20 Eylül 2012 Perşembe

Kalbin zamanla imtihanı - Muhsin Meriç


Ebû Hureyre diyor ki: “Kalp padişah, diğer organlarsa onun askerleridir. Padişah düzgünse ordusu da düzgündür. Onun habis olması ordusunun da habisliğine sebep olur.” Hayatın mihveri ve makinesi olan kalbin fesâdı hayatın kıyâmeti, ebedî olarak karanlığa gömülmesi demektir. Bir kuyumcu terâzisi kadar hassas mizanlara sahip olan kalbin herhangi bir cihete, hiçbir ölçü âletinin ölçemeyeceği kadar küçüklükte meyledip de vergisini hayat boyu tüm beden ve rûha ödettiği az görülen bir hâdise değildir.
Kalbin menfî yönde küçük meyilleri birleştikçe artık önü alınmaz bir kokuşma da başlamış demektir. Netice, şu âyet meâlinde: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir”(2/7) Peki kalbin mühürlenmesinin hikmeti nedir? İşte cevâbı: “Kalb ile vicdan, nûr-ı îman sâyesinde haka­ik-ı İlâhiyenin tecellîsine mazhar (ilâhî hakīkatlerin göründüğü bir mahal) olmakla, men­ba‘-ı kemâlât(fa­zî­­­letler kaynağı), hayatdar ve ziyâdar (canlı ve nûrlu) oldukları hâl­­de, küfrün ihtiyâr (tercîh) edil­mesiy­le zulmetli (karanlık), ıssız, haşerât-ı muzırra (zararlı haşe­reler) yu­va­sına inkı­lâb ettikleri için mühürlen­miş, kilitlen­miş ki; o korkunç yuvadaki akreblerden ve yılanlardan ictinâb edilmesine(sakınılmasına) işâ­ret edilmiş­tir.” (İşârâ­tü’l-İ‘câz, 64)
Kalbin selâmeti için tavrı açık olmalı, yalpaladığı an derin bir uçurumun kenarına hemen geliveriyor çünkü. İbrâhim (as)’ın “Ben batanları sevmem!” (6/76) meâlindeki hitâbı istikametli tavrın parlak bir misâli. “Bu Kur’ânî hitabın mânâsı nedir?” diye sorarsanız, en güzel cevâbı bulmak için Hayrat Neşriyât’ın Muhtasar Meâl’ine bakmalısınız; buyurun okuyalım: “Güzel değil batmakla gaib (kayıp)olan bir mahbub (sevgili)! Çünki, zevâle (ayrılığa) mahkûm hakiki güzel olamaz. Aşk-ı ebedî(ölümsüz bir aşk) için yaratı­lan ve âyine-i Samed (Samed olan Allah’ın aynası) olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli. Bir matlûb (taleb edilen şey) ki, gu­rûb­­da gaybûbet etmeye (batmakla kaybolmaya) mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merâkına değmiyor. Âmâle (emellere) merci‘ olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin (çok sevsin) ve ona bağlansın kalsın. Bir maksud (maksad olan şey) ki, fenâda(yoklukta) mahvoluyor; o maksûdu istemem. Çünki fânîyim, fânî olanı istemem; neyleyeyim? Bir ma‘bud (ibâdet olunan) ki, zevâlde defnolu­yor (gömülüyor); onu çağırmam, ona ilticâ etmem(sığınmam). Çünki nihâyetsiz muhtâcım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz. Ebedî yara­larıma merhem süremez.” (Sözler, 17. Söz, 71)   
Kalbin en tehlikeli ve en ölümcül illeti ‘tereddüt’ ve ‘nizâ’dır. Şimdilerde ise şüphe ve tereddüdü besleyen tüm unsurlar mevcut. ‘Îmânın mahalli/yeri’ olan kalbin bu dehşetli tehlikelerden korunması ancak marifet nûrlarının o kalpte yer edip îmana kuvvet vermesiyle mümkün. Aksi hâlde zamânın fitnelerine zayıf kalbin dayanması imkânsız…
İnsanın bir kalbi olduğu gibi, her memleketin de bir kalbi var. Her memleketin bir kalbi olduğu gibi âlem-i İslam’ın da bir kalbi var. İnsan kalbi için yukarıda ne söylenmişse aynısı tüm kalpler için geçerli… Geçen asrın başlarında deccal marifetiyle âlem-i İslâm’ın ‘can evi’ne zehirli hançerler batırıldığı için şugün ümmet-i Muhammed permeperişan değil mi? Âlem-i İslâm’ın kalbi, hilâfet bayrağının indirildiği yer, tereddütler içinde debeleniyorsa; Filistin, Çeçenistan, Keşmir, Moro, Türkistan niçin ağlamasın?
Hulâsâ; kalplerin ‘zaman’la, hem de ‘âhir zaman’la imtihanı oldukça çetin. Kalplerimizin istikamete yönelmesi âlem-i İslâm’ın kalbinin istikametini netice verecektir. Şimdi, Allah için, yukarıdaki ikinci âyetin izahını bir kez daha okuyun lütfen!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder