6 Mart 2012 Salı

Rüzgarın Görünmeyen Etkileri


Binlerce yıl boyunca rüzgarlar, yerkürenin dört bir yanındaki insanların kaderlerini biçimlendirdi. Servetler oluşturdu ve yıkım getirdi. Rüzgarı, genellikle kaotik ve tahmini güç olarak görürüz. Ancak, daha büyük bir pencereden baktığınızda zaman içinde küresel resmin çok farklılaştığını görürsünüz. Hava sistemleri ve rüzgarları gezegenin çevresinde tekrar tekrar aynı rotaları izlerler. Bu kalıpların keşfi ve bazen anlaşılamamaları insanlık tarihinin en büyük maceralarından birinin de merkezindedir.
Sahra Çöl Kasabası
Rüzgarın insanların yaşamılarını değiştirmede ne kadar güçlü olduğuna dair önemli bir örnek görmek için.Sahara Çölü‘nün ortasındaki Chinguetti adındaki bu küçük kasabay geldim. Bugün, burası uçuşan bir kumullar denizde kaybolmuş ama bir zamanlar, çok daha fazlası vardı. Bunun zamanın ötesinde bir yanı var. Bu binaların bazıları, yıldan daha eski. Artık burada yalnızca bir kaç bir insan var ama altın çapındayken, burası 20.000 insanı barındırıyordu. Onun iki katı da deve vardı. Bu karmaşık kasabanın arka sokaklarında Chinguetti’nin görkemli geçmişin bir andacı var. El Ahmet Mahmut Kütüphanesi yıldan fazladır aynı aile tarafından işletiliyor ve yüzlerce kadim el yazması barındırıyor.
Bin Yıllık El Yazması Kur’an
Chinguetti, Sahara’nın tam kalbinde. Bu kurak, düşman bir yaban. Dünya’nın en büyük çölü. Sahara, öyle yaban ki onu gemek tehlikeli ve zor. Kavurucu sıcak, susuzluk ve engin mesafeler. Bu etkin bir iklim bariyeri. Çölleri ve kumulları aşmanın bu kadar zor olmasının diğer bir nedeni de çöllerin sabit olmayışı. Sürekli hareket halindeler. Aslında, burası Dünya’daki en dinamik ve hızlı değişen manzaralardan biri. Çök az güvenilir yön işareti var. Bu nedenle çölde bir rota izlemek, inanılmaz zor. Ancak rüzgarın kontrolünde olan yalnızca uçuşan kumlar değiller. Tüm Sahara Çölü, geniş ölçekteki rüzgar hareketleri tarafından oluşturuldu. Bu rüzgarlar ekvatorda başlıyorlar. Burası güneşin en sıcak olduğu yer, bu nedenle hava daimi olarak yükseliyor. Ekvatordan uzaklaştıkça, soğuyor ve yaklaşık 20 ila 30 derece arasındaki enlemlerde tekrar alçalıp, süre zarfında yeniden ısınıyor. Bu rüzgar kalıpları, dünyanın etrafında, ekvatorun iki yanında sıcak ve kıral çöller oluşturuyor. Buna Saara ve Arabistan Çölleri de dahil.
Dünya Çöl Haritası
İnsanların yürüyerek seyahat ettiği bir çağda çöl, etkili bir bariyerdi. İnsanlık tarihinin büyük kısmı boyunca dünyanın farklı köşeleri, sanki paralel evrenlerdeymişcesine yalnızca dağlar ve okyanuslarla değil bir ilkim bariyeri oluşturan çöllerle de çevirili olarak farklı biçimlerde evrildi. Ancak yaklaşık 1.000 yıl önce, göçebeler Sahara boyunca rotalar oluşturuyorlardı. Chinguetti, bu rotalardan biri üzerinde bir vaha kasabasıydı. Güneyinde altın ve fildişi kuzeyinde Avrupa pazarları vardı. Chinguetti’nin talihi rüzgarın gücüyle ayrılmış olan iki dünyayı birleştiren bir geçit olmasıydı. Ancak şehrin görkemi uzun sürmedi. Çöl bariyerini yaratan rüzgarlar ona zenginlik bahşetmişti. Ancak ironiktir, şehrin düşüşü de rüzgarın elinden oldu.
Rüzgarlar Nedeniyle Çöllerin Yüzey Şekilleri Sürekli Değişmektedir.
Afrika’nın batı sahilinde bulunan Gana‘daki Altın Sahil. Bugün, burası telaşlı balıkçılık limanlarıyla dolu. Herkesin elinde yığınla balık var! Ancak 15. yy.’da, burası altın ticaretinde önemli bir merkezdi. Avrupa’lılar, Batı Afrika’nın zengin imparatorluklarıyla ticarete başlamışlardı ve Portekizliler de ticari çıkarlarını korumak için bu kaleyi, Elmina’yı inşa etmişlerdi. Ve dünyanın yeniden biçimlenmesinin burada başladığını söyleyebiliriz. Christopher Columbus bu kıyıları Avrupa tarihinde önemli bir anda ziyaret etti. 15. yy.’da Avrupa ulusları, Asya’nın zenginliklerine varan daha kısa, daha kolay rotalar bulmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Christopher Columbus’un bir planı vardı. Zira Uzak Doğu’ya giden kestirmeyi bildiğini hesaplıyordu. Bu sahil boyunca yelken açtığı için rüzgarları yakından inceliyordu. Batı Afrika sahili, Atlantik’e çıkıntı yapar bu nedenle gemiciler bazen açık okyanusa sürüklenirdi. Columbus, orada, yuvarlanan dalgaların arasında rüzgarların hep aynı yönden, Afrikadan uzağa doğru eser göründüğünü farketti. Columbus, bu rüzgarı onu dünyanın etrafı boyunca götürmesi için kullanabileceğini düşündü. Columbus’un Batı Afrika Sahili boyunca karşılaştığı bu rüzgarın süreceğini mi yoksa kesilerek onu okyanusun ortasında bırakacağını mı kestirmesine imkan yoktu. Ama 1492′de, batıya, sonsuz görünen bir okyanusa doğru Uzak Doğu’ya giden bir yol aramak üzere açıldı. Bugün, bu yolculuğun bilinmeze doğru nasıl destansı bir sıçrayış olduğunu anlamak güç. Yolculuk beş zorlu hafta sürdü. Ve hepimizin bildiği gibi, Columbus’un önsezisi doğruydu. Atlantik boyunca esen bir rüzgar vardı. Ancak, Columbus’un gemicilik becerisi, coğrafya becerisinden çok daha iyiydi. Ayak bastığı yer Uzak Doğu değildi.Bahamalar‘dı. Avrupalıların bildiği kadarıyla, yeni bir kıta keşfetmişti bu nedenle adı, dünyanın her yerinde bilinir oldu. Bana göre en büyük keşfi Amerika değildi. Columbus’un esas dehası, rüzgarların Atlantik boyunca nasıl estiğini kavrayışıydı. Bizim bugün ticaret rüzgarları dediğimiz sürekli güney batı yönünden esen rüzgarları keşfetmişti. Onu Afrika sahilinden Bahamalar’a götüren de bu ticaret rüzgarlarıydı. Atlantik’i aşmak güzeldi, hoştu da Columbus’un şimdi de eve dönüş yolunu bulması gerekiyordu. Ve vu zorlu olacaktı. Zira eğer doğuya doğru adımlarını izlemeyi deneseydi bu onu doğrudan, buraya gelmesine neden olan rüzgara doğru götürecekti. Onun yerine Columbus, kuzeye, Amerikan sahiline ilerlerdi ve orada daimi olarak ters yönde batıdan doğuya doğru esen bir rüzgar buldu. Ona da bugün westerly, batıdan esen rüzgar diyoruz. O sırada, rüzgarlarla şansının çok yaver gittiğini düşünmüş olmalı ama bunun şansla bir ilgisi yoktu. Bunu kanıtlamak için Columbus, Amerika’ya doğru üç kez daha yelken açtı. Her defasında aynı rüzgarları buldu. 20 ila 30 arasındaki enlemlerde, düzgar doğudan batıya eser. 40 ve 50 derece arasındaysa, tersi yönde eser. Columbus, keşfettiği kıta hakkında yanılıyordu ama çok daha önemli bir konuda haklıydı. Atmosferdeki sirkülasyonun Atlantik Okyanusu’nu geçip güvenle eve varmak için tekrar tekrar nasıl kullanılacağı konusunda.
Bugün, Columbus’un kullandığı ticaret rüzgarlarının ve westerlylerin kıtalar üzerinde çölleri oluşturan aynı atmosferik sirkülasyon sisteminin bir parçası olduğunu biliyoruz. Yüzeyde, alçalan hava ekvatora doğru geri eser. Bu ticaret rüzgarlarıdır. Halkayı tamamlarlar ve atmosferik hücre olarak bilinen şeyi oluştururlar. Bu yüzey rüzgarlarını saptırarak, Amerikaya doğru yönlendirense Dünya’nın dönüşüdür. Her yarımkürede, devasa atmosferik hücreler vardır ve bunlar tüm Dünya üzerindeki baskın yüzey rüzgarlarını belirlerler. İnsanlar baskın rüzgar kalıplarını öğrendiklerinde bu onları başka yeni topraklara varmak için yelken açmaya heveslendirdi. Artık ulusların kaderi, rüzgarlara bağlı olarak nereye vardıklarına bağlıydı. Hollandalılar, Güney Yarımküre’deki batı rüzgarlarını kullanarak Uzak Doğu’ya erişmek isterken Hollanda doğu İndie’nin ya da artık bilinen adıyla Endonezya’nın kontrolü ele geçirdiler. Ticaret rüzgarları onları eve götürdü. Atlantik’te Columbus’un yolculuğu, tarihte ilk kez Avrupa, Afrika ve Amerikaları bağlayan üçgen ticaret rotasının temellerini oluşturdu. İspanyollar, doğudan esen ticaret rüzgarlarını kullanarak Pasifiği geçtiler böylelikle gemileri Filipinler’e ulaştı ve burayı İspanyol kolonisi haline getirdiler. Eve ulaşmak için, İspanyollar, batı rüzgarlarını kullanarak izole halini koruyan Japonya’yı geçerek Kaliforniya’ya vardılar. Hâlâ uzak geçmişteki bu İspanyol etkisinin kalıtını bugün bize çok tanıdık gelen yer isimlerinde görmek mümkündür. San Diego. Los Angeles. Ve San Francisco. Columbus’un seyahatlerinden sonraki yıl içinde ticaret yollarından oluşan bir ağ, tüm dünyaya yayıldı. Bu küreselleşmenin başlangıcıydı.
Avrupalılar için, rüzgarların ve dalgaların fethedilişi bir zaferdi. Ancak bunun korkunç bir bedeli vardı. Avrupalılarla kontakt kuran birçok diğer uygarlık mahvoldu. Bunun belki de en büyük etkileri, burada Gana‘da ortaya çıktı. Ve değişen bu talihi Elmina kalesinin hikayesinden izleyebilirsiniz. 1500′lü yılların başında, bu ticaret kalesinin rolü ciddi bir değişime uğradı. Fildiği ve altın yerine, artık burası bir depoydu ve çok farklı bir ticaret ürünüyle doluydu. Bir zamanlar bu karanlık hücreler, altın ticaretinin stoklarını barındırıyordu. Artık Elmina kalesi, köle ticaretinin yükleme noktasıydı. Bir zamanlar altına, fildişine ve güzel zenginliklere ev sahipliği etmiş olan bu yerin, yalnızca bir kaç yıl içinde hapishaneye dönüştüğünü düşünmek çok çirkin. Avrupa çiçekler açarken Afrika’nın dünyadaki yeri sonsuza kadar değişti. Bir kurtuluş yolu gibi görünüyordu. Çünkü hücrelerde kilitli geçirilen bir kaç aydan sonra uzun, alçak bir geçiten bu yalnızca bir insanın sığabileceği kapıya geliyordunuz. Bu geri dönüşü olmayan kapıydı. Çünkü buradan ayrıldığınızda, keskin Afrika ışıklarına göz kırparak kaderinizin ne olacağından tamamen habersiz bir halde bir iskele tahtasına yürüp, oradan Amerika’ya köle olarak postalanıyordunuz. Columbus destansı yolculuğunu yaptıktan sonraki yıl içinde neredeyse milyon köle, Atlantik’i geçti. Yeni okyanus ticaret rotalarının etkileri Sahara’nın içlerindeki Chinguetti‘ye kadar ulaştı. Yelken açmış gemiler artık, eski çöl ticaret yollarına uğramıyordu. Böylece kasaba, bir zamanlar onu görkemli kılmış aynı rüzgarların insanlar tarafından kötüye kullanılması sonucu yavaşça söndü.
Atmosferik hücreler, gezegendeki rüzgarların temelidir. Ancak ikilimi ve beraberinde insanlık tarihini etkileyen küresel bir rüzgar daha vardır. Atmosferin yükseklerinde, dünyanın dört bir yanındaki rüzgar kalıplarını yöneten dev kondüktörler vardır. Onlara jet akımı denir. Jet akımları, iki hücre arasındaki sınırı kırbaçlayan, hızlı rüzgarların oluşturduğu güçlü akımlardır. Bir kaç yüz kilometre genişliğinde ancak yalnızca bir kaç kilometre kalınlığındadırlar. Dalgalı ilmeklerle, dünyanın etrafını sarar ve alttaki hava sistemlerinin yönünü belirlerler. Biz onların önemine yalnızca normal yollarından ayrıldıklarında varırız. Eğer jet akımları güneye doğru saparsa kuzeydeki normal yollarının çok ötesine Florida üzerine ölümcül tornadolar gönderebilir. 1998′de, yolundan ayrılan bir jet akımı kuzey-doğu Amerika’ya yıkıcı bir buz fırtınası gönderdi. 45 insan öldü ve binlercesi evlerini terketmek zorunda kaldı. Ama belki de jet akımının gücünün en yıkıcı örneği 1930′larda, Birleşik Devletler’deki High Plains’dekidir. Bugün Güney Dakota’daki Capa gibi kasabalar boş ve terkedilmiş haldedir. Ancak yüzyılın başlarında çiftçiler, yeni toprakları edinmek için buraya doluşuyorlardı. Sonra, 1930′larda felaket vurdu. Güçlü rüzgarlar, şiddetli kuraklık ve yoğun, boğucu toz fırtınaları. Adına Toz Çanağı dendi. Milyonlarca hektarlık tarım arazisi, çöle döndü. Yarım milyon insan evlerinden söküldü. Birçoğu geri dönmedi. O zamanlarda, bu çılgınca bir kaza gibi görünüyordu ama artık buna jet akımının neden olduğunu biliyoruz. Bir kaç yıl boyunca, normal rotasından yüzlerece kilometre güneye sürüklendi ve yağmurları beraberinde götürdü.
Gobi Çölü – Çin
Jet akımı, dünyanın dört bir yanında kısa vadeli rüzgar ve hava koşullarını kontrol eder. Ancak rüzgarın tarihi etkileyişinin belki de en önemli yolu binlerce yıl boyunca kıtaların tüm iklimini ve karakteristiğini belirleyerek dünyanın bir kısmındaki insanlara sınırlamalar getirirken diğerlerine muazzam fırsatlar sunmasıdır. Çin’i ele alalım. Bugün Çin bir süpergüç haline geldi. Ancak Çin uygarlığı, dünyanın en eski uygarlıklarından biridir ve başarısı, rüzgarla gelen bir şeye bağlıdır. Burası Orta Çin. Burası Çin uygarlığının beşiği olarak da bilinir zira burası Çin’in kadim hanedanlarının zenginliğinin ve gücünün başladığı yerdir. Hepsini mümkün kılan, yukarılardaki Sarı Nehir’dir. Çin’in ilk başlangıçlarının anahtarı olmuş bir kaynak. Bu plato, Çin’in kadim tarımının temel taşıydı. Ancak bunu mümkün kılan bir taş değildi. Ayaklarımın altındaki şeydi. Yumuşak ve parçalanıyor. Ezdiğinizde, toza dönüşüyor ki bu da tam olarak o. Ancak bunun adına lös deniyor. Bu mineralce zengin toz ve çürüyen bitkiler birleşerek hafif ve bereketli bir toprak oluşturuyorlar. Çinli çiftçiler buraya . yıldan uzun süre önce yerleştiler. Ve bu dünyada pirinç yetiştirilen ilk sitelerden biri. Tüm bu lösün kaynağı rüzgarlar. 50 milyon yıl önce, Hindistan Asya’yla çarpıştı ve Himalayaları yükseltti. Bu dağlar, tamamıyla yeni bir rüzgar kalıbı oluşturdular. Himalayalar öyle yüksektir ki, hava yükselmek zorunda kalıp, bulut ve yağmur oluşturur. Ancak rüzgar Himalayaların yüksek ucuna eriştiğinde kupkurudur. Buna yağmur gölgesi denir ve Taklamakan, Gobi çölleri gibi dünyanın en kuru en tozlu bögelerini oluşturur. Çin, büyük toz rezervleriyle kuşatılmıştır ve baskın rüzgarlar bir tür taşıma bandı görevi görerek hepsini ta Orta Çin’e kadar taşır. Plato çok geniş olduğu için burada çiftçilik muazzam boyutlarda gelişebilir. Bu fazla yiyecek demektir. Ve fazla yiyecek de kendine saygısı olan her imparatorluğun ilk ve en önemli koşuludur. 3.000 yıl önce Çin’in o ünlü hanedan imparatorluklarından ilki kuruldu. Lös platosunun merkezine oturulmuştu. Çin Seddi, platonun kuzey ucuna kurularak imparatorluğun kalbini korumaya aldı. Lös platosunun önemi ayrıca Çin’in kültürel mirasını da etkiledi. 5. yy.’da, Yungang’da bu Budist tapınakları inşa edildi. Lös katmanları arasındaki yekpare kayalara oyulan bu insan eliyle yapılmış 250 mağaralık balpeteğinin duvarları 50.000′den fazla Budist heykeliyle kaplanmıştır. Ama lös platosunun taçlandıran zaferi işte budur.
Budist Tapınak
Çin şanslıydı. Kendini rüzgar kalıbının sonunda dünyanın en kaliteli topraklarına sahip buluverdi. Her yer bu kadar şanslı değildi. Belki de dünyadaki hiçbir kıta, rüzgar tarafından Avustralya kadar sınırlandırılmamıştır. Avustralya’nın gerisindeki manzaraya hiçbir şey sizi tam olarak hazırlayamaz. Burası çok, çok kurak. Burada çiftçi olmak istemezdim. Ayrıca inanılmaz tozlu. Hissedebiliyorum. Ağzımda acı bir tat var. Avustralya’nın Kızıl Merkezi, yaşamı bundan daha zor hale getiremezdi. Eğer şu tuhaf çalışar da olmasa burası Mars yüzeyi sanılabilir. Ancak bu sulama çukurunda insanların uzun zaman önce buraya yerleştiğine dair işaretler var. Oymalar yer yer 30.000 yaşındalar. İşlenmiş taş aletler de öyle. Düz, yuvarlak taşlar eskiden akdarı tohumlarını ve yumru kökleri öğütmek için kullanılıyordu.
Mount Conner (Attila)
Conner Dağı, Avustralya’nın coğrafik ve ruhani kalbindedir. Ayrıca harika bir rüzgar sisteminin de merkezinde uzanır. Orta Avustralya’nın üzerindeki atmosferin harika yanı başımın üzerinde bulunan bu devasa dairesek rüzgar kalıbıdır. Baskın rüzgarlar, kıtanın dört bir yanında büyük bir saat yönü tersi girdap halinde kıvrılırlar. Yüz binlerce yıldır, toprağın bereketini söküp alıyorlar. Çin’de bereket rüzgarla gelir. Ama Avustralya da, bereketli toz ve besleyiciler geriye yalnızca kum ve taş bırakan rüzgar tarafından sürüklenir. Bu kum, Avustralya’nın merkezini çevreleyen ve rüzgar yollarıyla hizalanan engin kumul alanları biçimini almıştır. Bu süreç, bugün de devam etmektedir. Dev toz fırtınaları, düzenli olarak Avustralya’yı kasıp kavurur. 2002′de, kaydedilmiş en büyük fırtına 2.000 km.’den daha uzundu. Tek bir fırtınada, neredeyse milyon ton toz kalktı. Çöğu okyanusa giderek, dev alg tomurcuklarını besleyerek denizdeki besin zincirinin öenmli bir kısmına dahil oldular.
İklim ve rüzgarlar, kadim Aborijinlere zorlu bir el dağıtmıştı. Kıtanın büyük bir kısmı kurak ve susuz olduğu için çiftçiliğe başlamaktansa, avcı-toplayıcı yaşamlarına devam etmek çok daha mantıklıydı. Buradaki insanların zeki ve uyumlu olduklarını farkediyorsunuz. Başlangıç olarak, bir ya da iki yoğun ekine güvenmektense bu insanlar çok çeşitli vahşi yiyecek kaynaklarını bölüştülerç Ayrıca, kalıcı, yerleşik topluluklar olarak yaşamaktansa küçük, harketli gruplar halinde yaşayarak sürekli yiyecek aramak için hareket edebilir halde kaldılar. Avustralya ve Çin’in farklı kaderleri kıtalar üzerinde binlerce yıl sabit kalan büyük ölçekli rüzgar kalıplarının bir sonucudur. Ancak rüzgar, insanlık tarihi üzerindeki en dramatik etkilerinden bazılarını okyanusların enerjisiyle etkileşime girdiğinde ortaya koyar. Bu, uzun süreli temek sonuçlar gösterebilecek bir etkileşim olduğu gibi kısa süreli felaketlere de yol açabilir.
Kasırga
DenizGüneş‘in sıcaklığının engin bir deposu gibidir. Okyanusun ilk üç metresinde, atmosferin tamamından daha fazla enerji vardır. Amerika’ya 50 yıl yetecek kadar enerji. Bu enerjiyi havaya pompalayarak okyanuslar devamlı olarak rüzgarı etkiler. Bu her yıl grafik olarak sunulan bir prensiptir. Kasırgalar, Dünya’daki en aşırı fırtınalardır. Atmosfer ve okyanus arasındaki şiddetli ortalığın nihai bir örneği. Okyanus ısındıkça, hava daha hızlı yükselir ve rüzgarı kötücül bir spiral şeklinde içe doğru çeker. Deniz sıcaklığındaki her bir derecelik artış rüzgarın hızını saatte 20km.’den daha fazla arttırır. Kasırganın gözünde bulutlar, bir stadyumun içinde gibi yığılırlar ve etrafında rüzgarın döndüğü serin bir merkez oluştururlar. Kasırgalara, o özgün spiral biçimini veren Dünya’nın dönüşüdür. Yerkürenin yüzeyi boyunca hareket ettikçe kasırgalar, ticaret rüzgarlarını ve batı rüzgarlarını da harekete geçiren o aynı atmosferik sirkülasyona yakalanırlar. İzleri, ekvatorun iki yanında yıkım bantları şeklinde toplanır. Kasırgalar yıkıcı olmalarına karşın gezegensel ölçütte, etkileri oldukça küçük ve kısa ömürlüdür. Ancak okyanus, rüzgarları daha büyük alanlar üzerinde ve daha uzun süreli olarak etkileyebilir ve bu keşif, insanlığın yerküreyi fethetme hikayesindeki büyük bir bilmeceyi de yanıtladı.
Pasifik, Dünya’nın en geniş okyanusudur. Üzerindeki tek toprak, dapınık, minik adacıklardır ve bunların bazıları gezegendeki en erişilmez yerlerdir. Modern insan bir kaç bin yıl önce Afrika’dan ayrıldığından bu yana kadim atalarımız, kıtalar boyunca yayılmıştır. Ama hep bir boşluk kalmıştır. Pasifik Okyanusu. Gezegenin geri kalanı insanlar tarafından kolonileştirildikten çok sonra bile Pasifik bomboş uzanıyordu. Dağınık minik adacıklarına rağmen Pasifik’in bu kadar uzun süre eldeğmemiş kalması küçük bir mucizedir. Eğer bilinmeze doğru yola çıkan bir kaşif olsaydınız bir sonraki tropik cennete varmadan önce yiyeceğinizin ve suyunuzun tükenmesi kuvvetle muhtemeldir. Ancak, Asya’dan yelken açan denizciler bu engin okyanustaki neredeyse tüm adalara yayılmaya başladılar ve uzaklara yayılmış adalar olan Hawaii, Yeni Zelanda ve Paskalya Adası’na kadar vardılar. Bu dünyanın neredeyse çeyreğini aşmalarını gerektiren bir yolculuktu. Beni şaşırtan yalnızca insanların aştığı mesafeler değil. Ayrıca yönleri de nasıl buldukları.
Tüm bu bölgenin batıdan doğuya giden insanlar tarafından iskan edildiği düşünülürdü ancak bu bölgede rüzgar ters yönde esmektedir. Yani doğudan batıya doğru. Bu denli büyük mesafeleri rüzgara karşı aşmaya çalışmak bir ömür sürerdi. Bu nedenle, bunu nasıl başardıkları büyük bir muammaydı. Bunun yanıtı, okyanus ve atmosfer arasındaki türbülanslı bağlantıda yatıyor. Ve bunu hareket halindeyken görmek için en iyi yer de Pasifik’in göbeği. Yap gibi bir ada. En yakın kıtaya 1.000 km’den daha uzakta yoğun yağmur ormanlarıyla kaplı minik bir nokta. Soru, insanların Yap gibi adalara nasıl gittikleri ve sonra baskın rüzgarlara karşı bu tahta kanolarla Pasifik’teki diğer adalara nasıl geçtikleri. Botlar, ilk denizciler Pasifik’e açıldığından bu yana neredeyse hiç değişmediler. Öyleyse rüzgara karşı, koca bir okyanusu nasıl aştılar? Normalde, rüzgarda denize açılmak faça adı verilen zikzak bir rota izlemeyi de kapsar. Rüzgara karşı yol almanın sorunu sürekli olarak faça almanızın gerekmesidir. Bu önden arkaya doğru gitmeniz ve serenle direk arasında sallanarak teknenin önünü arkaya getirmek demektir. Ve bu aslında oldukça zor ve tehlikelidir. Salı, önünü arkaya getirecek şekilde yüzdürerek bu kanolar gerçekten de ağır ağır ilerleyerek rüzgara karşı yol alabilirler. Ama bu yavaş ve zor bir süreçtir. Eğer gerçekten uzaksa, doğuya gitmek güvenli değildir zira dört ya da beş gün içinde faça yapmanız gerekir ve hâlâ varmadıysanız orada başka bir fırtınaya çarparsınız. En iyisi, batı rüzgarı gelene kadar beklemektir. Her zaman mevsimsel değişimler nedeniyle rüzgarın batıdan estiği kısa dönemler vardır ama bu uzun yolculuklara çıkmaya kafi değildir. Ancak kadim navigatörler rüzgarların belli dönemlerde yön değiştirdiğini ve düzenli olarak uzun sürelerle batıdan doğuya estiğini farkettiler. Bu değişimin sırrı, Pasifik Okyanusu’yla rüzgarlar arasındaki ilişkide saklıdır.
Her bir kaç yılda biri batı Pasifik’ten gelen sıcak sular doğudan gelen soğuk sulara karışır. Bu sıcak su, yukarıdaki havayı ısıtarak hava basıncını değiştirir ve ticaret rüzgarlarını yavaşlatarak, yönlerini tamamen değiştirir. Bugün bu fenomene El Nino adını veriyoruz. Pasifik üzerindeki bu değişimlerin hava durumu üzerinde muazzam bir etkisi vardır. Amerika kıtasında ani sellere yol açar. O sırada, Avustralya ve Afrika gibi uzak yerlerde sıcaklıklar artarak, yangınlara neden olur. Ancak kadim Pasifik kolonicileri için, bu seçeneklerin değişmesi anlamına geliyordu. Rüzgar düzenli olarak batıdan doğuya eserken Pasifik’i keşfetmek çok daha kolay olmuştur. Belki de Pasifik’in kolonileşmesinin ardındaki sır budur. El Niñolar dönemler halinde gelirler. Görünen o ki, geçmişte her El Niño dönemi Pasifik boyunca gerçekleşen bir kolonileşme dalgasıyla aynı zaman denk geldi. Ve böylece tarihteki en destansı yolculuklar dünyanın en uzak köşelerinde okyanusun rüzgarı kısmen de olsa etkilediği yerlerde gerçekleşti. Okyanusların ve rüzgarların tarihte hep olumlu bir rol oynadığını düşünmek hoş olurdu. Ama gerçek daha karmaşık. Çünkü El Niño, Güney Salınımı denen daha büyük bir iklimsel sistemin yalnızca bir evresi. Pasifik’teki salınım öyle güçlüdür ki gezegenin birçok yerindeki uygarlıklar üzerinde derin etkileri olmuştur.
ABD‘nin güney batı köşesindeki Chaco Kanyonu bir zamanlar sofistike bir uygarlık kuran insanlara ev sahipliği ediyordu. Görünen o ki, insanlar uzun bir süre bırada olacaklarını düşünmüşler. Kanyonun kalbinde, “büyük ev” denen bir yapının kalıntıları var. Pueblo Bonito’nun. Burası Anasaziler tarafından 1.000 yıl önce inşa edildi. Benden biraz daha küçüktü herhalde! Pueblo Bonito, Anasazi uygarlığının merkeziydi. Civardaki çiftliklerde ve köylerde binlerce insan yaşıyordu. Chaco Kanyo’nundaki insanların yerleşim yerlerini bu büyük uçurumların diplerine kurmalarının bir sebebi vardı. Su yukarıdan geliyordu. Buralar neredeyse hiç yağış almıyor ancak şuradaki yüksek ovanın arkasına düşen yağmur, koyaklardan akar ve kademe kademe vadiye iner. Hepsinin nehre gitmesine izin vermektense Anasaziler, suyu tutmak için barajlar ve kanallar inşa edip suyu gerekli olan yere çekerlerdi. Ama 1300′de, tüm bu bölge çöl haline gelmişti ve en büyük soru bunun nedeniydi. Yanıt, binlerce kilometre ötedeydi. Sıradışı sıcaklıktaki su, Pasifik’in batısına doğru gittiğinde rüzgarları değiştirir yağmuru ve fırtınaları Amerikalardan uzaklaştırarak karanın içlerindeki insanları susuzluktan kavurur. Normalde bu, uzun vadeli bir etki oluşturmaya kafi değildir. Ancak MS. 1300 civarında iklim bu halde tıkanıp kaldı ve onyıllar süren bir dizi mega-kuraklığa neden oldu. Etkilenen yalnızca Anasazi uygarlığı değildi. Ne zaman Güney Salınımı bu konumda takılıp kalsa sonuç hep benzer bir yıkıcı, mega kuraklık oluyordu. Fremont, Mogollon ve Hohokam kültürleri Anasazi’yle aynı zamanda çöktüler. Güney Amerika’da Tiwanaku ve Sican Orta Amerika’da Toltekler ve Zapotekler Güney Salınımı’ndaki değişim yüzünden ya zayıfladı ya da çöktüler. Güney Salınımı’nın yol açtığı kuraklıklar güçlü Maya İmparatorluğunu da ilk çağının sonuna getirdi. Şiddetli kuraklıklar bu uygarlıkların çöküşünün gerisindeki tek neden değildi. Chaco Kanyon’unda, insanlar tükenmeye yüz tutmuş kaynaklarla yaşıyorlar bu nedenle iklimsel değişikliklere karşı çok savunmasızlar.
Chaco Kanyonu- ABD
Bana göre, bu hâlâ yankılanan bir mesaj. Rüzgarların insanlık tarihi üzerindeki etkileri ince ve genellikle tahmin edilemez ama olağanüstü güçlü olmuştur. İklim bölgelerini belirleyerek, binlerce yıl boyunca dünyanın çoğu bölgesinde insanlığın gelişimine sınır koyarlar. Karada ya da denizde rüzgari kullanarak ve ritimlerine uyum sağlayarak çok şey kazandık. Ama asla efendisi olamadık. Yalnızca bir adım gerisinden izleyebiliyoruz. Bugün bile başımızın üzerindeki havanın her dönüşünü sanal olarak izleyebildiğimiz halde atmosfer hâlâ gizemli, hâlâ tuhaf ve geleceğimizi hâlâ biçimlendiriyor.
 Tozlaşmayı sağlayan en önemli unsurlardan biri de rüzgardır. Eğer tozlaşma olmasa meyve sebze de olmazdı.
Kur’an ve Rüzgarlar:
Ad kavminin helak edilmesinde ibretler vardır. Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermişdik.(Zariyat – 41)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.(Bakara – 164)
O, rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgarlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde (yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz. (Araf – 57)
O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgarla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar. (Yunus -22)
Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. (Hicr – 22)
O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan bir çok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. (Furkan – 48,49)
Rüzgarları, yağmurun müjdecileri olarak göndermesi, Allah’ın varlık ve kudretinin delillerindendir. O bunu, size rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol alması, onun lütfundan rızkınızı aramanız ve şükretmeniz için yapar. (Rum – 46)
Allah rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah onları dilediği gibi, bazen yayar ve bazen yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir de bakarsın sevinirler. (Rum – 48)
Andolsun, eğer ekinlerine zararlı bir rüzgar göndersek de o ekini sararmış görseler, ardından mutlaka nankörlük etmeye başlarlar. (Rum – 51)
Allah, rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yer yüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir. (Fatır – 9)
O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır. (Şura – 33)
O azabı vâdilerine doğru yayılan bir bulut olarak gördüklerinde, “Bu bize yağmur getiren bir buluttur” dediler. Hûd, “Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde elem dolu azabın bulunduğu birrüzgârdır” dedi. (Ahkaf – 24)
Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik. (Zariyat – 41)
Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgar göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz! (Mülk – 17)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder