25 Nisan 2012 Çarşamba

Ecevit'in dedesi... - Osman Özsoy


2011 yılında dünyanın en hızlı büyüyen iki ülkesi Çin ve Türkiye oldu. Suriye kaynaklı bir sorun olmasaydı bile, Batı ekonomilerinde alarm zillerinin çaldığı bir dönemde dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ülkesinin lideri olan Başbakan Erdoğan'ın, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi olan Çin'e yaptığı resmi ziyaret yine de ilgi görürdü. Nitekim öyle de oldu.

Ülkeler arasında resmi temaslar söz konusu olduğunda, bu ülkelerin tarihteki ilişkileri de gündeme gelir. Gerek Başbakan Erdoğan'ın Çin ziyaretine yönelik gündem, gerekse de son dönemde çektiği dizilerle Türk halkının dikkatini tarihi olaylara çeken Meral Okay Hanımefendi'nin vefat haberi, gündemdeki Çin gezisi üzerinden Türk - Çin ilişkilerinin tarihine dair orijinal bir belgeyi hatırlamama neden oldu.

1998 yılının Mayıs ayıydı.
Mesut Yılmaz başkanlığındaki koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan Bülent Ecevit'in ay sonunda Çin'e gideceği haberi yansıdı basına. O yıllarda akademik çalışmalarım nedeniyle arşivlerde yoğun vaktim geçiyordu. Tam da o günlerde, Ecevit'in dedesi Mustafa Şükrü Efendi'nin sicil dosyası geçmişti elime. Ecevit'in Çin'e gideceğini öğrenince belgelerin fotokopisini aldım ve derhal Ankara'ya giderek Çin gezisi öncesi Bülent Ecevit'e takdim ettim.
Bu kadar acele etmeye ne gerek vardı ki diye düşünebilirsiniz...

Belgelerin içeriği, Ecevit'in dedesi Mustafa Şükrü Efendi'nin, Sultan Abdülhamit tarafından, Osmanlı Devleti ile Çin arasındaki diplomatik bir konuda görevlendirilmesiyle ilgiliydi. Üstelik bu görevlendirmenin sonu Bülent Ecevit'î de hayrete düşüren bir finalle neticeleniyordu.
Efendim, hadise şu...

Batı sömürgeciliği 19. Yüzyıl'da dünyanın dört bir yanında altın çağını yaşarken, Çin'de artan sömürünün şiddeti ülkedeki aydınlar ve halk üzerinde büyük tepki oluşturur. Tepkiler giderek artar ve bir yabancı düşmanlığına dönüşür. Hatta yabancılara karşı şiddet eylemleri gerçekleştiren Boxer (Haklı Yumruklar) örgütü gibi birçok örgüt ortaya çıkar. Çıkan olaylarda pekçok yabancıyla birlikte Alman Büyükelçisi de öldürülür.

Ayaklanmanın şiddetlenmesi ve Çin'in diğer bölgelerine hızla yayılması üzerine, Batılı ülkeler ayaklanmayı bastırmak üzere Almanya'nın öncülüğünde ortak harekete geçme kararı alırlar. Almanların o yıllarda yaşı artık iyice ilerlemiş olan ünlü Mareşali Waldersee komutanlığında oluşturulan ortak Avrupa ordusuna, o tarihlerde henüz güçlü bir siyasi aktör olmayan ve dünya siyasetinde kendine yer bulma arayışlarında olan ABD de bir miktar askerle katılır.

O yıllarda bir dünya devleti siyaseti izleyen Osmanlı Devleti de Uzakdoğu'daki bu gelişmelere kayıtsız kalmaz. Sultan II. Abdülhamit olan biteni yakından izler. O yıllarda Osmanlı Devleri ile yakın ilişkisi bulunan Alman İmparatoru II. Wilhelm, Çin'deki ayaklanmaya ülkedeki Türk ve Müslümanların da katılabileceği endişesinden hareketle, Osmanlı Padişahı'ndan halifelik sıfatını kullanarak olayların yatıştırılması konusunda yardımcı olmasını ister ve asker gönderilmesini talep eder.

Sultan II. Abdülhamit Almanya'dan gelen bu istek üzerine konuyu müzakere edilmek üzere hükümete havale eder. 5 Aralık 1900 tarihli kabine toplantısında konu ele alınır ve Çin'e bir miktar asker gönderilip gönderilmemesi konusu müzakere edilir. Toplantıda, Çin'deki olaylarda Türklere ve Müslümanlara karşı girişilmiş bir eylem bulunmadığından ve Çin'deki ayaklanmanın sömürgeci devletlere karşı haklı bir tepki olarak ortaya çıktığı göz önüne alınarak, asker gönderilmesine gerek olmadığına karar verilir.

Ancak, bir dünya devleti siyaseti izleyen Osmanlı Devleti konunun tamamen dışında kalmak istemez. Gerek Çin halkını daha fazla kan dökülmemesi için sükunete davet etmek, gerekse de Avrupalı devletlerin Çin'deki temsilcileri ve ortak orduları başkomutanı ile görüşerek Çin halkına karşı şiddet uygulamamaları konusunda telkinlerde bulunmak üzere Çin'e bir Türk heyetinin gönderilmesinin yararlı olacağına karar verilir.

Oluşturulan heyete, ilmiye, mülkiye ve askeriyeden dört kişi, tercümanlık için de Enderun'dan iki Çinlinin katılması kararlaştırılır. Sıra heyetin seçimine geldiğinde, teftiş-i askeriye komisyonundan Mirliva Enver Bey ile Kolağası Nazım Bey askeri temsilci olurken, asıl görevi yerine getirmek üzere de, Beyazıt dersiamlarından (yani profesörlerinden) ve Ramazan aylarında padişahın huzurunda okunan Huzur Dersleri hocalığı da yapan Mustafa Şükrü Efendi görevlendirilir.

Heyet gecikmeksizin yola çıkar. Heyetin başına getirilen Mustafa Şükrü Efendi, Türk devlet ve siyaset adamı Bülent Ecevit'in dedesinden başkası değildir. Resimdeki belge, Ecevit'in dedesi Mustafa Şükrü Efendi'ye görevi karşılığında 500 Osmanlı altını ödendiğini göstermektedir.
Çin'e giden heyet burada birkaç yıl kalır. Verimli temaslar yürütür. Halkla kurdukları yakın ilişki ve başarılı çalışmaları işgalci İngiliz ve Fransızları oldukça rahatsız eder. Hatta ben, geçtiğimiz ay Afganistan'daki helikopter kazasında şehit olan askelerimizin de böyle bir operasyona maruz kalıp kalmadıklarını hep merak etmişimdir.

Dönelim konumuza... İki ülke halkı arasındaki dostluğun kalıcı olmasını ve kurumsallaşmasını isteyen Çin'e giden Osmanlı heyeti, orada "Darü'l Ulûmi'l Hamidiyye" adında bir okul açmaya muvaffak olur. Okulun kapısında Türk bayrağı dalgalanmakta ve okulda yüzlerce Çinli öğrenci okumaktadır. Tıpkı şu anda yurtdışındaki Türk kolejlerinde olduğu gibi...

Mustafa Şükrü Efendi, torun Bülent Ecevit'in (28 Mayıs 1925'te) doğumundan 7 ay önce 23 Ekim 1924'te vefat eder. Yani Ecevit dedesini hiç tanıyamaz.

Ecevit'e dedesiyle ilgili belgeleri takdim ederken, dedesinin Çin'de Türk okulunun açılmasına olan katkılarından söz ettim ve belgeleri verdim. Günümüzde yurtdışında sayıları giderek artan Türk kolejlerine olan kendi ilgisinin ve himayedar yaklaşımının, dedesinin gösterdiği duyarlılıkla benzerlikler taşıdığını ifade etmiştim. Ecevit belgeleri görünce oldukça duygulandı. Ecevit'in birkaç gün sonra başlayan Çin gezisine katılan gazeteci arkadaşlar, Çin'de kaldığı otelde kendisini ziyarete gelen oradaki Türk öğrencilere kendi cebinden harçlıklar verdiğini ifade ettiler.

Bu ülkenin aydınlık geleceğine katkıda bulunan sanatçı, sporcu, işadamı, siyasetçi, simitçi aklınıza her kim geliyorsa, hepsinin ruhu şad olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder