12 Şubat 2013 Salı

İstanbul dünyanın merkezi olarak kabul edilmişti-İstanbul, Fatih sayesinde Avrupa'nın en büyük şehri olmuştu-Erhan Afyoncu


İstanbul dünyanın merkezi olarak kabul edilmişti
Dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan ve iki büyük imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul dünyanın merkezi kabul edilmişti.
İstanbul'un tarihi yüzyıllar öncesine kadar gitse de asıl bugünkü şehrin nüvesini oluşturan Byzantion'un kuruluşu ve gelişmesi hakkındaki bilgiler çoğunlukla efsanelerle örülüdür. Kurucusu Byzas'ın adına izafeten de yeni şehre Byzantion denildi. Şehrin kuruluş tarihi genelde M.Ö. 660 kabul edilir. Her halükârda küçük bir şehir olan Megara kolonisinin eşsiz coğrafi konumu ve stratejik önemi onun gelecekte büyük bir gelişme kaydetmesi ve ihtişama kavuşmasını sağladı.

İlk İstanbul
Byzantion'un kapladığı alanı belirleyen ilk surların ise kuzeybatıda liman sınırlarını, Marmara kıyısında, doğuda bugünkü sur çizgisini, Ahırkapı'nın biraz ötesinden karaya dönerek, belki de bugünkü Topkapı Sarayı surlarını veyahut da daha batıdan geçen bir sur çizgisini takip ederek Sirkeci'ye ulaştığı kabul edilir.
Romalılar M.Ö. 146'da Makedonya savaşını takiben Balkanlar'da egemenliklerini pekiştirirken, Ege ve Anadolu'nun bir bölümüne de hâkim olmayı başardılar. Bu sırada Byzantion, Roma'ya bağlı bir şehir devleti statüsüne sahip oldu.
Roma hakimiyetinde Byzantion büyük bir felakete maruz kaldı. 2. yüzyılın sonlarında İmparator Severus ve Niger arasındaki savaşta şehir Niger'in yanında saf tuttu. Bunun üzerine Severus uzun bir kuşatmanın ardından şehri 195/196'da ele geçirerek harabeye çevirdi. Ancak şehrin jeopolitik öneminden dolayı İmparator Severus, Byzantion'u tamir ettirip yeni yapılarla donattı. İmparator Severus'un inşa faaliyetiyle antik dönemin Byzantion'u tarihi misyonunu tamamlamış ve yeni bir Roma şehrinin tarihi başlamıştı.
Dünyanın merkezi
İmparator Diocletianus'tan (284-305) itibaren Roma'nın artık imparatorluk için ideal bir başkent olamayacağı anlaşılmıştı. Ama bunu fiilen ve resmen icraata döken, gerçekleştiren İmparator Konstantinos oldu. Konstantinos, sonunda Asya ile Avrupa'nın birleştiği yerdeki, coğrafi konumu kadar siyasi, askeri ve ticari bakımlardan bir merkez olma özelliğine sahip olan Byzantion'u başkent olarak yeni baştan inşa etmeye karar verdi. 324'te şehrin ilk temelleri atıldı.
İmparator Konstantinos yeni imparatorluk başkentinin inşası için her türlü imkânı seferber etti. Eski surlar yıkıldı. Yerine daha geniş ve daha batıdan geçen müstahkem surlar inşa edildi. Eski şehrin ana caddesi genişletilip düzenlendi ve Mese (Divanyolu) adını aldı. Cadde, Milion adı verilen anıt ile başlıyordu. Bu dünyanın merkezi sayılan bir nokta, imparatorluğun sıfırıncı kilometresiydi.
Nihayet 11 Mayıs 330'da görkemli bir törenle başkentin açılışı yapıldı. Bundan sonra Byzantion'a Nova Roma Constantinopolitana denecekti yani Yeni Roma Konstantinos'un şehri. Yeni başkent resmi olarak Nova Roma (Yeni Roma) olarak anılsa da Konstantinopolis adı günlük dilde başlangıçtan beri yer aldı.
İsyan İstanbul'u yakıp yıktı
Şehrin nüfusu sürekli arttı ve 5. yüzyılda yaklaşık 300 bin kişilik nüfusuyla Roma'dan daha kalabalık bir şehir oldu. Konstantinopolis'in imar ve inşa edilmesinde farklı ve önemli bir dönem de Jüstinyenos'un (527-565) hükümdarlık yıllarıdır. Jüstinyenos'un imparatorluk dönemine restorasyon ve ihtişamın yanında tarihte 532'de meydana gelen "Nika" adıyla anılan isyan da damgasını vurdu. İsyan bastırıldı fakat başkent baştanbaşa yakılmış, harap olmuştu.
Jüstinyenos, Nika ayaklanması sonrasında şehri eskisinden de görkemli biçimde yeniden inşa etmeye karar verdi. Konstantinopolis adeta yeni baştan imar ve inşa edildi. Jüstinyenos'un adı "kâinatın gözbebeği" sayılan Ayasofya'nın inşasıyla ölümsüzleşmişti.
867-1056 tarihleri arasında Bizans'ın askeri-siyasi üstünlüğü ekonomik alanda gelişme takip etti ve İstanbul uluslararası büyük bir ticaret merkezi hâline geldi. Artan refah Balkanlar veya Anadolu'daki eyaletlerden önemli sayıda göçmeni İstanbul'a çekti. 9. ve 11. yüzyıllar arasında yıkıcı birçok deprem ve doğal afet yaşanmasına rağmen şehrin nüfusu 500 bin civarındaydı.
Ancak 1204'te İstanbul'u zapt eden Haçlılar, şehri korkunç biçimde yağmalayıp, yakıp, yıktılar. 1261'de Latinleri kovarak kente tekrar hâkim olan Bizanslılar bıraktıkları muhteşem şehrin yerinde adeta bir harabe bulmuşlardı. Bunun için, Bizans'ın ikinci kurucusu olarak adlandırılan Sekizinci Mikhail Palaiologos elinden gelen gayreti gösterdi. Ancak bütün gayretlerine rağmen İstanbul 1453'te fethedildiğinde hâlâ 1204'te yediği darbeyi üzerinden atamamıştı.
Böyle zengin şehir nasıl olur?
1204'te İstanbul'u işgal eden Haçlılar'ın şaşkınlığı kaynaklarda şöyle anlatılır: "Konstantinopolis'i daha önce hiç görmeyenler, şehre büyük bir arzu ile baktılar çünkü dünyada böylesine zengin bir şehir olacağını hiç düşünmemişlerdi. Bu şehir büyüklüğüyle diğerlerinden çok üstündü."
Ölüleri bile soydular
Tarihçi Khoniates, 1204'te İstanbul'un yağmalanmasını şöyle anlatır: "Ortaya koydukları yeni yağmalama yöntemi, imparatorluk şehrini soyup soğana çevirenlerin bile gözünden kaçmıştı. Havariyyun Kilisesi'ndeki imparator mezarlarını gece açarak talan ettiler. Bu Batılılar'ın elinden ne canlılar ne de ölüler kurtulabilmişti."
Haçlılar'ın İstanbul'u yağmalamaları
Dördüncü Haçlı Seferi Müslümanlar üzerine değil Bizans'ı hedef alarak İstanbul'a yönelmişti. 13 Nisan 1204'te Konstantinopolis'i zapt eden Haçlılar, şehri korkunç biçimde yağmalayıp, yakıp yıktılar. Tarihçi Runciman "Tarihte İstanbul'daki yağmanın örneği yoktur" diyerek hadisenin boyutuna işaret eder. "900 yıl boyunca Hristiyan dünyasının merkezi olan İstanbul bu yağma sonunda bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini, her şeyini bir daha yerine gelmeyecek şekilde kaybetti. Kiliseler, manastırlar, saraylar ve kütüphaneler yağma edildi. Paha biçilmez sayısız ikon, kutsal emanet ve değerli eşya ya üzerlerindeki altın, gümüş ve kıymetli taşlar sökülüp alınmak maksadıyla parçalandı veya çalınıp götürüldü. Hristiyanlığın en kutsal kilisesi Ayasofya'ya atlarıyla dalan Haçlı savaşçıları duvarları süsleyen ikonları, ipek halıları çaldılar veya yırtıp parçaladılar. Venedikliler imparatorluk merkezindeki kültür ve sanat eserlerinin birçoğunu toplayıp kendi şehirlerinin kiliselerini, saraylarını, meydanlarını süslemek üzere alıp götürdüler."
Yağmanın son bulduğu üçüncü günün bitiminde "Şehirlerin Kraliçesi" kabul edilen Konstantinopolis, yanmış, yıkılmış, halkının çoğu kaçmış olduğu hâlde Latinler'in denetimi altına girmişti.
Yağmalanan bu eşyaların büyük bir kısmı İtalya ve Fransa gibi ülkelerde dindar insanlara fahiş fiyatlarla satıldı ve zaman içinde ortadan kaybolurken, bir kısmı da Vatikan'da veya diğer büyük dini merkezlerde koruma altına alındı.

İstanbul, Fatih sayesinde Avrupa'nın en büyük şehri olmuştu

İstanbul'a yeni iki şehir daha ilave edilmesi ve çılgın projelerle donatılması gündemde.
Fatih, fetihten önce ölü bir şehir olan İstanbul'u Osmanlı İmparatorluğu'na layık bir başkent yapmıştı
Fetihten önce İstanbul ölü bir şehirdi. Şehir, 1204'te Latinler tarafından işgalinden sonra uzun bir gerileme dönemine girmişti. İşgal süresince adeta köye dönmüş, şehir bağlar ve tarlalarla dolmuştu. İstanbul, "büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harabe bir şehir" olarak tasvir edilir.
İstanbul'un imarı
Fatih Sultan Mehmed müstakbel başkentinin, ellerine harabe bir şehir olarak düşmesini istemediğinden, son hücumu yapmaya karar verdiğinde Bizans imparatoruna, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif edip buna karşılık kendisine Mora despotluğunu vadetti. Ancak Bizanslılar şehri teslim etmeye niyetlenseler bile müdafaaya iştirak eden Latinler karşı çıktılar.
Fetih öncesi, şehirde yaşayanların bir kısmı İstanbul'u terk etmiş ve kaçmış, geri kalanlar da ordu tarafından esir alınmıştı. Fatih, fetihten sonra ilk iş olarak, şehri sadece eski hâline getirmek için değil, fakat mümkün olduğunca daha mükemmel bir şekilde imar ve iskân etmek için harekete geçti. İstanbul'u tekrar siyasî ve iktisadî bir imparatorluk merkezi yapmak için büyük bir enerjiyle çalıştı. Araştırmalarıyla İstanbul'un imarını aydınlatan Halil İnalcık hocamızın deyimiyle bütün hükümdarlığı süresince Fatih'in yegâne zihnî meşguliyeti, İstanbul'u imparatorluğunun hakikî merkezi yapmak olmuştu.
Sultan, esir alınan çok sayıda Rum'un, sahiplerine fidyelerini ödemeleri şartıyla serbest bırakıldıklarını irade etti. Fidye parasını kazanmalarına imkân sağlamak için, inşaatlarda çalışmalarına izin verdi. Şehirden kaçanların geri dönmeleri hâlinde, evlerinin kendileri için tamir edileceğini bildirdi.
İstanbul'dan ayrılmadan önce surların restorasyonunu ve Yedikule'de müstahkem kale yapılmasını emretti. Aynı zamanda şehrin merkezinde, şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yerde bir saray inşa edilmesini buyurdu.
İstanbul'a göç
Şehrin yeniden imar ve iskânı için derhal Anadolu'dan ve Rumeli'den insan getirtti. Anadolu'dan 4.000 ve Rumeli'den yine 4.000 ailenin getirilmesini emretti. Boş evler yeni yerleşenlere bedava dağıtıldı. Silivri ve Galata halkı İstanbul'a nakledilerek buraya yerleştirildi.
Fatih, seferleri müddetince, fethettiği şehirlerin zenginlerinden, sanatçılarından ve tüccarlarından bir kısmını sürgün olarak İstanbul'a getirdi. Savaş esirleri arasındaki çiftçiler sultanın kulları olarak, İstanbul'a gıda maddeleri temin etmek için şehir etrafında kurulan kasaba ve köylere yerleştirildi. Seferleri sırasında Eski ve Yeni Foça, Argos, Amasra, Trabzon, Mora, Midilli, Eğriboz, Taşoz, Semadirek, Kefe ve Mengüp'ten Hristiyanlar, Konya, Larende, Aksaray ve Ereğli'den ise çok sayıda Müslüman ve Hristiyan nakledildi. Her grup, İstanbul'a gelişlerinde başka bir mahalleye yerleştirildi ve çoğu zaman bu mahalleye eski memleketleri olan şehrin ismi verildi.
Fatih'in, malî teşvikleri ve Osmanlı'nın dini müsamahası sayesinde Almanya ve İtalya'dan çok sayıda Yahudi göç etti. Ermeni Patrikliği İstanbul'a taşındı.
Avrupa'nın en büyük şehri
Köprüler ve yollar tamir edildi. Kaldırımlar yapıldı. Su kanalları ve kemerleri tamir edilerek şehrin yeterli suya kavuşturulması sağlandı.
Eski Saray 1464'te tamamlandı. Daha sonra Topkapı Sarayı ismiyle anılan Yeni Saray'ın inşasına başlandı. Fatih, şehrin merkezine bina edilen Yeni Saray'ın yanına küçük bir çarşı yapılmasını buyurdu. Bu Büyük Bedesten olarak adlandırılan Kapalı Çarşı'nın inşasıyla İstanbul, hâlâ önemini koruyan bir ticaret merkezine kavuştu.
1459'da Fatih, İstanbul yakınında Hz. Muhammed'in sahabesi olan Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şehit düştüğü yerde bir cami ile bir türbe, bir medrese ve bir imaret yaptırdı ve Bursa'dan getirilen göçmenler buraya yerleştirildi. Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra İslâm dünyasının en önemli bölgesi oldu.
İstanbul'un Türk kimliği Fatih döneminde oluştu. Fatih'in izinden giden diğer vezirler ve ileri gelen şahıslar, şehrin her bölgesinde vakıflar yoluyla çeşitli müesseseler meydana getirdiler. İstanbul, kamu hizmeti ve dinî gayelerle hareket eden devlet adamları, nüfuzlu ve zengin şahıslar eliyle kurulan vakıf müesseselerinin meydana getirdiği külliyelerle büyüyüp gelişti. Bu dönemde sur içinde 163, Kasımpaşa'da 5, Galata'da 5, Boğaziçi'nde 6 ve Üsküdar'da 5 cami yapıldı. Medrese sayısı ise 21'dir. Ayrıca 32 hamam, 4 saray, 7 aşhane, 10 han ve kervansaray, 28 çarşı inşa edildi.
İstanbul, Fatih hayatta iken saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar ve medreselerle kaplanarak mamur bir Türk şehri hâline geldi. Nüfusu artan, imar faaliyetleri ve ticareti canlanan İstanbul eski parlaklığına kavuştu ve 16. yüzyılda Avrupa'nın en büyük şehri oldu.
İstanbul'un mahalleleri
Fatih döneminde bize kalan birçok semt ve mahalle adı vardır. Vefa, Akşemseddin, Kovacı Dede, Kocamustafapaşa, Defterdar Sinan, Akbıyık, Tokludede, Ya Vedûd, Hızırbey, Saraçhane, İshakpaşa, Kasımpaşa, Mahmutpaşa, Molla Fenari, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Mercanağa, Nişancı, Tahtakale...
Birçok semtimiz Fatih dönemi devlet adamlarının ismini taşır. Gedikpaşa, Fatih'in veziriazamı Gedik Ahmed Paşa'nın yaptırdığı hamamdan; Hocapaşa, Fatih'in hocası Hoca Sinanüddin Yusuf Paşa'nın konağından; İshakpaşa, Fatih'in veziriazamlarından İshak Paşa'nın Ahırkapı civarında yaptırdığı camiden; Mahmutpaşa, Fatih'in veziriazamlarından Mahmud Paşa'nın Kapalıçarşı civarında yaptırdığı camiden; Muratpaşa, Fatih'in vezirlerinden Murad Paşa'nın Aksaray civarında yaptırdığı camiden; Nişanca, Fatih'in son veziriazamı Nişancı Karamanî Mehmed Paşa'nın Kumkapı civarında yaptırdığı camiden; Rûmî Mehmed Paşa, Fatih'in veziriazamlarından Rum Mehmed Paşa'nın Üsküdar'da yaptırdığı imaret, medrese ve hamamdan esinlenerek ismi verilen semtlerdir.
İstanbul'daki birçok yer Fatih zamanından izler taşır. İstanbul'a onun zamanında getirtilerek yerleştirilen Türkler, kendi geldikleri bölgelerin isimlerini iskân edilen bölgelere vermişlerdi: Aksaray, Çarşamba gibi.
Ayasofya'yı kurtardı
Fetih'ten sonra şehre giren Fatih ilk olarak Ayasofya'ya gitti. Bu sırada bir askerin kilisenin mermerlerini sökmeye çalıştığını gördü. Askere kızarak, bunların ganimet olmadığını söyledi. Bu yapılar padişahındı.
Ayasofya'nın kubbesinde şiir
Namaz kıldıktan sonra bu zaferi için dua edip ayrılmadan önce Ayasofya'nın kubbesine çıkan Fatih'in Farsça şu mısraları söylediği duyulmuştu: "İmparatorun sarayında örümcek perdedarlık ediyor, Efrasiyab'ın kulelerinde baykuş nevbet vuruyor."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder