29 Temmuz 2012 Pazar

Bir Peygamber Âşığı ve Türk Dostu: Muhammed Marmaduke Pickthall - Doç. Dr. İsmail Albayrak

Batı’da İslâm’la müşerref olmuş pek çok bahtiyar kimse vardır. Bu bahtiyar insanlardan birisi de Muhammed Marmaduke Pickthall’dır. İslâm’ı sadece bir din değil hayat tarzı olarak da benimsemesi, seçmiş olduğu din hakkında devamlı yeni bilgiler öğrenmeyi ve öğrendiklerini dindaşları ile paylaşması, daha da önemlisi yaşadığı her yerde mensup olduğu ümmetin problemleriyle ilgilenmesi bizim için onu daha özel kılmaktadır. Makalemizde bu çerçevede Pickthall’ın hayatını, İslâm’a bakışını ve Efendimiz (s.a.s.) hakkındaki genel düşüncelerini özetlemeye çalışacağız.

Pickthall, 7 Nisan 1875 yılında Londra’da doğdu. Babası ve büyükbabası Anglikan papazıdır. 
İki üvey kız kardeşi de rahibe olarak kilisede aktif çalışmıştır. Babasını altı yaşında kaybeden Pickthall, küçük yaşta yakalandığı bazı hastalıklarla mücadele ederken aynı zamanda erken dönemde başlayan yabancı dil çalışmalarını da sürdürmüştür. Yabancı dil konusundaki başarısı onu yurt dışında çalışmak üzere dışişlerinin açtığı sınava girmeye sevk etmiştir. Sınavda başarılı olamayan Pickthall, aile dostu Thomas Dowling’in davetini kabul ederek 1894-5’te Filistin’e gitmiştir.1 Önce Kahire’ye gelmiş ve orada Arapçasını ilerletmiştir. O’nun ikinci durağı Dowling’in papazlık yaptığı Filistin’dir. Pickthall bölgeyle ilgili ilk izlenimlerini bize şöyle anlatır: ‘Binbir gece masallarında okuduğum manzaranın aynısını Şam, Halep, Kahire, Kudüs’te gördüm. Her ne kadar insanların fakirliği dikkati çekmekte ise de hayattan zevk aldıkları her hallerinden belliydi. Bu insanların biz Avrupalılardaki zengin olma, yaşama hırsı ve ölüm korkusu gibi endişeler taşımadıklarını hissettim.’2

Burada kaldığı süre içerisinde İslâm’a duyduğu sempati nedeniyle Müslüman olmayı isteyen Pickthall’in bu arzusu, etrafındaki kimseler tarafından hemen kabullenilmemiştir. Bazıları onun İslâm’ı hemen kabul etmeyişinin arkasındaki sır perdesini açıklarken annesinin endişelerinden ziyade Şam camiinin yaşlı bir o kadar da tecrübeli imamının telkinlerinden kaynaklandığını söylemektedirler. Yaşlı imam ona annesini rencide etmemesini, memleketine dönmesini ve yaşının biraz daha olgunlaşmasını beklemesini tavsiye etmiştir. Genç Pickthall, yaşlı imamın vakur ve kibar davranışlarını o dönemlerde İslâm dünyasında arz-ı endam eden Hıristiyan misyonerlerle karşılaştırdığında biraz garipsediğini söylese de ileri ki yıllarda İslâm’a girmeye yönelik bu ilk teşebbüslerini romantizm ve doğunun büyüleyiciliğiyle izah etmekten de kendini alamamıştır. Daha sonraki olaylar yaşlı imamın, onu Müslüman olmayı düşünmeye ve İslâm’ı araştırmaya sevk etmekle isabetli davranışta bulunduğunu göstermektedir. Bu olaydan neredeyse yirmi yıl sonra Pickthall İslâm’ı seçmiştir ki ona göre bu dönem Müslümanlığı çok daha iyi öğrendiği, gönülden ve iradi bağlandığı yıllara rastlamaktadır. Muhtemelen İslâm’a ve Müslümanlara duyduğu bu yakınlık dolayısıyla hakkındaki haberlerin ailesine ulaşması nedeniyle Pickthall daha yirmi yaşına girmek üzere iken annesinin ricası üzerine tekrar İngiltere’ye geri çağrılır.3 

1896 yılının başlarında İngiltere’ye geri dönen Pickthall orada Muriel hanımla evlenir. Kısa bir süreliğine İsviçre’ye gider ve orada yazarlık hayatına da başlar.4 Değişik roman denemelerinin yanısıra 1906’da The House of Islam (İslâm’ın evi) adlı eserini yazar. On yıl sonra (1907) ikinci Ortadoğu gezisine çıkar.5 Bir süre Kahire’de kalır ve 1912’de tekrar İngiltere’ye döner. Ahlakî değerlere çok önem veren Pickthall için sıkıntılı geçecek yıllardır bu dönemler. Mora’nın Yunanlılar tarafından bağımsızlığa kavuştuğunu ve üç yüz bin Müslüman Türk’ün Ortodoks papaz ve yerli Hıristiyan halk tarafından öldürüldüğünü gören Pickthall’ın insanlık adına karamsarlığı bir kat daha artmıştır. Bu süreçte diğer pek çok Osmanlı toprağı parça parça işgal edilmiş ve sayısız cürümler işlenmiştir.6 Bulgarların neredeyse İstanbul’a kadar Osmanlı topraklarını işgallerinin İngiltere’deki papazlar tarafından kutlanması ve Müslüman Türklere lanetlerin yağdırılması onu daha da üzmüştür. O bugünlerde kendisine sadece şu soruyu sorar: ‘Acaba hiçbir Müslüman Hz. İsa’yı lanetlemiş midir?’ Balkan savaşının gerçek mağduru Osmanlı Türklerini vatan(lar)ında görmek üzere 1912 yılının sonunda İstanbul’a gelir. Bu ziyaretiyle Pickthall, Osmanlı’nın parçalanmasının çok daha büyükfelaketler doğuracağını o günlerde anlamıştır. Seri halinde yazdığı The Black Crusade (Kara Haçlı Seferi) adlı eserinde sayfalarca Müslümanlara topyekün savaş açan Hıristiyan dünyasını eleştirmekte ve özellikle Türkler hakkında olumsuz söylemlerin haksızlığını dile getirmektedir. Pickthall, ne Balkanlardaki Müslümanların ne de Arapların Osmanlı sonrası arzu edilen bir devlet kuramayacaklarını hissetmiş ve o yıllarda kalemini var gücüyle Osmanlı devletinin bekasını savunmaya adamıştır. Anne Fremantle’nin ifadesiyle ‘Pickthall’ın tek bir amacı vardır: Bütün gücüyle Türk devletinin parçalanmasını önlemek.’7 Özellikle de Müslüman toplumların bu kadar olumsuzluklar içerisinde halâ imanlarını ve Yüce Yaratıcı’ya karşı teslimiyetlerini gördükçe onlar lehinde yazılarını artırmıştır. Bu tür bir yaklaşım ise onu bir taraftan mensubu olduğu Hıristiyan Batı ile Müslüman Osmanlı arasında sıkışmasına neden olmuştur. Müslüman Türkle uğraşan her devleti ve milleti (Ermenilerden Bulgarlara, Suudilerden diğer batılı ülkelere kadar) tereddüt etmeden eleştirmiştir. 1914’te With The Turks in Wartime (Savaş Zamanı Türklerle Birlikte) adlı eserinde Türkiye ziyaretini tafsilatlı bir şekilde resmetmektedir.8
Birinci Dünya Savaşı ve Batı’nın Osmanlı’yı parçalama gayesinin açığa çıkması onu daha da üzmüştür. Uzun yıllar sempati duyduğu İslâm’la ilgili bir konferansında (Islam and Progress/İslâm ve Terakki) açıktan Müslüman olduğunu ilan etmiştir. 29 Kasım 1917 tarihinde gerçekleşen bu olayı takip eden birkaç yıl içinde eşi de Müslüman olmuştur. Bundan sonra Pickthall’ı İngiltere’de yaşayan Müslümanların en önemli önderleri arasında görmekteyiz. 1920 yılında Hindistan’a gidinceye kadar Müslümanların sıkıntılarıyla içtenlikle ilgilenmiştir. Hatta Ekim 1919’da Sevr anlaşmasına doğru gidilen günlerde Muslim Prayer House’da Osmanlı devletinin bekası için yapılan toplantıya başkanlık etmiş ve Batı’nın Müslümanlara müdahalesine karşı demeçler vermiştir.9 Çoğu kimseye göre Pickthall, yıllardır aşığı olduğu dini seçmesi bir ihtidadan ziyade kendini keşiften ibarettir. O’nun Müslümanlığında dikkatleri çeken en önemli nokta ise Müslüman olduğu an vakit kaybetmeksizin Efendimiz’in (s.a.s.) ismini almasıdır. Artık o, Muhammed Marmaduke Pickthall olarak anılacaktır. Bizim açımızdan mümeyyiz bir vasfı ise İngiltere’de farklı heretik gruplara (özellikle Kadıyâniliğe) karşı mücadele ederek Sünni-Hanefi çizgisini devamlı ön planda tutmuş olmasıdır. 

1920’de Bombay Chronicle editörü olarak Hindistan’a gider. 1924’te Hindistan’daki protestoların yanlış haber yapılması üzerine dergiden istifa eder. Pickthall, Osmanlı Devletinin yıkılmasına karşı olduğu gibi Hindistan’ın ikiye bölünmesine de (Müslüman ve Hindular arasında) karşı çıkar. Daha sonra Haydarabat Nizamı’nın idaresindeki bir okulda müdürlük yapmaya başlar. 1927’de on yıl sürecek olan Islamic Culture adlı derginin editörlüğüne başlar. Daha sonra The Cultural Side of Islam (İslâm’ın Kültürel Yönü) adı altında basılacak olan Madras’ta bir dizi seminer verir. 1929-1931 yılları arasında Haydarabat Nizamı ona üzerinde çalışmakta olduğu Kur’ân tercümesini tamamlamak üzere izin verir. Çünkü Hindistanlı Müslümanlar ondan böyle bir çeviri yapmasını beklemektedirler. Pickthall tercümeyi tamamladığında bütün Müslümanların kabulünün sağlanması için Ezher Şeyh’inden izin almak ister fakat Şeyh Muhammed Şâkir’in karşı çıkması üzerine Ezher’den bir onay çıkmaz. Daha sonra Şeyh Merâğî ve Reşid Rızâ gibi alimlerin girişimiyle çeviri onaylanır. Her ne kadar Pickthall Kur’ân’ın mutlak bir çevirisinin mümkün olmadığını kabul etse de çok sayıda gayrimüslim için faydalı olacağı kanaatindedir. The Meaning of the Glorious Koran (Yüce Kur’ân’ın Anlamı)başlığıyla yayımlanan tercüme pek çok dile de çevrilmiştir.10 

Pickthall’ın Müslüman Türk sevgisini göstermesi açısından önemli bir anekdot ise Haydarabat Nizamı’nın oğlu ile Osmanlı Hanedanlarından II. Abdülmecid’in Fransa’da yaşayan kızı Dürrü Şehvâr’ın evliliğine vesile olmasıdır. 1935’te Haydarabat’ı terk eden Pickthall, arkasında sürekli büyüyen bir okul, uzun yıllar editörlüğünü yaptığı ve hala devam eden önemli bir dergi (Ondan sonra derginin editörü Muhammed Esed olmuştur) ve sayısız dost bırakmıştır. İngiltere’ye gelir gelmez Müslüman toplumun meseleleriyle ilgilenmeye yeniden başlamış ve bir dizi seminer vererek İslâm’ı anlatmıştır. Pickthall 19 Mayıs 1936’da bir çiftlik evinde vefat etmiştir. Eşi masasını temizlerken onun vefat etmeden evvelki gece daha önce yazdığı Madras seminerlerini gözden geçirdiğine şahit olur. Pickthall’in son cümlesi Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetiyle bitmektedir: 

‘Kim hâlis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabb’inin nezdinde onun mükafatı olacaktır. Onlar ne korkacak ve ne de üzüntü duyacaklardır.’ (Bakara, 2/112).11

Pickthall’ın Gözüyle Efendimiz (S.A.S.) 
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Pickthall İslâm’ı tanıdıktan neredeyse yirmi yıl sonra Müslüman olmuştur. Hıristiyanlığın en ince detayına kadar yaşandığı bir ortamda yetişmesi ve Batı’da Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında art niyetle üretilen büyük bir literatürün varlığına rağmen onun İslâm’ı tercihi tamamen bilinçli ve iradî bir seçimdir. Önceden iyi bir Hıristiyan olan Pickthall’ın İslâm’ı kabulüyle birlikte çok iyi bir Müslüman olması herkes tarafından vurgulanan bir gerçektir. Onun bu konudaki hassasiyeti tamamen dinin en temel kaynağını çok iyi anlaması ve dinin tebliğcisinin hayatına dair derin vukûfiyetinde yatmaktadır. Allah Resûlü (s.a.s.), onun için her şeydi. Dinin tebliğcisi ve aynı zamanda tebliğ ettiği dini en güzel şekilde yaşayan örnek insandı. Bu nedenle İnsanlığın İftihar Tablosu (s.a.s.) belki de Batı’da ilk defa Pickthall’ın şahsiyetinde gerçek hüviyetiyle tanınma fırsatı bulmuştur.12 Şimdi de Batılı bir Müslüman ve pek çok yazısıyla Batılılara hitap eden bir entelektüel olarak onun Peygamber Efendimizi (s.a.s.) anlatırken üzerinde durduğu birkaç hususu dile getirmeye çalışacağız.

Meşhur meâlinin girişinde de belirttiği gibi Allah Resûlü (s.a.s.) en küçük meziyete sahip insanların gurur ve kibirle arzı endam ettiği bir dönemde Peygamber olarak gönderilmesine rağmen mütevazılığını sonuna kadar korumuş büyük bir insandır. Pickthall, O’nun (s.a.s.) en gurur verici lakabının abdullah (Allah’ın kulu) olduğunu söylemektedir.13 Pickthall da, Allah’ın kulu olmayı en büyük paye saymakta ve bu payenin en mükemmel bir şekilde Peygamber Efendimiz tarafından temsil edildiğini belirtmektedir. Bu nedenle o Efendimiz’i (s.a.s.) bir dostu sever gibi sevmiştir. O’nu kendine çok yakın hissetmiştir. O’na göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Hıristiyanlıktaki İsa anlayışında olduğu gibi Tanrı bir peygamber ya da tahtında oturup duran ve etrafındakilere durmadan emirler yağdıran bir hükümdar değildir. Hatta o, Allah Resûlü’nün büyüklüğünü, getirdiği ya da kendisinin koyduğu her hükme öncelikle kendisinin riayet etmesinde görmektedir.14 Evet Hz. Muhammed (a.s.) ümmeti içinde ümmetin derdiyle dertlenen ve onların maddi manevi bütün sıkıntılarını çözmeye çalışan bir Nebi’ydi. Pickthall en çok Efendimiz’in bu yönüne hayran kalmıştır ve eserlerinde de bunu devamlı vurgulamıştır: ‘O takvayı zirvede temsil eden bir kimseydi. Alışkanlıkları oldukça sade ve fevkalade nezihti. O Allah ile münasebetini devamlı yüksek tutan büyük bir şahsiyetti. Devlet işlerinde kuvvetli ve uzak görüşlü, insanlarla olan ilişkilerinde ise zarif, kibar ve hep affedici bir insandı. O sadık bir dost, ele aldığı her konuda da daima samimi davranan biriydi.’15 

Aslında Pickthall’in Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile ilgili düşüncelerini onun İslâm hakkındaki kanaatleri belirlemektedir. O her zaman İslâm’ın insanın kalbine ve aklına hitap eden bir din olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle Kur’ân ve Sünnetin emirleri bütün insanlar için gerekli olan fıtrî kanunlardır.16 Halbuki diğer dinlerin pek çoğunda bir ruhban sınıfı vardır ve dinin gerçek çerçevesini de bu grup belirlemektedir. Hal böyle olunca düşünce hürriyeti kaybolmakta ve hurafeler her tarafta yayılmaktadır. Burada Pickthall bize Efendimiz’in (s.a.s.) komşu ülke liderlerine gönderdiği mektuplarda yaptığı tavsiyeyi hatırlatarak bir taraftan Allah Resûlü’nün evrensel mesajını özetlemekte diğer taraftan da insanlığın ebedi mutluluğu için elzem olan reçeteyi sunmaktadır: ‘Hurafeleri bırakınız, ruhbanlığı kaldırınız, sadece Allah’a kulluk yapınız ve sakın idarecisi olduğunuz halka kötü davranmayınız’.17

Pickthall, insanlığın mutluluğu için gerekli her türlü öğretinin Kur’ân-ı Kerim ve O’nun tebliğcisi Hz. Muhammed’in (a.s.) Sünnetinde açıklandığını, yaşadığı müddetçe etrafındaki insanlara anlatmıştır. Aydınlanma sonrası ve pozitivizmin en yaygın olduğu bir dönemde yaşayan Pickthall, Batı’da sık sık gündeme getirilen liberalizmden ve eşitlik söylemlerinden rahatsız olduğunu dile getirmiştir. Ona göre bu güzel söylemler insanları mutlu etmemiş bilakis onları daha fazla mutsuzluğa sürüklemiştir. Bunun en temel sebebi ise liberalizm ve eşitlik vurgulanırken ‘dayanışmanın’ modern çağda ütopyalaştığı gerçeğidir. Halbuki Allah Resûlü (s.a.s.) yüzyıllar önce bu ütopyayı bizzat hayatında örnekleyerek göstermiştir.18 Pickthall, Efendimiz’in (a.s.) ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’, ‘Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin’ gibi tavsiyeleri ve hayatı seniyyelerindeki uygulamalarından gerçek anlamda dayanışma ve kardeşliğin bizzat O’nun (s.a.s.) tarafından tesis edildiğini bildirmektedir. Sahabe efendilerimiz ve takip eden nesillerin de aynı duygu ve düşünce ile hareket ettiklerini söyleyen Pickthall hadiste olduğu gibi her Müslüman kendisini binanın tuğlaları olarak görmüş ve birbirlerini desteklemişlerdir. O, Resûlullah’ın (s.a.s.) bu ilkeler ile evrensel kardeşliği kurmuş olduğunu ve herkesin uyacağı sınırları net bir şekilde ortaya koyduğunu devamlı vurgulamıştır. Bugün modern Batıda sınıflar vardır. Bazı bölgelerde de bu sınıfların karşılığında kast sistemi bulunmaktadır.19 Doğuştan, meslekten ya da mensubu olduğu ırktan imtiyazlı olduğu düşünülenler mevcuttur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ise bunların hepsini reddetmiştir. O, İslâm’ı, bir ırkın diğerlerinin rağmına yükselmesi değil bilakis topyekün insanlığı kucaklayan bir din olarak görmüştür.20 Bütün inananların bir önderi, bir hidayet kaynağı ve bir hedefi vardır: Önder Hz. Muhammed (a.s.), rehber (hidayet kaynağı) Kur’ân-ı Kerîm ve hedef de Allah’ın (cc) rızasıdır.21

Allah Resûlü’nün (s.a.s.) uygulamalarında Pickthall’ı çok fazla etkileyen bir diğer husus ise O’nun (s.a.s.) hoşgörü, sabır, merhamet ve hukuka saygılı olmasıdır. Bunun en temel sebebi onun, dinî toleransı tarihi açıdan bir toplumun sahip olduğu kültürün en ulvî tezahürü olarak görmesinde yatmaktadır.22 O, İslâm’ın hoşgörüsünün tarihte bir benzerinin olmadığını23 vurgular ve Efendimiz’den (s.a.s.) önceki uygulamalar ile sonrakiler arasında sık sık mukayeseler yapar. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) hoşgörüsü sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. O (s.a.s.), her ırk ve dinden kimseye insani saygı sınırlarında hoşgörü göstermiştir. Pek çok savaşta, savaşmayanlara saygı gösterdiğini ve savaşan düşmanlarını bile affettiğini, O’nun sayesinde esirlerin rencide edilmekten kurtulduğunu söyleyen Pickthall, Peygamberimiz’in (s.a.s.) diğer dinlerden olan kimselere hoşgörüsüzlüğü yasakladığını da hatırlatmaktadır.24 Allah Resûlü (s.a.s.), işçinin emeğinin teri kurumadan verilmesi gerektiği konusundaki uyarısına kadar inananları her hususta hassasiyete davet etmiştir. Bu Peygamberî terbiyeyi benimseyen Pickthall da İslâm’ı kılı kırk yararcasına yaşarken önceki dinine ve dindaşlarına da hoşgörüsünü hiç yitirmemiştir. Hoşgörü, sabır, merhamet ve hukuka saygı İslâm’ın erdemlerindendir. O, Efendimiz’in (s.a.s.) her türlü ahlaki ve dini gelişmeye damgasını vurduğuna canı gönülden inanmıştır. Bu konularda Allah Resûlü müminlere ciddi sorumluluklar yüklemiştir.25 Bu sorumluluk şuuru dolayısıyla Müslümanlar hiçbir zaman dindaşlarına ya da kendi dışındaki kimselere zulmetmemişlerdir. Pickthall’a göre bunun en güzel örneğini birinci cihan harbinde Osmanlı Türkleri vermiştir. İmkanları olduğu halde ve Almanların ısrarına rağmen, Türk askerleri Gelibolu’da kimyasal silah kullanmamışlardır.26 

Burada hatırlatılması gereken diğer bir nokta da Pickthall’ın da ifade ettiği gibi Müslümanların dini dünyevi ayrımına girmemesidir. Belirtilmelidir ki inanan insanlar Hz. Peygamber’in (s.a.s.) rehberliğinde yaptıkları her işin arkasında Cenâb-ı Hakk’ın rızasını aradıkları için dünyevi işleri de artık onlar için dini birer hüviyet almıştır. Bu nedenle Pickthall Müslümanları, hayatın her bir dilimini hayatı Veren’i razı etmeye kilitlenmiş bir toplum olarak görmüştür.27 Müslümanların dünyada maddi-manevi gelişmesinin anahtarını da bu konudaki hassasiyetlerine bağlamıştır. 

Pickthall, Efendimiz’in (s.a.s.) insanlık tarihinde insanlık adına getirdiği en önemli yeniliklerden birisinin de kadın hakları olduğunu söylemektedir. Konuyla ilgili Hz. Peygamber’den (a.s.) pek çok hadise yer veren Pickthall, ‘kadın ve erkek arasındaki gerçek uyumu İslâm getirmiş ve Efendimiz (s.a.s.) de uygulamıştır’ demektedir. Efendimiz (s.a.s.), kadını erkeğin diğer yarısı addetmekte, cennetin anaların ayağı altında olduğunu söylemekte ve kız çocuklarına iyi davranan ve onları iyi yetiştirenlerin cehennemden korunacağını müjdelemektedir. O, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) bütün öğretilerinin kadına karşı yapılan zulmü engellemeye yönelik olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemektedir.28 Efendimiz’in (s.a.s.) aile hayatına dil uzatanlara karşı şunları söylemektedir: ‘Tek eşliliğe Yüce Nebi’den (s.a.s.) daha güzel bir örnek yoktur. O (s.a.s.), yirmi altı yıl eşi Hz. Hatice (r.anha) ile birlikte mutlu ve örnek bir hayat yaşamıştır. Çok eşlilik ile de ilgili en güzel örneği yine O (s.a.s.) vermiştir.29 Çok eşliliğin İslâm’la başlamadığını ve Müslümanlar arasında çok fazla tatbik edilmediğini belirten Pickthall İslâm’ın getirdiği düzenlemeler ve Efendimiz’in (s.a.s.) nezih ve hassas tutumuyla kadınlar hak ettiği konuma yükselmiştir, demektedir. Hatta o, Allah Resûlü’nü (s.a.s.) kadınlarla ilgili tavsiyelerinden ötürü dünyanın tanıdığı en büyük kadın hakları savunucusu olarak takdim etmektedir.30 Böylece Pickthall, hem Müslüman hem de gayrimüslimlere aile içindeki huzurun teminatının ancak söz konusu Peygamberî yaklaşımla elde edilebileceğini tavsiye etmektedir.

Pickthall, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) bir elinde kılıç diğer elinde Kur’ân ve şahlanan bir atın üzerinde düşmanlarına durmadan saldıran kimse olarak resmedildiği bir ortamda yetişmiştir. Ayrıca o Batıda her türlü izm’in getiri ve götürüsünü gören ve erken yaşlarda tanıdığı İslâm’ı yıllarca inceleme imkanı bulan ayrıcalıklı bir mütefekkirdir. Gönülden kabul ettiği dinin Peygamber’inin (s.a.s.) söz ve fiillerini de (Sünnet) en güzel ve mükemmel örnek olarak telakki etmiştir. O, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (s.a.s.) Sünnetini içtenlikle benimsemiş ve ancak O’nun (s.a.s.) rehberliğinde hem dünya hem de âhiret saadetinin elde edileceğini söylemiştir. Sıkıntılı bir dönemde yaşamasına rağmen hep Müslümanların ve insanlığın mutluluğunu dert edinmesi de onun rehber edindiği Zat’a (s.a.s.) karşı medyûniyetini göstermektedir. Cenab-ı Hakk onu ve bütün Müslümanları Efendimiz’in (s.a.s.) şefaatine nail eylesin.



DİPNOTLAR
1 http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
2 Marmaduke Pickthall, The Cultural Side of Islam, Lahore 1993, 33
3 http://www.modjourn.brown.edu/mjp/Bios/Pickthall.htm; http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
4 Pickthall’in eserleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall: Bir İngiliz Yazarın Müslüman Olarak Portresi, İstanbul 1994, 16-22
5 http://www.modjourn.brown.edu/mjp/Bios/Pickthall.htm; http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
6 Pickthall, a.g.e., 1993, 104
7 Anne Fremantle, Loyal Enemy, London: Hutchinson Co. L. 1938, 224
8 http://www.modjourn.brown.edu/mjp/Bios/Pickthall.htm; http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
9 Kahraman, a.g.e., 99
10 http://www.modjourn.brown.edu/mjp/Bios/Pickthall.htm; http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
11 http://www.modjourn.brown.edu/mjp/Bios/Pickthall.htm; http://www.masud.co.uk/ISLAM/bmh/BMM-AHM-pickthall_bio.htm
12 Pickthall, Orta çağda insanların çoğunlukla papazların kontrolünde olduğunu ve o dönemlerde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hep olumsuz bir şekilde takdim edildiğini belirterek bu tür bir atmosferde Batılıların İslâm ve O’nun yüce Peygamber’inde (s.a.s.) müspet bir şeyler görmesi mümkün değildir, demektedir. (Pickthall, a.g.e., 1993, 18)
13 Marmaduke Pickthall, The Glorious Koran, New York ts. xi
14 Pickthall, a.g.e., 1993, 48
15 Kemal Kahraman, a.g.e., 91; Pickthall, a.g.e., 1993, 105, 108
16 Pickthall, a.g.e., 1993, 5
17 Pickthall, a.g.e., 1993, 19, 23
18 Pickthall, a.g.e., 1993, 50
19 Pickthall, a.g.e., 1993, 46, 50
20 Pickthall, a.g.e., 1993, 5
21 Pickthall, a.g.e., 1993, 2
22 Mesut Erdal, ‘Muhammed M. Pickthall’in “The Cultural Side of Islam” Adlı Eserinde Dînî Hoşgörü’, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Degisi, 2, (2000), 39
23 Pickthall, a.g.e., 1993, 103
24 Pickthall, a.g.e., 1993, 113-114, 164, 175; Konuyla ilgili geniş değerlendirmeler için bkz. M.Erdal, a.g.m., 39-60
25 Kahraman, a.g.e., 107
26 Pickthall, a.g.e., 1993, 166
27 Pickthall, a.g.e., 1993, 126
28 Pickthall, a.g.e., 1998, 127, 138
29 Pickthall, a.g.e., 1998, 140-141
30 Pickthall, a.g.e., 1993, 143-4, 137 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder