Sıradışı bir ailenin sıradışı çocuğu Prof. Dr. Mim Kemal Öke. Birleşmiş Milletler raportörlüğünden cumhurbaşkanlığı danışmanlığına, siyah kuşak karatecilikten televizyon sunuculuğuna uzanan renkli bir akademisyen. Kızı Nazlı’nın tedavisi için 20 yıldır verdiği mücadeleyle öne çıkan Öke, Zaman Tüneli’nde onu bugüne getiren hayatını ve Türkiye’nin yakın tarihinin bilinmeyenlerini anlattı.
KENDİ değimiyle çirkin ördek yavrusu bir çocuktu. 16 yaşında 106 kiloydu. Robert Koleji’nden mezun olup 17 yaşında Cambridge Üniversitesi’ne gitmeden önceki okul balosunda arkadaşları: Sen hiç sporcu olamazsın, diye dalga geçmişti hatta. Ama bu onu daha çok kamçılayacaktı: “İngiltere’ye 1973 Eylül’ünde gittim. Aralıkta Noel tatilinde Türkiye’ye döndüğümde 65 kiloydum. Orada kendime ‘Bak yalnız başınasın, şu pısırık, baskı altında yaşayan insanı yeneceksin’ dedim. Açlıktan bayıldığımı, her gün halter çalıştığımı bilirim. Sporcu ve siyah kuşak karateci oldum.”
ÇOK AĞLATILDIM
Peki ama neden pısırık? Ünlü bir ailenin çok iyi eğitim almış, başarılı bir çocuğuydu. Sorun belki buradan kaynaklanıyordu ama ailesine saygısından bu konuda konuşmak istemiyordu: “İçine kapanık bir çocuktum. Kendimi kitaplarda, hayal dünyamda inşa ederdim. En sevdiğim kahramanlar Karaoğlan, Malkaçoğlu... At kişnemeleri, kılıç şakırtılarıyla kendimi hayal ederdim. Yalnız bir çocuktum. Bu kadar diyebilirim.” Disiplinden bunalınca aynı binadaki babaannesine sığınır hatta kendi doğumundan birkaç ay önce vefat eden dedesinin odasındaki gizemli dünyaya dalardı. İlerde onu bir tarih ve siyaset bilimi profesörü yapan merak biraz da böyle başlamştı: “O disiplinli hayattan kaçmanın ve özgürlüğe varmanın yolu olarak babaanneme gidiyordum. Mim Kemal Öke’nin evrak-ı metrukesini araştırırdım. Bana dedemin adı verilmiş, Öke soyadı da bende devam ediyor. Mustafa Kemal’le adı aynı olduğundan kendi ismini kısaltıp Mim demiş. Bana gelen bir mektupta, Mim Muhabbet İlmini Marifete’nin kısaltması olarak yazıyordu. Mason locası kurucusunun torunu olmanın avantajı ve dezavantajı oldu. O da Mason’dur, öyle olmasa bu kadar yükselebilir miydi?” dendi. Ama ben daha muhafazakar, daha Türkçü, daha İslamiydi. Evrenseli de kucaklamam daha sonra olmuştu ama o zamanlar o camialar açısından çok büyük dezavantajdı. Ben çok ağladığımı bilirim, dede masondu ya...”
Cambridge’de İktisat ve Tarih okurken bir papazın etkisiyle namaza da başlamıştı. “Ayine neden gelmiyorsun?” diye sorulduğunda “Ben Türk ve Müslümanım” demiş, bunun üzerine okulda müslümanlar için bir ibadet yeri olmadığını fark eden papazın aracalığıyla okulda bir kürsü mescide dönüştürülmüştü. Türkiye’ye dönüşte İ.Ü’de uluslararası ilişkiler ihtisası yapmış ve henüz 24 yaşında BM’de Filistin raportörü olmuştu: “Ama BM beni kesmemişti. Dünyayı kurtarmak istiyordum ve orada bir tiyatro oynanıyordu. Ben en iyisi Türkiye’yi kurtarayım diyerek geri döndüm. Ancak Türkiye’de ideoloji olmadığını fark ettim. Kızım Nazlı sonrası, benzer durumdaki 75 çocuğu kurtarmanın en büyük mutluluk olduğunu gördüm. “
1955 doğumlu Öke 29 yaşında doçent, 1990’daysa profesör olmuştu. Hüseyin Çelik ve Ahmet Davutoğlu gibi isimler de öğrencisi olmuş, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı döneminde Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ile çalışmıştı. Özal ile anılarıysa, Türkiye’nin karanlıkta kalmış bir dönemini aydınlatıyordu: “Özal krizlerden hemen bir nema oluşturacak zekaya sahipti. Mesela bir olayda ‘Hemen Musul’a girelim’ dedi. 1991’de Körfez krizi sırasında bir gece yarısı ev telefonum çaldı: ‘Ben Turgut Özal.’ Gece saat iki. ‘Ben de Fatih Sultan Mehmet’ diyerek kapattım. Telefon yine çaldı: ‘Mim Kemal sakın ha kapatma, ben Turgut Özal’ dedi. ‘Özür dilerim sayın Cumhurbaşkanım’ diyebildim. ‘Yarın sabah Musul’a girsek ne gibi argümanlarımız olur? Tarihi ve hukuki olarak’ Pardon, dur, aman... ‘Sayın Cumhurbaşkanım, ben bu konuda bir kitap yazdım ama...” diyecek oldum. ‘Kitap önümde, vaktim yok. Dört sayfada, kullanabileceğimiz tüm argümanları sırala hemen’ dedi. Böyle bir olayın vebalinden kaçmak istedim ama mümkün değil. Bir swot analizi yapıp ‘Haftaya hazırlarım’ dedim. ‘Ne haftası, iki saatte hazırla. Özel faksıma gönder, sonra da hemen Ankara’ya gel’ dedi. Türkiye’nin ertesi gün Musul’a girmesiyle karşılaşacağı lehte ve aleyhte noktaları sıralayıp fakslamış, Ankara’da gitmiş ve Turgut Özal’la karşılıklı konuşmaya başlamışlardı: ‘Musul’a girmek kararında mısınız?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi. ‘Peki bunun için vize aldınız mı?’ diye sordum, yani Amerika’yı kastediyorum. ‘Evet, aldım’ dedi. ‘Peki oraya girişimiz geçici mi?’ Yanıt “Kalıcı”. Allah Allah... ‘Peki, kalıcı olduğunuzda Türkiye’nin demografik yapısında Kürtler lehine bir artma gösterecek ve önlemler almak gerekecek!’ dedim.“Evet” yanıtını verdi.
DÖRTLÜ FEDERASYON
Bu önleme Türkiye’nin federatif bir yönetime geçmesi ve rejimin değişerek başkanlık sistemine dönüşmesiydi: “Federasyon... Ama federasyon iki bacaklı olursa pek sıkıntılı olur. Araziye ve nüfus yoğunluğuna dayalı federe devletler sıkıntılı olur, dedim. ‘İkiden fazla düşünüyorum. Sen bul’ dedi. ‘KKTC’mi?’ diye sordum. ‘Böylece Kıbrıs meselesini de hallederim. Federe devlet değil mi? Al işte sana’ Şaşkınım. ‘Bir tane daha var’ dedi. Ben hemen çalıştırdım bilgisayarı: ‘Nahçıvan mı?’ Kürt nüfusunun Türkiye’de artması ve federasyon verilmesi karşılığı Türkiye’deki milliyetçilerin tepkisinin bastırılması açısından böyle bir federasyonu uygun görüyordu. Nahçıvan’ı da içimize alacak şekilde, dörtlü bir federasyon. Ama federasyon bir rejim değişikliğini de getirir, dedim. ‘Evet, başkanlık rejimi’ yanıtı verdi... Ama gerçekleştiremedi. Sorsanız bana şimdi keşke yapsa mıydı, onun cevabı yok. Yani Turgut Bey böyle bir adamdı. Onun vizesini de almıştı o zaman.”
Maocu memur devrim nikahı kıydı
DAHA 15 yaşındayken 24 yaşında evlenme kararı alan Öke, alelerin hatta nikah memurunun engellemesine rağmen 24’ünde evlenmiş: “Babaannem hastalandı ve Çapa’ya kaldırıldı. Eşim o dönemde hemşireydi. Orada ilk görüşmemiz oldu. Benden yaşça büyüktü. Kendime ‘Ben Nevalsiz yaşayamam!’ dedim. 74-80 arası yurtdışındaydım. BM’de bir kadrolu görev verildi, kabul etmedim. Telefonla aradım ‘Benimle evlenir misin?’ dedim. Bir yandan para atıyorum telefon bitmesin diye... O ise şokta. ‘Nihal çabuk, benimle evlenir misin?’ ‘Evet...’ Döndüm ve evlendim. Aileler istemedi, kızı kaçırdım. Neval hakikaten mükemmel bir kadın. Eşimi her sabah yeniden tavlanılması gereken bir kız gibi görüyorum. 12 Eylül öncesi Şişli Belediyesi’ne gittik, Maocu bir nikah memuru var. ‘Burjuvalar gibi damatlıkla penguen gibi gelip nikah istersin sen şimdi’ dedi. ‘Yok, ben de karşıyım’ dedim, devrim nikahı kılar gibi. Gelin ve damatlıklı fotoğrafımızı 25’nci evlilik yıl dönümümüzde yaptırdık. İsmimi evlilik cüzdanına aim Kemal yazmış. Hala öyle, yani eşim başka biriyle evli.
Genç yaşta BM Filistin raportörü
HENÜZ 17’sinde Cambridge Üniversitesi öğrencisi, 24’ünde BM raportörü, 35’inde Türkiye’nin en genç profesörüydü. Adı Atatürk’ün doktoru da olan dedesinden gelen Mim Kemal Öke, dünya ve Türkiye’yi değiştirmeye aday bir bilim insanı ve lider adayıyken down sendromlu kızı Nazlı için her şeyden vazgeçip hayatını onun tedavisi ve ailesine adayabilen bir baba aynı zamanda. Daha çok kızı için verdiği mücadele ve TV sunuculuğuyla tanınsa da biz onunla yalnız geçen çocukluğunu, sıradışı evliliğini, ünlü öğrencilerini, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı sırasında tanıklık ettiği Türkiye’nin yakın tarihini de konuştuk. Olağanüstü hızlı düşünme yeteneği, açık gönüllülükle her soruya yanıt vermesi ve nezaketiyle dikkat çeken Öke, aşk, tasavvuf ve siyasete dair samimi açıklamalarda bulundu.
MEDENİYETLER İTTİFAKININ DOĞUŞU
ÖKE, Medeniyetler İttifakı projesinin doğuşuna ilişkin bir bilinmeyeni de şu şekilde anlatıyor: “BM’de Filistin sorununa ilişkin hazırladığım rapor beğenilmişti. O projemin seksiyon başkanı ve sonra BM Genel Sekreter Yardımcısı olan İqbal Rıza aradı. O sırada Antalya’da eşimle bir lokantadayız. 9-11 olmuş, dünya karışmış. ‘Seni rahatsız etmiyor ya dünyanın bu gidişi?’ diye sordu. ‘Ediyor’ dedim. ‘Ee buna ne yapalım’ dedi. Bir Amerikalı bir profesör Medeniyetler Çatışması’nı ortaya atmıştı. Kötü bir kahanet gibi. Önümde Akdeniz var, düşünüyorum: ‘Medeniyetler çatışmasını, medeniyetler barışına, medeniyetler diyoloğuna, medeniyetler ittifakına.. Medeniyetler İttifakı!’ dedim. ‘Bravo Kemal. Hangi ülkeyle, nasıl olacak bu?’ dedi. İslam dünyasına önderlik etmiş, batıyla iyi ilişki içindeki Türkiye ve engizisyon sürecini yaşamış İspanya’yı önerdim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder