30 Temmuz 2012 Pazartesi

Biraz daha insan, biraz daha ramazan ,Ramazan "eğlence ayı" değildir -Yavuz Bahadıroğlu

Çiftetelli gazetelerinde ramazan sayfaları cümbüşü, televizyonlarında "Nerede o eski ramazanlar!.." nakaratı...


Çiftetelli medyasının "eski ramazan"ları kantodan, kantocudan geçilmiyor: Bir yanı Karagöz-Hacıvat, bir tarafı yemek tarifleri, bir tarafı şarkı-türkü...


İftar çadırları, ecdadın "yardımlaşma" kültürünü güncelleştiren olumlu bir yaklaşım. Balkan Müslümanlarıyla Türk cumhuriyetlerini ziyaret ise ecdadımızın meşhur "Sürre Alayı"nı andırıyor. 


İftar mekânlarda fakir-fukaranın yanında yolcular da iftar etme fırsatı buluyorlar. Teravih sonrası uygulanan programlar ise, bir kez daha değerlendirmeye muhtaç gözüküyor.


Konuşmak için dâvet edildiğim bazı iftar çadırlarında yapmaya çalıştığım kültür sohbeti, iki türkü arasına kıstırılmış bir yasak savma gibi. Asıl maksat ramazanı "muhabbet"le taçlandırmak mı, yoksa ramazan bahanesiyle eğlenmek mi? Birikimli hatipler bile, iki türkü aralığında ne konuşacaklarını şaşırıyorlar!..


Dahası var: Bazı belediyeler (ilgilenen olursa isim de verebilirim) halkın talebini gerekçe göstererek iftar gecelerini on onbeş bin liraya (bazen çok daha fazlasına) tuttukları "sanatçı"ların resmi geçişine dönüştürmüş. "Ramazan programı"nın ramazanla bağı kopmuş, eski Direklerarası'nı andıran bir konuma düşmüş!


Kimi televizyon programları zaten besbeter: İftar programlarında iftar lezzeti, sahur programlarında sahur bereketi yok. Çengi-çalgı, şaka-şamata gırla gidiyor. Öyle bir kargaşa ki, amaç "eğlendirme" hedefine dahi ulaşmıyor.


Hâlbuki bu topraklarda ramazanlar ramazan gibi yaşanırdı. Sadece mideler değil, onun önünde ve çok ötesinde ruhlar doyardı. Ramazan kandili, minarelerden önce yüreklerde yanar, yürekleri aydınlatırdı. 


Oysa bugün "eski ramazanlar" öyle bir anlatılıyor ki, içinde ramazanı mumla arıyorsunuz! 


Sanki ramazan demek Karagöz-Hacivat demek! Kanto demek, "Direklerarası eğlenceleri" demek!..


Tamam, kültürümüzde Karagöz'le Hacivat var, ama onları da kendimize benzetmedik mi? Bizim gibi siyasallaşıp kötü espriler yapmaya, hatta zaman zaman bu uğurda edep çizgisini bile aşmaya başladılar (Tarihçi İsmail Hami Danişmend'in nakline göre, Karagöz'le Hacivat, Bursa/ Ulucami inşaatında çalışırken, fazla gevezelik edip işçileri meşgul ettiklerinden dolayı tutuklanıp inşaat bitene kadar hapsedilmişler).


Kanto ise, azınlıkların ve onlar gibi yaşayanların eğlencesidir. Düşünün ki, Fransa'da kral ile kraliçe dans ettiler diye onları fırçalayan Padişah, kendi ülkesinde yarı üryan bir kadının dans etmesini hoş görür müydü (kadınların kendi aralarında oynayıp eğlenmeleri ayrı bir bahistir ve konu dışıdır. Onun da zaten ramazanla ve ramazan kültürüyle uzaktan yakından ilgisi yoktur).


Ramazan, kaynağını imandan alan yaşama biçiminin diğer aylara nispetle daha yoğun biçimde hayata yansımasıdır...


Bu anlamıyla ramazan, duygu zenginliği içinde yaşanan ruhsal güzelliklerin bütünüdür...


İçinde nefis terbiyesi olduğu gibi insanı kavrama aşkı da var, Allah'a "zikir, fikir, şükür" ve tabii ki "infak=yardımlaşma)" yolundan ulaşma azmi de...


Oysa biz ramazanı da arabeskleştirip kendimize benzettik: Biraz ramazan, biraz çiğköfte-lahmacun, biraz Direklerarası masalı!


Sultanahmet Camii avlusu biraz cami, dolu dolu mide, büyük ölçüde vur patlasın, çal oynasın eğlence!..


Bu kargaşadan bunaldıkça, Bayezid Camii'ne sığınıyorum: Geleneksel fuarda kitaplarla buluşmaya...


Ramazan "eğlence ayı" değildir
Ramazan gelir gelmez, Çiftetelli medyatörlerinde (gazeteci, yazar ve televizyoncularında) “eski ramazanlar”a acaip bir nostalji başlar... “Ah nerede, vah nerede” seremonisi ramazan boyunca devam eder gider...

“Eski ramazanlar” adına hatırladıklarının ise ramazanla, hatta dinle-imanla uzaktan yakından bir ilgisi yok...
 Rivayete göre, Direklerarası'nda kafa çekip kantocu oynatır, Karagöz seyreder, ardından iki satır meddah dinleyerek sahuru ederlermiş...

Allah aşkına, bu yaklaşımın ramazan medeniyeti ile yahut Osmanlı'nın ramazan ahlakıyla ne ilgisi var?
Direklerarası “azınlıkların azgın kesiminin eğlence merkezi”ydi. Müslüman Osmanlıların buluşma noktası camilerdi: Camiler gezilir, mukabele dinlenir, hatimle teravih namazı kılınırdı.
Kısacası özellikle ramazanda Müslüman yürekler “sevab”a kilitliydi. Allah'ın kulunu affetmek için yarattığı ramazan bu yönüyle dolu dolu yaşanırdı.
Şimdi vur patlasın çal oynasın!..

Eğlenmek için onbir ay yetmiyor, bir de “ramazan eğlenceleri” icat edip tepiniyoruz.
Belediyeler de maalesef buna aracılık ediyorlar.
Göreceksiniz ki, ramazanın mana ve mahiyetini anlatan kültür sohbetleri “yasak savma” kabilinden. Birileri itiraz edecek olursa, “Kültür sohbetleri de vardı” deyip işin içinden çıkacaklar.
O sohbetleri yapanlardan biriyim. Şunu söyleyebilirim ki, kültür sohbetleri “zevk u sefa” arasına sıkıştırılıp geçiştiriliyor. Başı türkü, sonu şarkı, pop, komedi, vs... Ramazan kültürünü anlatan kültür adamına bırakılan süre 15-20 dakika. Bu süre içinde konu anlatılamaz, sadece kürsüye çıkılıp inilir.
Ramazan etkinlikleri için ayrılmış alanlar zaten curcuna. Her şeyin “eğlence”ye göre ayarlandığı o kadar belli ki, insan “Benim burada ne işim var?” diye kendini sorgulama gereği duyuyor.
Lütfedip verdikleri para ise cep harçlığı. El insaf! Dördüncü sınıf popçuya onbeş bin lira, şiir kekeleyene beş bin lira, hayatını kültüre adayan, onlarca eser veren insana beşyüz lira...
Hadi bilemediniz bin lira...

Sonra da bakınıp soruyoruz: “Kültürümüz neden gelişmiyor?”
Çünkü marifet iltifata tabidir. Normal insanlar para getirmeyen alanlara emek vermiyor. Tabiatıyla gençlerin gönlü popçuluğa-topçuluğa kayıyor.
Hadi bunu da geçelim...

Bazı yerlerde camiin kıyısı “eğlence merkezi”ne dönüştürülmüş. “Ramazan Etkinlikleri Alanı” olarak tahsis edilen bu yerlerde yapılan eğlence programları camide teravih kılanları rahatsız ediyor (yaşadım). ‘Ne huzur kalıyor, ne huşu'.
Anlayacağınız bizim ramazanımız iftara kadar, iftardan sonrası tam curcuna...
Oruç tutarak kazandığımız birkaç sevabı eğlence mekanlarında yitiriyoruz...
Peki neden bu sıcakta bütün gün (onsekiz saat) aç kalıyoruz?
Ramazan biriktirme ayıdır, harcama ayı değil.
Kimsenin hayat tarzı pek tabii beni ilgilendirmez. Sözüm belediyeleredir: Toplumun günah biriktirmesine alet olmasınlar.

Elbette eğlence de bir ihtiyaçtır. Ama bu ihtiyacı zaten onbir ay karşılıyoruz. Ramazanı bulaştırmak zorunda mıyız?
İmanlarından ve niyetlerinden asla kuşku duymadığım belediye başkanlarımız, bölgelerinde uygulanan ramazan programlarını önlerine koysunlar ve attıkları taşın ürkütülen kurbağaya değip değmediğini bir kez daha düşünsünler bence...
Son söz: “Eğlence” ile “ibadet” arasında bir denge kurulmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder