13 Şubat 2013 Çarşamba

Suriye’de Beşşar Esad yönetimine karşı başlayan isyanın merkezlerinden olan Der’a şehrinin artık pek hatırlanmayan tuhaf öyküsü..Murat Bardakçı.


Beşşar’a isyan eden Der’a çok belâlıdır orada Lawrence da tecavüze uğramıştır 

Suriye’deki ayaklanma devam ediyor, devam ettikçe Beşşar Esad baskıyı arttırıyor, iş böyle olunca da sivil halkın kanı daha fazla dökülüyor. 

Esad rejiminin gitmesini isteyenlerin düzenledikleri ilk büyük çaplı gösterilerden biri, geçen Mart ayında ülkenin güneyinde ve Ürdün sınırına yakın bir yerde bulunan Der’a şehrinde meydana gelmişti. Askerler sokaklara dökülen muhaliflere ateş açmış, şehre başka birlikler de sevkedilmiş, gösterilerde hayatını kaybedenlerin sayısı bir türlü ortaya çıkmamış ama bir katliam yapıldığı anlaşılmıştı. 


Katliamın benzeri, şimdi birkaç günden buyana sınırımızın hemen yanıbaşındaki Cisr el Şugur’da yaşanıyor. Beşşar Esad bir taraftan Cisr el Şugur’a, bir taraftan da olayların hâlâ devam ettiği Der’a’ya birlikler gönderiyor. 

“Der’a” derken, gazetelerimizin ve TV’lerimizin batı basınındaki imlâsını aynen alıp aylardan buyana “Dara” diye yazıp söyledikleri şehri kastediyorum. 

İsmi birkaç aydan buyana isyan, baskı, kan ve gözyaşı ile beraber anılır hâle gelmiş olan Der’a, daha önceleri özellikle de Ortadoğu tarihine meraklı olanlar ve uzmanlar tarafından bir başka olay, bir tecavüz iddiası sebebiyle de gayet iyi bilinirdi... 

Ama bu iş bilindik tecavüzlerden sayılmazdı, başına bir iş geldiğini iddia eden kişi kadın falan değildi, koskoca bir adamdı. Bu adam “Der’a’da bana saldırıp şey ettiler” diye yazmış, üstüne üstlük bir Türk subayını suçlamıştı. 

İşte, tecavüz iddiasının öyküsü: 
Tarihlere “Arabistanlı Lawrence” diye geçen ve maceralı hayatı filmlere ve romanlara konu olan meşhur İngiliz casusu Lawrence, Birinci Dünya Savaşı yıllarında faaliyette bulunduğu Ortadoğu’yu birbirine katmış, Araplar’ın bize karşı isyan etmeleri için elinden geleni yapmış ve bu işte başarılı olmuş, savaştan sonra da hatıralarını yazmıştı. 

UYDURMANIN BU KADARI 
Lawrence, bir düşünür edâsı ve üslûbu ile kaleme alıp 1926’da “Bilgeliğin Yedi Direği” ismi ile yayınladığı hatıralarında, 1917 Kasım’ında bir Türk’ün Der’a’da kendisine tecavüz edip kırbaçlattığını iddia ediyordu. Ama tecavüzcüsünün adını vermiyor, bu kişinin “Der’a’daki en yüksek rütbeli idareci” olduğunu söylüyor ve sadece “Bey” diye bahsediyordu. 

Olayın iddia edildiği yıllarda Der’a’daki en yüksek rütbeli idareci, Hacim Muhiddin Bey adında genç bir mutasarrıftı. Cumhuriyet’ten sonra “Çarıklı” soyadını alan Hacim Muhiddin Bey işgal yıllarında Millî Mücadele’nin Ege’deki öncülerindendi. Daha sonra Ankara’ya geçmiş, 1920’den 1950’ye kadar milletvekilliği yapmış, dört sene boyunca İstiklâl Mahkemesi başkanlığında bulunmuş, 1950’de siyasetten çekilmiş ve hayata 1965’te İzmir’de veda etmişti. 

Hacim Muhiddin Bey’in adı, Lawrence’ın yazdıklarını bilenler arasında bu iddia yüzünden hep Lawrence ile beraber anıldı ve işin aslı, daha doğrusu Hacim Muhiddin Bey’in İngiliz casus ile bir defa olsun karşılaşmadığı, bundan tam beş sene önce, yine İngilizler tarafından ortaya çıkartıldı. 

Lawrence hatıralarında tecavüz meselesini ince ayrıntılarına kadar yazıyordu ama tecavüzün yaşandığını iddia ettiği günlere ait sayfalar günlüklerinde yoktu. Bu sayfalar kopartılmıştı ve komplo teoricilerine göre, sayfaları savaş kahramanının hatırasının daha fazla zarar görmesini istemeyen İngiliz istihbaratı yoketmişti! 

İşin aslını, James Barr adındaki bir İngiliz tarihçi ortaya koydu. Barr’ın uzun seneler boyunca devam eden araştırmasına göre sayfaları istihbaratçılar falan değil, bizzat Lawrence yırtmıştı. James Barr, yırtılan kısımlarda vârolan satırların sonraki sayfalara bıraktığı izleri bulabilmek için deftere elektrostatik ve karbon testleri yaptırmış, bu sayfalarda tecavüzün Der’a’da değil, 90 kilometre daha güneydeki Azrak kasabasında meydana geldiğinin yazılı olduğunu ortaya çıkarmıştı. 

BEETHOVEN VE KIRBAÇ 
Peki, bu sahtekârlığın sebebi neydi dersiniz? 

Lawrence’ın değişik bir cinsel hayatı olduğu zaten bilinir ve yakınları, kadınlarla hiçbir zaman ilişkide bulunmadığını söylerlerdi. Sado-mazoşist eğilimleri meşhurdu, acı çekmekten hoşlandığını bazı mektuplarında açıkça yazmıştı ve Beethoven’in müziği eşliğinde kendisini genç erkeklere kırbaçlatmaktan zevk aldığı da anlatılırdı. 

Hatıralarındaki hayali tecavüz hadisesi de büyük ihtimalle bu merakını tatmin yollarından biriydi ve tecavüze uğrayıp kırbaçlandığını yazmakla da tatmine ulaşıyordu. 

Suriye’de isyancılarla askerler arasında hâlâ mücadeleye sahne olan Der’a, işte böylesine belâlı ve tartışmalı bir yerdir... 


Lawrence’ın büyük aşkı, eşekle su dağıtan bir Arap çocuktu 
DAĞILMIŞ bir ailenin oğlu olan Thomas Edward Lawrence, 1888’de İngiltere’nin Galler bölgesinde doğdu. Oxford Üniversitesi’nde çok iyi bir arkeoloji eğitimi aldı, sonra Suriye’de aslında istihbarat amaçlı olan arkeolojik kazılara katıldı ve Hititler üzerine çalıştı. 
Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasından sonra Kahire’deki İngiliz karargâhında görev alan Lawrence, Arap liderlerle temasa geçmekle görevlendirildi, isyanın başlatıcısı Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Faysal ile yakın dostluk kurdu ve Şerif Hüseyin’in İstanbul’a karşı isyan bayrağını açmasında önemli rol oynadı. Arap Yarımadası’nda Türkler’e karşı düzenlenen birçok harekâtın planlarını yaptı, çatışmalara bizzat katıldı, bu arada şöhreti de giderek arttı ve “Arabistanlı Lawrence” diye tanınmaya başladı. 

Daha sonra rütbesi yarbaylığa yükseltilen Lawrence, barış konferanslarında Araplar lehine yaptığı taleplerin bir kısmının yerine getirilmemesi üzerine İngiliz Hükümeti’ne küstü, hattâ Kral Beşinci George’un vereceği şövalyeliği bile reddetti. Kral George, daha sonraları Lawrence’tan “Beni elimdeki kutuyla ayakta bırakıp giden adam” diye bahsedecekti. 

Hayatı işte böyle maceralarla ve garipliklerle dolu olan Lawrence, ileriki senelerde bir tuhaflık daha yaptı: Sahte bir isimle ve er olarak İngiliz Hava Kuvvetleri’ne girdi ama kimliği anlaşılınca işine son verildi ve bu defa tank birliklerine katılıp Hindistan’a gitti. Birkaç sene sonra İngiltere’ye dönüp geniş bir arazi satın aldı ve 1935’in 19 Mayıs’ında hâlâ tartışılan bir şekilde, kullandığı motorsikletle bir ağaca çarpıp parçalanarak can verdi. 

SEVGİLİYE ŞİİRLER 
İngilizler, tuhaf davranışlarından çekindikleri için sağlığında uzuk durmaya çalıştıkları Lawrence’ı ölümünden sonra kahraman ilân ettiler. Evi müze haline getirilip bir vakfın idaresine verildi, özel arşivi araştırmacıların hizmetine açıldı. Şöhreti, 1962’de çevrilen, başrolünü Peter O’Toole’un oynadığı ve yedi Oscar kazanan “Arabistanlı Lawrence” filmiyle daha da artacaktı. 

Lawrence, Arabistan hatıralarını 1926’da “Bilgeliğin Yedi Direği” ismiyle yayınlamıştı ama hayatının bazı dönemlerindeki esrar bulutu, hatıraların daha ilk sayfalarını bile sarıyordu. Kitap, “S.A.” rumuzlu bir kişiye ithaf edilmişti ve ithaftan hemen sonra Lawrence’ın bu kişi için yazdığı uzun bir aşk şiiri yeralıyordu. 

Şiir “Seni sevdim, işte böyle çizdim ellerime erkeğin medcezirlerini / Ve gökyüzü boyunca yıldızlarla yazdım vasiyetimi / O vasiyet hürriyetin ve sana lâyık yedi sütuna bedel bir evdi/ Beraberce vardığımızda gözlerin parlayacaktı belki // Kavuşmayı beklediğimde, ölüm yoldaki hizmetkârımdı sanki / Ama sen gülümsedin ve hüzünlü bir hasetle mağlup etti o adam beni / Sonra, çekti, ayırıp götürdü kendi sessizliğine seni” mısralarıyla başlıyordu ama S.A.’nın kim olduğu konusunda en ufak bir işaret bile yoktu. 

Tarihçiler, S.A.’nın kimliğini bulabilmek için seneler boyu çalıştılar. S.A., bir görüşe göre Arap kabile reislerinden Şerif Ali idi ve Lawrence hem Ali’ye, hem de Arap isyanının lideri Şerif Hüseyin’in oğullarından Faysal’a gönül vermişti. 

TİFODAN CAN VERDİ 
Ama, sonra ortaya atılan bir başka iddia, daha baskın çıktı: S.A., Lawrence’in 1911’de Suriye’deki arkeolojik kazılara katıldığı sırada tanışıp âşık olduğu ve eşekle su dağıtıcılığı yapan Selim Ahmed adında bir Arap çocuktu. Lawrence, “Dahum” diye çağırdığı Selim Ahmed’i üç sene boyunca yanından ayırmamış, hattâ İngiltere’ye bile götürmüş ama 1914’te savaşın çıkması üzerine memleketine dönerken âşığından ayrılmak zorunda kalmıştı. Arabistan’a daha sonra yeniden gittiğinde Selim Ahmed’i her yerde aramasına rağmen bir türlü bulamamış ve sevgilisine ancak savaşın sonlarına doğru kavuşabilmişti. Ama, bu kavuşma Lawrence için tam bir ruhî yıkım olacaktı, zira seneler sonra yeniden biraraya geldikleri sırada S.A. tifoya yakalanmıştı ve birkaç gün sonra Lawrence’ın kolları arasında can verecekti. 

İşte, hususi hayatı eşekle su dağıtan bir Arap çocuğuna âşık olmak yahut Beethoven’in müziği eşliğinde kendini genç erkeklere kırbaçlatmak gibisinden tuhaflıklarla dolu olan Lawrence’ın gizli aşklarıyla ilgili söylentilerin sadece bazıları...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder