26 Ocak 2013 Cumartesi

İslamofobi endüstrisinin lejyonerleri- ESİN KAYA


21 Ocak 2013 / ESİN KAYA
İslamofobi endüstrisinin beslenmesinde ‘eski’ veya ‘reformist’ medyatik Müslümanların payı büyük. ‘Korku tacirleri’nin sırtını sıvazladığı bu simalar, karşımıza gazeteci, yazar, politikacı, aktivist olarak çıkabiliyor.

Yıl 2004, yer Hollanda. Çoğunluğu Faslı ve Türklerden müteşekkil, 4 milyon göçmen nüfusun yaşadığı ‘özgürlükler ülkesi’ bir cinayetle çalkalandı. Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un ailesinden yönetmen Theo Van Gogh, İslam’da kadının yerini anlattığı, Kur’an ayetlerinin ve hadislerin çarpıtıldığı, Müslümanların küçük düşürüldüğü ‘Teslimiyet’ adlı kısa film yapmıştı. Çok geçmeden Muhammed Bouyeri isimli Faslı genç, Van Gogh’u Amsterdam’da sokak ortasında vurdu. Yönetmen hayatını kaybetti, genç adam müebbet hapse mahkûm edildi. Gelelim ‘Teslimiyet’ filmine. Senaryo ‘Kâfir’ adlı  biyografisiyle tüm dünyada tanınan, Somali asıllı Hollandalı eski politikacı Ayaan Hırsi Ali’ye ait. 2005’te Time onu ‘dünyada en etkili 100 insan’ arasında gösterdi. Tartışmalı Hz. Muhammed (sas) karikatürleriyle tanınan Jyllands-Posten gazetesi ifade özgürlüğü, İsveç Liberal Partisi de demokrasi ödülü verdi. Hırsi, (daha sonra Ali soyadını taşımaktan vazgeçti) cinayetin ardından tehdit edildiğini açıkladı, baskılar üzerine bir süre ortadan kayboldu ve sonrasında Amerika’ya yerleşti. Geçen aylarda olaylı bir şekilde ortaya çıktı. Hatırlarsınız; geçtiğimiz Eylül’deAmerika’da Hz. Peygamber’e (sas) hakaret içeren ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı bir film çekilmişti. Ardından Libya’da marjinal gruplar ayaklanmış, Amerika Büyükelçisi’ni hunharca öldürmüştü. İşte, dünya genelinde protestolara sebep olan olayları kapağına taşıyan Newsweek’in dosyası Hırsi’nin imzasını taşıyordu. Haberin başlığı ‘Müslüman Öfkesi’ydi. Fotoğrafta sakallı, sarıklı bir grup erkek bir bayrağa yapışmış, bağırıyordu. Haberin içeriği ‘Müslümanlar bu aşırı tepkileri hep gösteriyor’dan öteye gitmiyordu. İslam’ın şiddeti meşru gördüğü, kaynağını da farz kıldığı ‘cihat’ kavramından aldığı ileri sürülüyordu. Muhakkak ki, haberde Ayaan Hırsi imzasının bulunması tesadüf değil. İslam’ı kötüleyen ve ateist olduğunu sıkça dillendiren Hırsi, bu sayede ilgi görüyor, sırtı sıvazlanıyordu. Bunu gören Hırsi de konuştukça konuşuyordu. Öyle ki, 2011’de terör eylemiyle Norveç’i kana bulayan Anders Breivik’i savunacak kadar. Hırsi, siyonist taraftarlığıyla tanınan, dünyanın en büyük medya şirketlerinden Axel Springer Akademisi’nden ‘onur’ ödülü aldığı törende Breivik’in İslam’la mücadele ettiğini ve yalnız kaldığını savunuyordu. Ona göre, eylemin sorumluluğu Breivik’te değil, kurbanlarında ve onu bu eylemi gerçekleştirmeye iten kişilerdeydi.
Batı’dan yükselen İslam düşmanlığı/korkusunun (İslamofobi), Müslümanları Batı medeniyetinden sürme planının bir parçası sayılabilir. İslam geleneğinde yetişip daha sonra redd-i miras yapan bu kimlikler, pompalanan korku ve inançsızlığın hem Batılılar hem de aynı köklere sahip şark toplumları arasında sahicilik kazanması yolunda özenle seçiliyor. Baskı gördüğü gerekçesiyle Doğu’dan Batı’ya göç edip edebiyatçı, gazeteci, politikacı sıfatıyla nefret söylemi geliştiren, karmaşaya yol açan Hırsi gibi benzer amacı güden farklı isimler var.
Şüphesiz konuyla alakalı akla ilk gelen sima Hint asıllı İngiliz romancı Salman Ruşdi. Ödüllü yazar, eserlerinde çoğu zaman ülkesini konu eder ve geleneğe dair eleştirileri dikkat çeker. Meselâ 2005’te piyasaya çıkan ‘Utanç’ isimli kitabı Hindistan ve Pakistan’da yasaklanmıştı. Rüşdi’ye asıl şöhret kazandıran süreç Nikaragua anılarını anlattığı ‘Jaguar’ın Gülüşü’ (1987) ile başlıyor. Bir yıl sonra raflara çıkan ‘Şeytan Ayetleri’ ile Whitbread ödülünü kazanır; fakat İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle kitap önce ülkesinde, sonra Güney Afrika, Suudi Arabistan, Mısır, Malezya, Katar’da yasaklanır. İran Dini Lideri Humeyni’nin, hakkında verdiği ölüm fetvası ve başına koyduğu 3 milyon dolar ödül hayatında dönüm noktası olur. Bundan sonra Müslümanlarca ne kadar yok sayılırsa o kadar Batı’nın göz bebeği olur. Foreign Policy dergisi onu ‘Dünyanın ilk 100 entelektüeli’ listesinde 10. sırada gösterdi, İngiltere Lordlar Kamarası ‘şövalye’ unvanı verdi. Kitap, Kur’an-ı Kerim ayetlerini referans alarak, kelamını çarpıtmış ve asılsız iddialar çevresinde, fitneye sebep olacak bir teori üzerine kurmuştu. Salman Rüşdi, yeni kitap ve röportajlarıyla İslam karşıtı nefret söylemini beslemeye devam ediyor. Ama biraz da yazdıkları ve konuştuklarıyla en az onun kadar dikkat çeken ve ‘Etekli Salman Rüşdi’ diye anılan Bangladeşli yazar Teslima Nesrin’den bahsetmek gerekiyor. Yazar, 1994’ten bu yana sürgünde yaşıyor. ‘Feminist’ titriyle anılan eski fizikçi ve jinekoloğun edebiyat çevrelerindeki bilinirliği romanlarında Müslüman toplumlarında kadın meselesini işlemesiyle ve İslam eleştirisiyle gerçekleşir. Asıl çıkışını Müslümanlardan eziyet gören Hindu bir ailenin hikâyesini anlattığı ‘Utanç’ ile yakalar. Hemen sonra ‘ateist’ olduğunu açıklayan Nesrin hakkında ‘İslam Askerleri Konseyi’ adlı küçük aşırı dinci bir grup ölüm fermanı çıkarır. The Statements adlı dergiye verdiği röportajdaki Kur’an’ın ‘demode’ hâle geldiğine, revizyona ihtiyaç duyduğuna dair ifadelerinin ardından ülkede aleyhine gösteriler düzenlenir. Memleketinde hakkındaki algı, ‘emperyal güçlerin zoruyla İslam’ı karalayan, dinden dönen bir kişi’dir artık. Bir süre saklandıktan sonra Pen Yazarlar Sendikası yardımıyla İsveç’e kaçırılan Nesrin, 2004’e kadar Batı’da yaşar. Aynı yıl Kalkuta’ya yerleşir ama Hindistanlı Müslümanlar da onu ülkelerinde istemez, yeniden ayrılmak zorunda kalır. Benzer durumlarda olduğu gibi bu süreçte Fransız edebiyatçılar ve aktivistler en büyük destekçisi olur. Hatta Simone de Beauvoir ödülüne layık görülür. Fakat önceleri Nesrin’e destek çıkan ünlü düşünür Jean Edern Hallier, daha sonra onu ‘yalancı’ ilan eder. Ünlü yazar Guy Sorman ise Nesrin’i bir grup medyanın şişirdiğini, Batı’nın onu kullanarak Hindistan’da İslam cephesine karşı Hinduları desteklemek için bir yol seçtiğini söyler.
 Yukarıda bahsi geçen isimler bireysel serüvenlerinin benzerliği dışında yetiştikleri dünya atmosferi itibarıyla da yakınlık taşıyor. 27 yaşındaki İran asıllı Hollandalı politikacı Ehsan Jami’nin hikâyesi ise farklı. İran Devrimi’nin ardından doktor babası, Hıristiyanlığı seçen annesi ve kardeşiyle birlikte Hollanda’ya sığınırlar. 11 Eylül saldırılarından sonra Kur’an ve Hadis okumaya başlayan Jami, dininden döner.  Hz. Muhammed’i (sas) ‘suçlu’ olarak görmeye başlar. Yirmili yaşların başında  Leidschendam-Voorburg’da İşçi Partisi’nden (PvdA) şehir meclisi üyeliğine seçilir. 2007’de Fas asıllı liberal politikacı Loubna Berrada ile ‘İslam’dan Dönenler Heyeti’ni kurar. Fikirdaşı Berrada, Jami’nin fikirlerinin giderek saldırganlaştığını düşündüğü için, niyetinin İslam’ı kötülemek olmadığını söyleyip heyetten ayrılır. İslam karşıtı söylemleriyle ülkedeki Müslümanların tepkisini toplayan Jami, evinin önünde saldırıya uğrar. Genç politikacı artık korumalarla gezmeye başlar. Bu süreçten sonra Jami, “Nazi faşizmi ne ise bugünkü İslamiyet de odur”, “Geçen yüzyılda dünya Nazilerden ne çektiyse şimdi de İslamiyet’ten aynı şeyi çekiyor” gibi açıklamalarda bulunur. Bunun üzerine İşçi Partisi’nden ihraç edilir. Hollandalı ateist ve aşırı sağ siyasetçi Geert Wilders onu sahiplenir ve Partij voor de Vrijheid (PVV) bünyesine alır. Daha sonra İslam hakkında animasyon kısa film projesi üzerinde çalıştığını duyurur. Filmin gösterimi tam da Jyllands-Posten gazetesinin Peygamber’e (sas) hakaret karikatürlerinin yayımlandığı günlere denk gelir. Fakat Hollanda Adalet Bakanı’nın uyarıları ile  projeye ara verir. Bir yıl sonra filme devam eden Jami’nin çalışması yayımlanınca Avrupalı Müslüman sivil toplum kuruluşları Hollanda’ya tepki gösterir. Ülke malları boykot edilir. Bunun üzerine Başbakan Jan Peter Balkenende, Jami’nin filmi için kamuoyundan özür diler. Jami de tıpkı Ayaan Hırsi gibi Anders Breivik’in makalelerinden alıntılar yapmaya devam ediyor.
İslam karşıtı eski Müslümanların hepsi kendilerini ‘ateist’ diye tanımlıyor. İnanan ama hemen ardından Kur’an ayetlerinden şüphe duyduğunu ifade eden Irshad Manji’nin farklı olup olmadığına siz karar verin. 44 yaşında, Uganda asıllı bir Kanadalı. Manji, henüz 4 yaşındayken anne ve babasıyla, Ugandalı diktatör İdi Amin’in zulmünden kaçarak Kanada’ya yerleşmiş. ‘İslam’la Hesaplaşma’ adlı kitabıyla İslomofobi endüstrisinin takdirini toplayan fakat Müslümanların tepkisini çeken Manji, kendini ‘lezbiyen ve refusenik (reddeden) Müslüman’ olarak niteliyor. New York Üniversitesi’nde ‘Ahlaki Cesaret Projesi’nin başında bulunan Manji, bir yardım organizasyonu olan Ijtihad’ın kurucusu ve başkanlığını yapıyor. Sayısız ödülü var. Dünyanın en prestijli gazetelerinde makaleleri çıkıyor. 2006 Dünya Ekonomi Forumu’nda ‘yılın genç lideri’ seçildi. Uluslararası etkinliklerin konuşmacıları arasında. Hatta ‘reformist’ Müslümanların sözcüsü olarak görülüyor. 2011 ‘Allah, Liberty and Love (Allah, Özgürlük ve Aşk)’ adlı kitabında İslam’da küs olduğunu iddia ettiği iki kavramla ilgili ‘iman ve hürriyeti nasıl barıştırırız’ sorusunu yöneltiyor okuyucuya. Kur’an’ı  defalarca okuduğunu ve dünyanın farklı yerlerinde Müslümanlarla konuştuğunu söylüyor. İslam’ın ilerici bir yönü olduğunu kabul etse de bunun ancak teoride kaldığını savunuyor. Ona göre İslam ‘Müslümanların yaptıkları’ndan ibaret. Manji lezbiyen kimliğini açıkladıktan sonra Müslümanların nefretini kazandığını ifade ediyor. Müslümanlara tavsiyesi; “Kur’an mükemmel olmayabilir mi acaba? Kur’an’da ne kadar önyargı var?” gibi suallerden kaçınmamaları. Çünkü dünyanın soru soran Müslümanlara ihtiyacı var.
Irshad Manji arada ‘Allah, Özgürlük ve aşk’ kitabında yer alan “Ilımlı Müslümanlar Batı kolonyalizmine o kadar kafayı takmışlar ki İslam’ın içindeki emperyalistlerle uğraşamıyorlar.” gibi ‘manidar’ cümleler kuruyor. Kur’an-ı Kerim’e ve Müslümanlara dair eleştirileri de yalnızca ‘Korku tacirleri’nde karşılık buluyor.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder