3 Eylül 2012 Pazartesi

Kuyruklu yalandır - Yedi düvel kaç düvel? -Engin Ardıç


Kuyruklu yalandır

Osmanlı'yı övenler genellikle 1839 hatta 1908 sonrasına bakıp imparatorlukta "bütün halkların eşit olduğunu" sanırlar ve bundan kıvanç payı çıkarırlar. Bu aynı zamanda "bize karşı ayaklanmakla nankörlük ettiler" görüşünün de temelini oluşturur.
Bu yanlıştır.
Tanzimat öncesi Osmanlı'da gayrımüslimler, Türk ve Müslümanlar'la "eşit" değillerdi. "Kitap sahibi oldukları" için "tolere" ediliyorlardı, hoşgörülüyorlardı, varlıklarına göz yumuluyordu, o kadar.
Müslüman Türk'ten alınmayan özel ve ağır vergiler verirlerdi.
Ata binmeleri, yani yaya giden bir Müslüman'dan "daha yükseğe çıkmaları" yasaktı.
Kafalarına göre giyinmeleri de yasaktı, belli giyim kalıplarına uymak zorundaydılar. Örneğin Yahudiler "sarı" giymekle yükümlüydüler.
Askerlik yapamazlar, tarımla da uğraşamazlardı. Yasaktı.
Osmanlı deyince sanki imparatorluk altı yüz yıllık tarihi boyunca hiçbir değişime uğramamış, dönemlerden geçmemiş gibi algılanıyor da, ondan bu yanılgı...
Peki bu kez cumhuriyette "herkesin eşit olduğu" iddiası?
Kuyruklu yalandır. Koskocaman bir palavradır.
Atatürk "ne mutlu Türk'üm diyene" demiş, dolayısıyla herkes eşitmiş...
"Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyene" deseydi, o zaman tamam!
O cumhuriyette, o cumhuriyetin adalet bakanı, "azınlıkların yalnızca uşak olma, bize hizmet etme hakkı vardır" diyebiliyordu.
O cumhuriyette azınlıklar devlet memuru olamıyorlardı. Yasaktı.
Askere er ya da yedeksubay olarak alındıklarında da kendilerine silah verilmiyordu, "kullanmayı öğrenirler de günün birinde bize karşı kullanırlar" diye.
Kürtçe konuşmak yasaktı. Ağzını açanın canına okurlardı. Bırakın eğitimi bilmemneyi... Rumca konuşana, Ermenice konuşana ters ters bakılıyor, çoğu zaman "Türkçe konuş" diye müdahale ediliyordu tramvayda, dolmuşta...
Benim çocukluğumda böyleydi. Ya da çocukluğumu İstanbul'da değil uzayda yaşamışım da haberim yok.

Yedi düvel kaç düvel?

Boşuna mürekkep tüketmişim, Atatürk'ün öyle bir demeci yokmuş! "Asparagas" olduğu hemen kanıtlandı. Bir de oturmuş laf yetiştiriyorum.
Eh, gazete yerine koyarsam bana müstahaktır. Ders olsun.
Fakat heriflerin uçurduğu balonda bir şey dikkatimi çekti: Atatürk, bu muhayyel demeçte, Türk halkının "yedi düvele" haddini bildirdiğini söylüyordu...
Tipik bir Kemalist yanılgısı. (Kemal'in değil tabii, uydurukçuların.)
Kurtuluş savaşında yedi düveli yendiğimiz hep söylenegelmiştir... Böyle öğretirler, herkes de düşünmeden papağan gibi tekrarlar. Hani nerede kaldı okullardan kaldırılacak diye ağladığınız Devrim Tarihi dersinin fazileti? Orada anlatıyorlardı aslında.
Yedi düvel, düz anlamıyla "yedi devlet", daha geniş anlamıyla da "bütün dünya" demektir... İsterseniz "büyük devletler" diyelim.
Acaba biz kurtuluş savaşımızda büyük devletleri mi yendik?
Amerika henüz Ortadoğu'ya bulaşmamıştı, buralarla ilgilenmiyordu... Japonya barış görüşmelerinde sözde müttefik ama aslında yalnızca gözlemci olarak bulunuyordu...
İtalya, bir ara işgal eder gibi olduğu Antalya ve "hinterlandını" çoktan boşaltmıştı, kendi iç sorunlarıyla, grev dalgalarıyla, özellikle de iktidara yürüyen faşistlerle uğraşıyordu.
Fransa, bir ara işgal eder gibi olduğu Maraş ve Antep'ten daha güneye, Suriye'ye çekilmişti. Fransa daha 1921 yılının başında, yani Yunan ordusunun ileri yürüyüşe geçip, Kütahya ve Eskişehir'i ele geçirip Sakarya'ya dayanmasından önce Ankara'yla anlaşmıştı...
Fransa bizim yanımızdaydı! (Devrim Tarihi dersinde anlatıyorlar, kantinde lak lak edeceğinize derse girseydiniz.) Fransa bize top sattı, top.
Sovyetler Birliği de altın gönderdi, altın. Kasa kasa.
Yani bu savaşta Fransa ve Rusya bizi tutuyorlardı!
İnanmayan Taksim'e çıksın, anıtın üstünde Atatürk'ün yanında yer alan kişilere baksın. Kızılordu generallerini görecektir. (Meydan trafiğe kapatılacak diye ağlayanlar, belki böylece Atatürk Anıtı'na daha yakından ve dikkatli bakma fırsatını da elde ederler.)
Almanya yamyassı olmuştu, bizimle ilgili olarak olumlu ya da olumsuz yönde kılını kıpırdatacak hali yoktu, korkunç bir enflasyonla, açlıkla boğuşuyordu... Avusturya keza... Büyük bir imparatorluktan birdenbire hap kadar küçük bir devlet derekesine inmişti, enflasyon ve açlık orada da almış başını gidiyordu.
Hemencecik hakkından gelinen Ermeni çetelerini "düvel" sayıyorsanız, onu bilemem.
Kim kaldı? İngiltere.
İngiltere kendisi (yeniden) savaşmadı, Yunanistan'ı saldırttı.
Fakat politikası son derece esnekti. İşlerin planladığı gibi gitmediğini, Ankara yönetiminin umduğundan çok daha "dişli" çıktığını görünce bir çeşit "bekle gör" politikasına yattı, Anadolu savaşını kimin kazanacağını izlemeye koyuldu.
Çünkü 1920 seçimlerini Yunanistan'da "kralcılar" kazanmışlardı, İngiltere'nin adamı Venizelos yenilmişti ve İngiltere Yunanistan'a "soğuk" bakar olmuştu. (Devrim Tarihi derslerimizde nedense Yunanistan'daki iç gelişmeler hiç öğretilmez!)
Demek ki kaç düvel ediyor, oturun kendiniz hesaplayın.
"Yedi düvel" palavrası, Atatürk'ten daha Kemalist geçinen birtakım madrabazlar tarafından, sanki ihtiyacı varmış gibi, sanki yeterince parlak değilmiş gibi, kurtuluş savaşımıza parlaklık ve daha da şan şeref katmak için uydurulmuş bir balondur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder