30 Aralık 2012 Pazar

“BEYİN GÖÇÜ” SAHTE AYDIN YETİŞTİRMEK İÇİN TEŞVİK EDİLİR..-Oktay SİNANOĞLU, Burası Türkiye [Kitap]. - İstanbul : Otopsi,


Oktay SİNANOĞLU-BURASI TÜRKİYE KİTABINDAN (2)

Mülakat: Murat Orhanlı – Bilim Eğitim Dergisi, Eylül 2001

“Beyin” Değil “Beyin Hammaddesi” İhraç Ediyoruz…

Cezayir’de okuyan bir genç hiçbir zaman aman gideyim de Amerika ‘da doktora yapayım falan diye düşünmüyor. Onun aklı fikri gidip Paris’te okumak. Başardı olması o demek Eski Sovyet ülkelerinden gelenleri görüyoruz. Onların da aklı fikri Moskova’da okumak Bu hep böyledir. Onun için buradan baktığınız zaman “Amerika cazip olduğu için herkes oraya gitmek istiyor” gibi geliyor.
Hayır!
Bu hiç de öyle değil Burası Amerika’nın olduğu için herkes Amerika’ya başvuruyor. Burası Fransa’nın olsaydı herkes Fransa ‘ya başvuracaktı
Dünya’da en az dışarıya göç veren iki ülkeden biri Türkiye idi. Diğeri de Japonya… O günlerden bugüne 50 senelik Amerika ‘nın kültür mühendisleri marifetleri ile Türkiye ‘de milli ruh, vatan sevgisi, tahrip edildi.
Şimdi birine “Topraklarımız yabancılara teslim ediliyor” deseniz, “Peki ama ya piyasa ne olacak” diyor.
“Vatan gittikten sonra piyasanın ne önemi var” diyorsunuz, , “iyi ama piyasa ne olacak” diye bir daha soruyor. Amerika’nın gittiği Orta Amerika, Güney Amerika ve Asya Ülkelerinde muazzam bir kültür tahribatı yaptığı, o milletlerin kültürlerini yok ettiği bir gerçek
Aslında Türkiye’de ihraç edilen beyin değildir. İhraç edilen beyin hammaddesidir. Hammaddeyi biraz işlerler, arasında çok yetenekli işe yarayacakları kendine ayırır ve kullanır. Tabii bunların karakter sahibi olmaması, milletini sevmemesi gibi özelliklerinin olması gerekir. Geriye kalanları da ülkesine geri gönderir; o ülkede kullanırlar, sahte aydın olarak.
Sahte aydının yetiştirilmesi için İsmet İnönü ‘nün Amerika’yla yaptığı anlaşmalar arasında ikili bir anlaşma varmış. Bu yeni çıktı ortaya. Onda da Türk öğrencilerinin alıp Amerika’ya götürülüp bu şekilde yetiştirilmesinin tedbirleriyle ilgili maddeler var. Mesela bu iş için 8 kişilik bir ekip kuruluyor. Dördü Türkiye’den dördü de Amerika’dan seçilen bu ekipde Amerikan’nın Türkiye ‘deki büyükelçisi de var ve onun oyu iki sayılıyor. 1947′den beri eğitim bu şekilde idare ediliyor. Belgesi yeni çıktı. Metin Aydoğan buldu.
Yurtdışına gönderilen öğrenci sayısı ilk zamanlar 20 bindi.
5-6 sene önce ise 40 bin olmuş bu rakam.
Sonra öğrendik ki 60 bine çıkmış.
En son bir yerde okudum, 200 bin olmuş.
Bir öğrencinin masrafını yıllık 30 bin dolar olarak kabul edersek bu semde 6 milyar dolar demektir. Eğer bu 6 milyar dolan bu iş için harcıyorsa bir ülke çok büyük gayelerin, olması lazım. Bu öğrencilerle ‘şu sanayii kuracağız, şu teknolojiyi geliştireceğiz ‘ diyen yok tabii. Bu insanlarıma Türkiye ‘ye dönseler bile imkân yok. Eğer biri Türkiye ye donup inada bir şeyler yapmaya kalkarsa zaten izin vermezler, onun başına her türlü bela gelir.
Türkiye ‘de basın-yayın Amerika’nın buradaki nüfuzunu, tabanın dibine kadar çok köklü bir şekilde oturtup, herkesin Amerika’dan başka birşey düşünmeyen, ondan başka bir yeden medet umamaz hale gelmesi için sahibinin sesini çıkarıyor.
Beyin göçünün nedeni: 1980 ‘den sonra yani YÖK’ün kurdurulmasının ardından Türkiye’de bilim ve araştırmanın bitmesidir. Bilim adamı araştırma yapmak için uğraşacakken, ders başına para alarak 40 saat ders veriyor haftada. (sh:208-210)

İNGİLTERE, DİL TİCARETİYLE GEÇİNİYOR

İngilizce öğreniminin Türkiye’de bu kadar önemsenmesinin aradında sizce Batılı ülkelerin özellikle de İngiltere’nin maddi çıkarı mı var?
Eskiden Fransız sömürgesi olmuş —gerçi şimdi daha beter sömürgedirler— ülkelere sorsanız dünya dili Fransızca’dır. Türk Cumhuriyetleri’ne sorsanız Rusçadır. Burada sorsanız İngilizce dünya dilidir. Böyle bir şey yok.Şu anda sadece telegrafik yani faks dili İngilizce’dir. O kadar. Kimsenin kendi dili yerine İngilizceyi koyduğu yok. Sadece tasfiye edilmekte olan ülkelerde bu propaganda yapılmaktadır. Bundan 5-6 sene önce, Lordlar Kamarası üyesi bir İngiliz dedi ki
“İngiltere artık hiçbir şey üretmiyor.
Hakikaten Amerika’da bir İngiliz malı göremezsiniz. Varsa bile kimse itibar etmediği için satılmaz. Çünkü iş ahlakı Amerika’dan daha önce İngiltere’de bitmişti. O İngiliz, konuşmasında “Bizim en büyük kazancımız, İngilizce’den”dedi. İngiltere bugün, başka devletlerden İngilizce öğrenmek için gelen Öğrencilere açtığı kurslardan ve İngilizce öğrenmeyi sağlayan şeylerden geçimini sağlıyor. (sh: 219)

ÇİFTÇİLİK- HAYVANCILIK NASIL BATIRILIR

Türkiye’de tarım ve hayvancılığın yok edildiğini herkes biliyor. Yakında aç kalacağımızı, buğday ülkesi Türkiye’nin buğday ithal ettiğini herkes biliyor. Şimdi bunun benzeri birçok Avrupa ülkesinde oluyor. Onu kimse bilmiyor. Şu anda. (Bilen varsa duymadım). Avrupa’da katıldığım toplantıda tebliğler sunuldu, anlatıldı. Oradan biliyorum. Meselâ, Lehistanlı kalkıp anlatıyor:
“Seçtik gibi gösterilen ama seçmediğimiz kişiler [dikkat hep aynı kelimeler] başımıza konduruluyor. Ve bunlar bir takım nereden geldiği belli değil kanunlar çıkarıyorlar. Hiç tartışılmadan gecenin 2′sinde kimsenin haberi olmuyor. Sonra bir bakıyoruz. Bizim topraklan yabancılar alıvermiş, tanm da bitmiş; hayvancılık da bitmiş”.
Çek anlatıyor, gene aynı şeyler. Slovak anlatıyor aynı şey. Hadi bunlara şaşmayız. Çünkü oralara da aynı numaraları yapıyorlar. Ama İngiliz’in anlatmasına çok şaştım. 2 tane İngiliz vardı. Bir tanesi çok mühim, derin bir adam; diğeri de hanım. İngiliz Hanım konuşmasını büyük saydamlar göstererek yaptı.
“İngiliz çiftçisine neler ettiler?” bunu anlatıyor. Çiftçinin elinden topraklar alınmış.
“Nasıl alınmış?”
Çok kolay. Her çiftçi bankaya borçludur, mevsimlik iş olduğu için. Bu yüzden ve gıda stratejik (hayatî) madde olduğu için her ülkede çiftçi desteklenir. Bilhassa Amerika’da çiftçi desteklenir. Yoksa ertesi gün çiftçi batar. Bize de diyorlar ki:
“SİZ ÇİFTÇİYİ DESTEKLEMEYİN.” Ertesi gün de bizde çiftçilik batıyor. Ama kendileri de çiftçiyi büyük çapta destekliyorlar.
“Bize bunu kim diyor?” IMF, yâni Küresel Kıraliyet Para Fonu. İngiliz hanım’ın gösterdiği saydamlarda İngiliz çiftçi aileleri perişan, saçım başını yoluyor. Bankaya birileri diyor ki:
“Sen yarın git, çiftçiden borçlarını ödemesini iste.”
Çiftçinin imza attığı sözleşmenin arkasında meğerse küçücük,
“Banka istediği zaman borcunu geri alır.” yazarmış. Çiftçinin haberi bile olmaz öyle yazdığından. Banka borcunu ister, çiftçi ödeyemez. Hemen arazisini, hatta oturduğu evini alırlar. Aynı şey 1970′Ierde Amerikan çiftçisine de oldu.
“Var mı haberiniz? Ey Amerikan Muhipleri! Bundan haberiniz var mı sizin?”
Yok. Bir şeyden haberiniz yoktur. Bir şeye de aklınız ermez. Sadece bir gizli cemiyetin üyesi olduğunuz için belli makamlara konulup bu memleketin, yâni vatan topraklarının, yabancıya teslim edilmesine eyvallah diyorsunuz.
1970′lerde Amerika’da birçok ailenin kendi büyük çiftlikleri vardı. Kızılderililerden çaldıkları topraklar üzerinde. Zaten bu çiftçilere birkaç banka borç veriyor. Hepsi de tek bir harikanın şubesidir aslında kurcalasan. Kulede de uçağın çarptığı katların 20 katı işte o bankaya ait. 1970′lerde çiftçiden borçlarını aniden ödemesini istediler. Ora TV’lerinde kaç kere gözümle görmüştüm.
“Borcunu yarın vereceksin.” diyor. Çiftçi:
“Nasıl olur? Mahsul zamanı değil, nasıl vereyim?”.
“Bak,” diyorlar, bunu imzalamışsın, arkada ufacık “Banka istediği zaman borcunu alır.” yazıyor. Hemen kamyonlar geliyor, arazisinin tapusunu aldıkları gibi oturduğu evin eşyasını her şeyini alıp götürüyorlar. Çiftçi ailesi öyle perişan kalıyor. Böylelikle birçok arazi ve tarım sadece birkaç bankanın eline geçti. Sonra başka ülkelerde de aynısı oldu. Şimdi Türkiye’de olan onlardan bir tanesi. “Türkiye’de, zaten arazileri yabancılar da alabilir.” diye kanun çıkardılar. Zaten alıyordu da, kılıfına uydurmak için bir de kanun çıkardılar. Bunu Avrupa’daki bütün aklı başındaki insanlar söylüyor. Ben sadece sizlere iletiyorum. Aracıyım, benim bir şey dediğim yok. Elçiye zeval olmaz.
“Dünyada kıtlık olacak.” diyorlar. Çünkü birkaç şirket, birkaç banka bunları eline geçiriyor. Biliyorsunuz çiftçilik, binlerce yıllık aile, köy geleneğinin devamıdır. Doğuştan işi biliyor ve bu işi yapmaya da razıdır. Bu gelenekten gelen iş bittiği anda bir daha istese de çiftçilik yapamaz. Betondan bıktık, yeşillik görelim diye Ankara’nın biraz dışında taksiyle bir yere gittim. Meğersem orası köymüş. Çöl gibi olmuş. Etlik’in arka tarafı, ot bile yok. Taksici de o köydenmiş. Taksici dedi ki;
“Ben daha lisedeyken buraları yemyeşildi, burada tarla vardı.” dedi. Ot bile yok hemen Ankara’nın yanında, nereye gitsen hep böyle olmuş. Sivas’dan 30 km uzağına gittim. Ekili bir tarla, bir tek hayvan görmedim. Sadece bir tane tavuk gördüm. Köylerin hepsi boşaltılmış. Bunlar kendiliğinden olan işler değil. Dünya’da da oluyor burada da oluyor. Şimdi birkaç şirket toprakları eline geçiriyor. Meselâ Kargil firması gelip İznik gölünün kenarına güzel tabiat yerine fabrika kuruyor. Ancak bu birkaç şirket binlerce yıllık gelenekten gelen çiftçiliği tek basma yapamaz. Bunu Avrupa’da herkes görmeye başladı artık. Dolayısıyla çok yalan zamanda birçok ülkede kıtlık olacağını, en başta Türkiye’de herkes söylüyor. Ben demiyorum. Ama hiç şaşmam.
Dünya çapında benzeri oluyor. İngiliz Hanım saydamlarla olanları gösterdiği zaman İngilizlere de bunu yapıyorlar diye çok şaşmıştım. Bu hanım öyle bir hanım ki isyan eden çiftçileri örgütlemiş. Başına geçmiş. Aynı zamanda hanım şarkıcıymış. Joan Baez gibi toplumsal konularda şarkı söyleyen eylemci bir hanım. Konuşmasının ardından da“Çiftçilere Ağıt” diye kendi yazdığı bir şarkıyı söyledi. Biz de:
“Türkiye’deki melanet işleri biraz kurcalasan, arkasından İngiliz çıkar diye kızardık, Vay canına size de mi yapıyorlar.” dedim. Dünyada, “Amerika şunu yapıyor”, “İngiltere böyle yaptı”, gibi şeyler yok artık. Zaten Yeni Dünya Düzenci, Küresel Kraliyetçi takım 200 senedir sessizce faaliyetteydi Ama görünmüyordu. Devlet yapıyor gibi oluyordu. Şimdi artık coştular; hızlandıkça görünür oldular. Ve şimdi artık, Avrupa’daki herkes de:
“Ulus-devletleri yıkıyorlar, anayasamızı değiştiriyorlar bizim seçmediğimiz, seçtik gibi gösterilen adaylar yapıyor” diye şikâyetçi. Sır perdesi kalkıyor; düşürülüyor. Olanları anlamak isteyenler, bizde damı geçinenler, gidip Türkiye’yi başka ülkelerle karşılaştırsınlar. (sh:239-243)
Kaynak:
Oktay SİNANOĞLU, Burası Türkiye [Kitap]. - İstanbul : Otopsi,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder