7 Kasım 2012 Çarşamba

SÜMERLER -Dr. BENNO LANDSBERGER Sümeroloji Profesörü


SÜMERLER
Dr. BENNO LANDSBERGER
Sümeroloji Profesörü


Sümerlerin Ön Asyadaki hususî mevkileri:

Sümerler İsa'dan üçbin yıl önceki zamandan evvel Irak'ın güneyini
yurt edinmiş ve bu mıntakanın, yani Irak'ın kuzey kısmına bile
tam mânasile yerleşememiş küçük bir kavimdir. Göçlerinin tarihini nisbî
kronolojiye, yani kazılarla ortaya çıkan tabakalardan hangisine rastladığına
göre bile, tesbit edemiyoruz; kaldı ki mutlak kronoloji ile,
yani müspet yıllarla tespit edilebilsin.

Sümerler Irak topraklarını 1000 yıldan fazla bir zaman Sami Akadlarla
paylaşmışlardır. Daha İsa'dan 2000 yıl öncelerinde bile, kendileri
ve dilleri artık ölmüş bulunduğu halde, Sümer dili Babil mekteplerinde
İsa'nın doğumuna kadar okutulmuş ve Babil mabetlerinde Sümer ilâhileri
terennüm edilmişti. Babil yazısının yayılması ile Sümer dili batıya
kadar yayılmış bulunuyor, 1400 ile 1200 yılları arasına rastlayan devrede
Eti devletinin merkezindeki mekteplerde de Sümerce okutuluyordu.
İkinci bin yıl ortalarında bir taraftan Babillilerin yurtları, diğer taraftan
Anadolu ve Mısır olmak üzere sınırlanmış bölgede de Sümerce
okutuluyordu. Bu sebepten dolayı 4 üncü bin yıldan beri Ön Asyadaki
yerleşmelerini takip edebildiğimiz müteaddit kavimler içinde, Sümerlerin
ayrıca bir yeri vardır. Sümerlerin, gerek arkalarında bıraktıkları, gerekse
uzak illere kadar yaydıkları tesirlerde, Babil yazısına iyice hakim
olabilmede, Sümerce bilmenin şart oluşunun büyük bir dokunağı olduğunu
da anmamız lâzımdır. Fakat, bunu söylemekle de Sümerlerin asıl
kültür tesirleri izah edilmiş olmaz. Hiç şüphe yoktur ki, Sümerler bu
müstesna mevkilerini kendilerinin, o devirde diğer kavimlerin yükselemedikleri
bir kültür seviyesine erişmiş olmalarına borçludurlar. Bu kültürün
üstünlüğünü, bir kaç ana çizgi ile, tafsilâta girişmeden evvel belirtelim:

1) Öyle teşkilâtlandırılmış bir memur devleti ki, hammalını, kırlarında
çalı çırpı toplayan adamını bile bu teşkilât içine alabilmiştir.

2) Yalnız isimlerini öğrenebildiğimiz sayısız tanrılarından büyük bir
çokluğu, bir sistem içinde yer almış bulunuyordu. Bu kavmin doğurucu
fantazisi, bu tanrıları teolojik mücerret birer mefhum olarak bırakmamış;
gerek kültte, gerek mitde kökleşmiş canlı ve belli simalar olarak
ortaya koymuştur.

3) Edebiyatlarına gelince: bilhassa lirik mahiyette olan edebiyatlarında, 
çeşitli müspet edebî neviler, yıllar içinde tekâmül ede
ede en yüksek şekillerine vardırılmış ve en derin inceliklerine ulaştırılmıştır.

Sümer kültürünün bu yüksek şekillerinin incelenmesi ve bu
kültürün bıraktığı tesirlerin araştırılması, ayrı ayrı bahislerdir.
Çünkü, Sümerlerin ölümünden sonra basitleştirilmiş ve kabalaştırılmış
olan Sümerizm, bu son şekliyle dahi o kadar kuvvetli idi ki,
Babil kültürünü sonuna kadar aralıksız olarak tesiri altında bulundurabilmiş
ve Babillilik ile kaynaşarak diğer dünya kültürlerine müessir
olabilmiştir, İşte bu sebepten dolayıdır ki, Sümerler üzerinde yapılan
araştırma ve incelemeleri, yalnız bunların ve dillerinin ölümüne kadar
götürmekle her hangi bir sonuca varılmış olmaz. Bu araştırma ve incelemeleri
kendilerinden sonra gelen kavimlerin hayatlarında da takip
etmek gerektir. Bu makalede, yalnız Sümerlerin ve Sümerliliğin kültür
devirlerinden taslak halinde bahs edecek, düşünme ve konuşma tarzlarının
tahlillerini yapmağa çalışacağım. Gelecek makalemde göçlerinden,
Mezopotamya medeniyetinin doğuşundan, bu medeniyetin meydana
gelmesinde Sümerlerin ne dereceye kadar müessir olduklarından,
üçüncü makalemizde de Sümerlerin manevî başarılarından ve tesirlerinden
bahs edeceğim.
*
Sümer - Babil tarihinin kültür devreleri:

Bu güne kadar yapılan araştırmalarda, ne 2250 ile 2000 yılları
arasına düşen en ileri Sümer kültürü devresi incelenebilmiş, ne de Sümer
kültürüne ait unsurlar Babil kültürü içinden ayırt edilebilmiştir.
Daha ziyade, eski ve yeni bütün unsurlar adeta bir menşurdan geçirilerek
bir satıh üzerine aks ettirilmiştir. Bunun sonucu olarak da, Sümer
- Babil müşterek kültürü ortaya çıkarılmıştır. Bununla beraber, tarih
içindeki oluş sıralan göz önünde tutulmadan yapılan bu sentezde, o
kadar esaslı bir hataya da düşülmüş değildir. Çünkü, Sümerlilik hiç
bir zaman esas mahiyetini, ne üslup, ne de bünye bakımından
fazla değiştirmemiştir. Hattâ yalnız manevî bir kuvvet olduğu zamanlarda
bile, esas karakterini muhafaza etmiştir. Zamansız, mücerret,
silik Sümerlilik mefhumunu, burada anlatmaya kalkışmayacağım. Çünkü,
eğer böyle bir şey yapmaya kalkışacak olursam, son yılların ilmî
araştırma sonuçlarını inkâr etmiş olurum. Meselenin kavranması için
tarihi oluşların göz önünde bulundurulması gerektir. Bu bakımdan çeşitli
 tarih devrelerinin birbirinden ayırt edilmesi lâzımdır. Sümerler için
on kültür devri ayırt edilir:


Bu devirlerin ilki, bu ülkenin ilk iskân devirlerine kadar iner, sonuncusu
da, İsanın doğumuna kadar çıkar. İlk iki devre, ancak Arkeolojik
buluntular ve tabakaların birbiri ardından gelişiyle belgelendirilebilir.

Üçüncü devreye gelince : Bu devrenin ortalarına ait olan, elde
mevcut yetecek kadar bol, yazılı vesikalarla tarihi devreye girmiş oluruz.
Beşinci kültür devresi, Sümerlerin klâsik devridir. Bu klâsik devre,
çok iyi bir şekilde teşkilâtlandırılmış şehir prenslikleriyle temsil edilir. Bu
teşkilâtın en aşırı şekli, toprağın devlet emrile işletilmesi ve elde edilen mahsulün
de anbarlarda biriktirildikten sonra halka dağıtılmasıdır. Bu teşkilât
yüzlerce memur ve kâtibe ihtiyaç gösterir. Şehir beyi "Ensi,, şehrin bağlı
bulunduğu tanrı namına hükümet sürer. Fakat bütün bu Ensi'lerin üstünde,
tanrı mertebesine çıkarılmış ve merkezi bir kuvvet olan kıral, kâh kudretli
kâh zayıf bir surette saltanat sürer. Devlet şekillerinde tamamiyle
etatizim hakimdir. Her şehir, bağlı bulunduğu tanrıya göre, Dünya beyi,
Ana tanrı, Ay tanrısı gibi bir sima taşır. Rühban sınıflarının, kültlerinin ve
bunlarla sıkı ilgisi olan mitlerin çeşitliliği, ait oldukları şehirlere renk
ve hususiyet verir. Klâsik devrenin başında, yani 2200 seneelerinde yaşamış
olan Lagaş şehrinin Ensi'si Gudea, şehrinin Tanrısı için yaptırdığı
 mabedin inşasını tarif ederken söylediği ilâhiler, bu devrin
belirtici vesikalarıdır. Hattâ yanlız İstanbul müzelerindeki, bu taşra
şehrinden çıkan 50 senelik bir devreye ait 80 bin idari vesika bile, bu
çok sıkı şehir idareciliği hakkında etraflı bir bilgi vermeğe yeter. Gerek
toprak, gerekse insan gücünden faydalanmalar da hep aynı esasa
dayanır. 2050 yıllarında bir yandan içerde başlayan çözülme ve çöküntüler,
diger yandan da dıştan gelen zorlamalar yüzünden, bu devlet
şekli birdenbire yok olmıya yüz tutar. Çok yüksek sayılan Ensi unvanı,
ufak timar sahiplerine verilen bir rütbe mertebesine kadar düşer.
Devlet nizamı ve şehir teşkilâtı yerine, fertlerin mukavelelerle, mükellefiyetler
ve kanunlarla bağlantısı ortaya çıkar. Bulunduğu şehrin hususiyetlerini
gösteren bir sembol olan mabet, artık canlılığını kayıp
eder. Konuşma dili olarak ölmüş olan Sümerce, mekteplere sığınır. Manevi
bir merkez olan Nippur şehri mekteplerinde, bu dil, o zaman başlamakta
olan yeni devrin yeni simasını kazanır. Etatizm yerine şahsi
mülkiyet sistemi geçer. Bu yeni sisteme ait olan, satış, kiralama, ödünç
verme, satınalma, izdivac v. s. mukaveleleri Nippur mekteplerinde icat
edilmiştir. Vakıa kıral, eskiden olduğu gibi bu devirde de Tanrı mevkiindedir.
Fakat aynı zamanda halkına iyi örnek olmakta ve doğruvyol
göstermektedir. Aynı mekteplerde eski Sümer edebiyatının edebi nevileri
ilk defa olarak yazılı bir şekle konulmuş, meselâ: didaktik destan
gibi yeni neviler eski menkul nevilerden çıkarılmıştır. Bu nevin çok
karakteristik bir misâli, çıkmak üzere olan fakülte yıllığında bulunabilir.
Seminerimde hazırlanmış ve Kemal Balkan tarafından kaleme alınmış
olan bu destanda, taşlar ve bitkilerin ilâhi nizama karşı nasıl isyan
ettiklerini ve kahraman tanrı Ninurta tarafından nasıl mağlûb edildiklerini
ve bu isyanda aldıkları cepheye göre ebediyete kadar mukadderatlarının
nasıl tayin edildiği anlatılır. İşte sonraki nesillere intikal
eden Sümerce, bu altıncı devir Sümercesidir.

VII inci veya Babil devrinde, aynı zamanda kudretli devlet adamı
da olan büyük mütefekkirler "syncretique„ Babil tanrısı Bel'i, muhtelif
Sümer tanrılariyle birleştirmek suretiyle yaratırlar. Bu Tanrıya verilen
elli ismin hepsi de Sümercedir, ve bu isimler bu tanrının kudret ve
mahiyetini her bakımdan aydınlatmaktadır. Felsefi destan bu devirde
ilk olarak ortaya çıkar. "Dualisme,, ile iyilik ve gençlik tanrıları, kötülük
ve ihtiyarlık tanrılarına galip gelirler. İnsan fenalık tanrılarının kanı
ile yoğrulmuştur. Eski Sümer kahramanı Gilgameş, ebedi hayatı aramakla,
problem şiirinin kahramanı olarak her insanın sembolü mahiyetini
alır.

VIII inci devir veya Kas devri: 250 senelik bir uykudan uyandıktan
sonra, bu devir bir rönesans hareketi damgasını taşır. VI ıncı ve
VII inci devrin edebiyatları mekteplerde tekrar canlanır. Fakat aynı
zamanda, bu edebiyat bir sistem haline de getirilir. Artık bu devirde,
gerek edebiyat, gerek ilim son şeklini ve bütünlüğünü kazanmış bu
lunmaktadır. Bu devirde ortaya çıkan ve derebeylikle karışmış olan
Babildeki idare sistemi, kendi aslının Sümer tesirine bağlı bulunduğunu
inkâr edemez.

IX ıncı devir: Bu devir, eski dini unsurların teolojik tefsirlerini,
gizli ilmi, ilmi şerhleri ve skeptisizm'i ortaya kor. Teolojik spekülasyon,
tanrıların, gerek birbirleriyle aralarında bulunan, gerekse sembolleri
bulunan yıldızlarla olan farkları kaldırmakla, politeist dini çürütmüş
olur. Her ne kadar eski din ve bilgi her bakımdan çökmüşse de, gene
sonunda kuvvetli bir hareket gösterir. Bu hareket astral din olarak
kendini belirtir. Yani, yıldızlarla tanrılar tamamen bir addolunurlar. Gene
bu devirde, bilhassa ferdin ömrü de yıldızların hareketine göre takdir
olunur. Helenizm'e intikal ederek bugüne kadar yaşamış olan başlıca
Sümer mirası işte bu astral dindir.
** *
Sümerliliğin mahiyeti: Klâsik Sümer devresine kadar olan gelişmeyi,
gelecek makalemde kısaca anlatacağım. Şimdi Sümerliliğin değişmeyen
mahiyetini anlatmak isterim. Bu hususiyetin bir cephesini Pan-Babilonizm,
ile hakikaten ifade etmiş oluruz. Bugün haklı olarak unutulan bu Pan-
Sümerizm, beşerin bugünkü her çeşit kültür müktesebatını Sümerlere
atfeder. Bu Pan-Sümerizm formülü "Sema manzarası = dünya manzarası,,
şeklindedir. Buna göre en eski zamanlardanberi dünyada olagelen her
hareket, semadaki bir hareketin dünyadaki aksidir. Meselâ gümüşün,
yani ay madeninin, altuna, güneş madenine göre olan on üçte bir kıymeti,
güneşin aya nisbeten yaptığı devre göredir. Bütün bu mübalagalara
rağmen, Pan-Sümerizmin belirttiği bu formülde, oldukça hakikat
izleri de vardır. Bunun en doğru ifadesini de şu şekilde verebileceğimi
umuyorum: Dünyevi hayat, kozmik hayat içinde yer alır. Kozmos ile
yer yüzünün bir tutuluşunun semboli mabettir. Meselâ Nippur'daki
"dağ evi„isimli merkezi mabet, hakikaten dünya dağı olarak kabul
edilir. Nippur yalnız memleketin merkezi değil, aynı zamanda yer ve
gökün de göbeğidir. Bu kozmik telâkki, dinî hayatın her köşesine nüfuz
etmiş ve Sümer mabedi kudretini kaybettikten sonra dahi, bütün
yüksek hayat telâkkileri bu canlı seyyalede yaşamış ve kendilerim
göstermişlerdir.

Sümerliliğin ikinci bir hususiyeti: düzenlenmiş ve düzenlendirici olan
düşünüş şeklidir. Sümerlerin, üçüncü makalede anlatacağım bu dünya
düzeni mefhumu, yalnız şuuri olarak kendilerince kabul edilmiş olmakla
kalmamış, aynı zamanda gayri şuuri olarak da bu düzen ve nizam
prensibi bütün hareket ve düşünüşlerine hakim olmuştur. Bu prensibin
sembolü: muntazam bir kadastroya göre bölünmüş şehir arazisi, listelere
geçmiş ve sınıflara ayrılmış şehir halkı, listelerde sıralanmış tanrılar,
eşya, muntazam kıtalara ayrılmış şiirler, itina ile sahnelere ve gruplara
ayrılmış resimlerdir.

Sümerlerdeki bu düzen ruhu, esasen dillerinin bir hususiyetidir. Bunu
bir misalle izah edelim: Sümer dilinde köpek mânasına gelen "ur„ kelimesi,
şu şekilde terkipler alır: ur-zir, yani ipli köpek=ev köpeği; urbara,
kır köpeği=kurt, ur—mah, en büyük köpek=aslan mânasına;
ur-guk, bataklık köpeği=kaplan gibi. Bu bölücü ve tanzim edici ruh,
Sümer dilinden doğmuştur. İşte Sümerce şeffafiyet karakterini bu suretle
edinmiş olur. Meselâ: herhangi bir ismi alacak olsak, terkibinden
derhal mahiyetini ve vasıflarını çıkarabiliriz. Fiiller de aynı şekildedir.
Meselâ, konuşmaya ait olan bütün fiiller ağız kelimesinin terkibi, görmeye
ait olan fiiller de göz kelimesinin terkibidir. Hele yazıda bu birleştirici
hususiyet daha ziyade gqze çarpar. Öyleki, bu yazıyı sonradan
kullananlar, bir kelimenin asıl mânasını, ancak o kelimenin yazısını
gözönüne getirdikten sonra daha iyi anlarlar. Meselâ: Anadolu'da muhtelif
isimler altında hava tanrısına tapılırdı. Tanrı hava işaretleri bu
tanrının mahiyetini belirtir.

Sümerce'nin bu tanzim edici fonksiyonu, Sami Akadca ile esaslı tamamlanmasını
kazanır. Sümercenin tamamen aksine olarak, Akadca, fiil
köklerinin pek zengin oluşu ile ve Sami dillere has olan, köklerin iştikak
kabiliyeti ile temayüz eder. İşte bu vasıfla birlikte Akadların keskin
müşahede ve dakik tasvir kabiliyetleri tam bir ahenk teşkil ederek,
Sümercenin nizam ruhile de birleşmiş ve bu suretle, yerde, gökte cereyan
eden bütün hadiseler tesbit edilmiştir. Öyleki, VIII inci devrede,
yalnız bütün mevcudat kaleme alınmakla kalmamış, aynı zamanda vukua
gelmesi muhtemel diğer hadiseler de tesbit edilmiştir. Bu son şekil
fal edebiyatında görülür. Her ne kadar burada, tasvir edilen hadiselerin
doğuracağı hayır veya şerler, esas gibi görünmekte ise de,
bütün olan ve olabilecek olan hadiselerin ve mevcudatın bu suretle
kaleme alınmış olması, Sümerlerin nizam ruhunu bir kere daha ispat
etmiş olur. Meydana getirilmiş olan mevcudat ve hadiseler, doğrudan
doğruya dünyanın bir demirbaş defterine geçirilmesi gibi bir şeydir.
Sümer dili: Sümercenin ana hususiyetlerinden en esaslısını yukarıda
anmıştık. Bu da lügatinin terkip karakteri idi. Bu dil tıpkı bir
mozayik parçası gibi küçük taşlardan teşekkül etmiştir. Fakat bu hal,
yani hücrelere bölünme şekli, dilin vuzuhunu, meselâ Kafkas dillerinde
olduğu gibi, azaltamaz, bilâkis çoğaltır.

İkinci hususiyet: Kompileksiv olarak isimlendirdiğim cümle teşkilidir.
Bu, mütekellimin bir cümleyi söylemeden evvel, cümleyi kafasında
açık bir şekilde, bir kalıpta, hazırlayıp söylemesi demektir. Bu hal ile
Sümerce, "kursiv,, dil yapısını teşkil eden Samî dilleriyle tamamiyle zıt
bir hal gösterir, "kursiv,, şekil, konuştukça akla gelenleri ve yaşanan
hâdiseleri cümle üzerine yeni unsurlar halinde ilâve etmek hususiyetidir.
Kompleksiv cümle teşkili, en iyi şekilde Türk dillerinde görülür. Samî
akadca bu cümle yapısına intibak etmiştir.

Üçüncü hususiyet: Kompleksiv cümle yapısı ile sıkı bir ilgisi olan
zencirleme ibare şeklindedir. Arka arkaya sıralanıp sonunda bir gramer
eki ile bağlanan ve bir kül teşkil eden ibarelerdir. Bu hususiyeti Türkçe
de görürüz.

Dördüncü hususiyet: Sümerce pasif bir karaktere sahiptir. Yani
Sümercede, meselâ: "Baba oğlu döğdü,, denmez, "baba tarafından oğul
üzerine bir dayak vaki oldu,, denir. Bu pasif karaktere sıkıca bağlı
bir de transitif=geçişli ile, intransitif=geçişsiz fiiller arasında keskin
bir fark gözetilmelidir. Transitif fiile bağlı -i hali ile geçişsiz fiilin öznesi
işaretsiz kalır. Kafkas dilerinde görülen bünye müşabeheti son zamanlarda,
Doğu Anadolunun eski dili olan Hurri'cede de müşahede
edilmiştir.

Beşinci hususiyet: Sümerce insanlar ve tanrılarla, eşya ve hayvanlar
arasında gramer itibariyle fark gözetir. Ayni fark gözetiş Dravida
dillerinde görülür.

Altıncı hususiyet: Cümle ve lûgat vuzuhuna mukabil Sümercenin
prefiksleri aksine olarak fiillerinin ifadesinde bir müphemiyet gösterir.
Bu prefiksler mantıkî bir şekilde tefsiri güç olan bir nüans zenginliği
gösterir. Bir cümleyi teşkil eden bölükler, akkuzatif objekt olan unsur
müstesna, fiilde tekrar ifade edilir. Kıral şehirde tanrıya bir mabet
yaptı demeyip, fiilde bütün unsurlar tekrar edilir: "ona„ yani tanrıya,
"onun içinde,, yani şehirde, fikirlerini de ilâve etmek lâzımdır. Prefikslerde
de, fiilin konuşana göre aldığı istikameti veya bir üçüncü
şahıs veya şey cihetine mi olduğunu gösterirken, büyük fark gözetirler.
Fakat bu fark gözetişi, fiil prefikslerinin muhtevasını yine tam olarak
ifade etmiş değildir.

Sümercenin bu hususiyetlerini burada kısaca izah ettikten sonra,
artık diğer diller ve dil gurupları ile mukayese imkânı takdir edilebilir.
Sümerce dünya dillerinin veya dil guruplarının hemen herbiri ile
mukayese edilmiştir. Bu denemelerin en ciddisi Türkçe ile olan mukayesedir.
İzahlarımdan anlaşılacağı gibi, kompleksiv hususiyet, zencirleme
ibare teşkili, Sümerce ile Türkçeyi, Asya çevresinin daha başka dillerini
de ilâve etmek mecburiyetinde olduğumuz büyük bir dil gurubuna
bağlar. Saydığım diğer hususiyetler Türkçede yoktur.

Yine meselâ: .Türkçe"ev-de„yerine Sümerce"e-ta„gibi benzerliklerde
gevşek bir akrabalık ifade eder. Yine bu gevşek akrabalığın diğer
bir delili daha, Sümercede olsun, Türkçede olsun birinci şahsın M ikinci
şahsın S ile gösterilmesidir.

Mukayese edilen diğer dillerle Sümerce, belki bünye bakımından
daha yakın benzerlikler gösterir. Bütün bu benzerlikler o kadar umumidir
ki, tam bir dil akrabalığına delâlet edemez. Hele lûgat bakımından
Türkçe müstesna olmak üzere, hiç bir dille kanaat verici etimolojik
tek bir kelime müsavatı bulmağa muvaffak olunamamıştır. Türkçe, Sümerce
karabetinin başta gelen müdafilerinden olan Alman Hommel,
Türkçe ile etimolojik müsavat gösteren 350 kelime sayar. Bu benzerlikler
gayet tabii olarak yeniden incelenmek zorundadır. Çünkü Hommel'in
devrinden beri Sümeroloji çok ilerlemiştir. Diğer tarafdan mukayese
için ele alınan Türkçe kelimelerin de en eski şekilleri göz önünde
tutulması gerektir. Hommel'in yaptığı mukayeseler içinde en cazibi
Sümerce dingir ile, eski Türkçedeki tnri kelimesidir. Burada bir tesadüfe
inanmak pek zordur. Fakat aynı zamanda şunu da nazarı itibara
almak gerektir ki, bu dingir kelimesi gelecek makalemizde izah edeceğimiz
Sümerlerden evvelki kavimlere ait "substrat,, dillerden birine
ait olabilir.

Şehir medeniyeti ile ilgili hemen hemen bütün kelimelerin bu "substrat,,
dilden kaldığını ileride isbat edeceğim.

Çeviren:
Mebrure Osman TOSUN
Sümeroloji Enstitüsünde ilmî yardımcı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder