok geniş bir kitleye musiki ve tezhip öğrettiği, “Mesnevi” okuttuğu anlaşılıyor. Nedim özgün diliyle herkesin şairiydi. Bir müddet sonra matbaa ortaya çıktı. Hayatımıza girdiği söylenemez. Birtakım eserler, yazmanın istinsahı halinde yaşıyordu. Fakat ilginç olan, halk edebiyatının taş basmalarla çoğaltılmasıdır. 
Sokaktaki insan incelik, zarafet arar olmuştu. Çarşının esnafından manastır keşişlerine, medreselilerden tarikat ehline insanlar tören, ritüel ve musiki izler hale gelmişti.
Bu çağ edebiyatımızda da resmimizde de, süsleme sanatlarımızda da lale ile temsil ediliyor. Lale 18’inci yüzyılın Osmanlı imparatorlarını birleştiren bir semboldü. Bu devrin adı lale olsa da olmasa da güzelliğin yayıldığı, zarafetin yerleştiği bir Türk asrıdır.


Belediyelerin yayınları artmalı
Büyükşehir belediyeleri son yıllarda şehirleriyle ilgili yayın sayısını artırdı. Bunların bazıları arşivlerdeki tahrir defteri (yani arazi tapu tahrir defterleri) ve nüfus kayıtları, bazıları şeriyye sicili (mahkeme kayıtları), bazıları da değerini zamana rağmen korumuş tarihi araştırmalardır. 
Kayseri Büyükşehir Belediyesi de bunlardan biri. ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nin hocalarından Prof. Vacit İmamoğlu’nun çok evvelden bastırdığı ve artık bugün hemen hemen ortadan kalkan, eski kagir Kayseri evlerini inceleyen mimari tarihi çalışması “Geleneksel Kayseri Evleri” şimdi yeniden genişletilerek basılmış. 
Bir de Kayseri tarihi, coğrafyası folkloruyla ilgili konuları içeren Kayseri Ansiklopedisi’ne başlanmış. Bir örneği Bursa Ansiklopedisi’ydi. Bu ise daha geniş ve bütün Kayseri vilayetini içeriyor. Birinci cilt Abaza Mehmet Paşa isyanının Kayseri’ye değinen bölümüyle başlıyor, Develi kazası başlığı ile bir geniş madde ve Kayseri’ye ilişkin deyimlerle bitiyor. Bursa Ansiklopedisi klasik bir eserdir. Bu ise tamamıyla Fatih Gökdağ’ın editörlüğünde, yeni neslin hazırlayacağı beş ciltlik bir ansiklopedi olacak.
Kayseri gibi büyüyen ve gelişen bir endüstri merkezinin maalesef bu arada tahrip olmuş bir taş eserler medeniyetinin tarihinin bu şekilde kaydedilmesi temenni olur. Belediyelerin bu tip çalışmalarının kutlamaya değer olduğunu düşünüyorum. İzmir, Konya, Edirne ve en başta daAnkaraGaziantep ve Urfa gibi beldelerimizin aynı şeyleri yapmasını temenni ederim. 

19’uncu asır Osmanlı modası
Ömer Koç’un yönettiği Büyükdere’deki Sadberk Hanım Müzesi’nde perşembe akşamı “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Kadın Giysileri” konulu bir sergi açıldı. Hülya Bilgi ve Dr. Lale Görünür’ün küratörü olduğu bölümün düzenlediği bir sergide Osmanlı 19’uncu asrının nasıl bir sosyal ve kültürel bir değişim geçirdiği örnekleriyle anlaşılıyor. Bu mükemmel bir düzenlemedir ve Sadberk Hanım Müzesi’nin sırf bu koleksiyonu ile zengin  ve özgün bir yer olduğunu belirtmek gerekir. Ayrı bir müze teşkil edilecek kadar zengin bir koleksiyon...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder