27 Mart 2012 Salı

İçiçe Geçmiş Üç Sapkın Düşünce -İlim Araştırma Dergisi


Bugün Budizm‘i dünya gündemine getiren en büyük nedenlerden biri, bu dinin geleneksel coğrafyası olan Uzakdoğu’daki varlığı değil, Batı dünyasında yapılan propagandasıdır. Bu propagandanın başlangıç tarihi 19. yüzyıla kadar uzanmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise Budizm giderek ilgi çekmek ve orjinal olmak isteyen insanlar için bir moda haline gelmeye başlamıştır. Budizm modasının başlangıcı özellikle 1960′lardaki pop kültürüne dayanır. O yıllarda Batı gençliğinin bir bölümü ve bazı Batılı entelektüeller, geleneksel Hıristiyan inancını terk ederek yeni arayışlara girmişler ve bazıları aradıkları yapıyı Uzakdoğu dinlerinde bulmuşlardı.
Bu arayışın en önemli nedenleri ise aykırı olmak, düzene karşı çıkmak ve bu yolla ilgi toplamaktı. 60′lı yılların pop kültürünü belirleyen temel öğelerden biri olan ünlü müzik grubu Beatles’in üyesi George Harrison, Budizm’e benzer bir Uzakdoğu putperest inanışı olan Hinduizm’i benimsediğini açıkladığında, Beatles hayranları da bu öğretiye özenmeye başladı. Grubun bir diğer üyesi olan John Lennon, Across the Universe (Evren Boyunca) adlı şarkısında Budist mantralar (sözde kutsal ritimler) kullandı. 60′lı ve 70′li yılların hippi gençliğinde, Budist ezgiler, giysiler ve söylemler çok revaçtaydı.
(1997′de Beatles’in üyesi George Harrison‘un gırtlak kanseri olduğu ortaya çıktı. Harrison, bunun nedenini 1960′lardaki sigara tiryakiliğine bağladı. 2001′de akciğerinde büyüyen kanser yüzünden ameliyat oldu. O yılın haziranında beyin tümörü yüzünden İsviçre’de radyoterapi gördü. Tedavilere rağmen Harrison 29 Kasım 2001′de hayatını kaybetti. Hollywood’da yakılan Harrison’ın külleri ailesi tarafından yapılan gizli bir törende Hindu geleneğince Ganj Nehri’ne döküldü.)
Budizm hakkında dikkat çekici olan nokta, Budizm’in çeşitli popüler kültür araçları ile Batı dünyasına sistemli bir biçimde empoze edilmesidir. Popüler kültürün en önemli araçlarından biri olan Hollywood, bu konuda başı çekmektedir. Hollywood kaynaklı birçok filmin Amerika’nın liberal kanadının fikirlerini yansıttığı, yani çoğunlukla Hıristiyan inancına ve ahlakına aykırı değerler savunduğu bilinen bir gerçektir. Din karşıtı teorilerin savunulmasında da Hollywood’un önde gelen bazı şirketleri yer almaktadır. Örneğin; evrim teorisi, bilimsel içerikli filmlerin çoğunda izleyicilere güçlü biçimde empoze edilir. Evrim tartışmasında Hollywood filmleri hemen her zaman Darwinistlerin yanındadır.
1994 yılından bu yana kutsal topraklara 5 kez umre ziyareti yapan şarkıcı Mazhar Alanson, 2004 yılında yaptığı Hindistan ve Çin gezisinde ise Budizm’i araştırmıştır.
Hollywood Destekli Budizm Modası: Hıristiyanlık ve İslam gibi İlahi dinlere karşı genellikle pek olumlu bakmayan Hollywood, Budizm, Hinduizm vs gibi sapkın inanışlar için tam aksi bir çizgidedir: Budizm sözde insancıl, barış dolu ve cazip bir din olarak resmedilir. Örneğin Brad Pitt’in başrolünü oynadığı “Seven Years In Tibet” veya Martin Scorcese’in yönettiği ve Budist başrahip Dalai Lama’nın yaşamını konu olan “Kundun” gibi filmler, geniş kitlelere Budizm propagandası yapma rolünü üstlenmiştir.
Seven Years in Tibet – 1997
Materyalist Batı kültürü, kendi maneviyatından uzaklaşırken, batıl inanışlara sapmaktadır. İnançsız kesimin Budizm gibi sapkın inanışları neden bu kadar ön plana çıkardığının cevabı ise materyalist felsefenin temel özelliklerine bakıldığında kolayca anlaşılacaktır:
18. yüzyılda temeli atılan Materyalizm 19. yüzyılda gelişmiş ve 20 yüzyılda düşüşe geçmiştir. Bu her sapkın inancı bekleyen sondur. Allah’ın varlığını inkar edip kendini ilahlaştıran her felsefede olduğu gibi Materyalizmde yok olmaya doğru gitmektedir. Birtakım uydurma teoriler ile ayakta kalmaya çalışan materyalizm, Darwinizm’in çökmesi, bilim çevrelerinin evrenin oluşumunun ancak bir üstün Yaratıcı tarafından yapılabileceğini açıklamasından sonra ise iyice dağıldı.
Budizm’in Huxley Tarafından Keşfedilişi
Budizm ateist bir dindir; İnsanın hayvanlardan farklı bir ruhu olmadığını varsayar ve dahası karma inancı çerçevesinde doğada sürekli bir dönüşüm olduğuna inanır. Budizm’e göre bir balık sonraki yaşamında bir memeli olarak dünyaya gelebilir, bir insan sonraki yaşamında bir solucan olabilir. Türler arasında geçişlilik öngören ve insanı da hayvanlar arasında gören bu sapkın anlayış, Darwin’in evrim teorisiyle önemli bir paralellik taşımaktadır. Budizm’e yönelik Darwinist hayranlığı ifade eden ilk kişi de, evrimci Thomas H. Huxley’dir.
Thomas Henry Huxley (1825–1895)
Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi İlahi dinlerin temsilcileri ile mücadele eden Huxley, Budizm’i, oluşturmak istediği materyalist Batı medeniyetine uygun bir inanç olarak görüyordu. Huxley Evrim ve Ahlak adlı kitabında Budizm hakkında şu tanımı yapmaktadır: ‘Budizm Batılı anlamda ateist bir sistemdir; insanın bir ruhu olduğunu kabul etmez; ölümsüzlüğe inanmamayı savunur.’
Huxley Budizm’e hayrandır ve bunun tek nedeni Budizm’in Allah inancına sahip olmamasıdır. Victoria dönemi İngilteresi’nde yani 19. yüzyılda daha pek çok düşünür Budizm’e ilgi duymuştur ve bunun nedeni de, Budizm’i, o devrin moda felsefeleri olan ateizm ve Darwinizm’e uygun bulmalarıdır. Aynı nedenle Budizm’e sıcak bakan bir diğer ateist ise, Alman felsefeci Friedrich Nietzsche‘dir.
Friedrich Nietzsche (1844-1900)
19. yüzyılın koyu ateistlerinden biri de Nietzsche idi. Hıristiyanlığa karşı koyu bir nefret besleyen, buna karşın putperest kültürünü ve putperest ahlakını savunan Nietzsche, savunduğu görüşlerle 20. yüzyıl faşizminin ve özellikle de Nazizm’in fikri öncüsü oldu. Nietzsche, Hıristiyanlığa; şefkat, merhamet, tevazu, tevekkül gibi erdemleri savunduğu için savaş açıyor ve dolayısıyla aslında tüm İlahi dinlerin temel ahlaki prensiplerine de karşı çıkıyordu. Nietzsche’nin İlahi dinlere karşı tutumu, onun militan ateizminden kaynaklanıyordu. Amerikalı edebiyatçı Jason DeBoer, Nietzsche hakkındaki makalesinde “Ateizm, Nietzsche’nin fikirlerinin çok önemli bir parçasıdır” der ve şunları ekler: “O tarafsız bir eleştirmen değildi; Hıristiyanlığa karşı nefretle yanıp tutuşuyordu.”
Ancak, tahmin edilebileceği gibi, Nietzsche’nin bu nefreti sadece İlahi dinlere karşıydı, putperest dinlere değil. Aksine, putperestliği övüyor ve yüceltiyordu. Özellikle de Budizm’i. Jason DeBoer’in ifadesiyle “İlginçtir ki, tarihteki en militan ateistlerden biri olmasına karşın, Nietzsche tamamen din karşıtı değildi. Diğer bazı dinlerin pek çok özelliğine saygı ve hayranlık duymuştu; bunlar paganizm ve hatta Budizm’di.”
Nietzsche’nin Budizm ile paylaştığı sapkın fikirler kuşkusuz büyük birer yanılgıdır. Bu yanılgıların çıkış nedeni ise, insanın kibri ve cehaletinden kaynaklanmaktır. Evreni ve doğayı akıl ve vicdan gözüyle inceleyen insan, Allah’ın varlığının apaçık delillerini görecektir. Aynı gerçek, çağımızdaki bilimsel bulgular tarafından da ortaya konmaktadır. Nietzsche gibi ateistlerin ortaya attığı cehalete dayalı iddialar, başta Big Bang ve İnsani İlke (Anthropic Principle) olmak üzere pek çok bilimsel bulgu ile yıkılmış, bilim Allah’ın evreni yarattığına ve üstün bir dengeyle düzenlediğine dair açık kanıtlar ortaya koymuştur.
Ayrıca Darwin’in evrim teorisinin geçersizliğini ve bilinçli tasarımın varlığını gösteren deliller, yaratılışın doğruluğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Freud, Marx, Durkheim gibi 19. yüzyıl ateist düşünürlerinin fikirleri de yine bilimsel bulgular veya sosyal sonuçlarla birer birer yıkılmıştır.
Sonuç:
İslam ahlakının yayılmasıyla, materyalizmin sahte maneviyat örtüsü budizm ortadan kalkacaktır. Ateizmin söz konusu bilimsel çöküşü, bugün Batı dünyasında Budizm’in neden körüklendiği sorusuyla da yakından ilgilidir. Ateist ve materyalist Batı kültürünün mimarları, teorilerinin çöküşte olduğunu görmekte, buna karşılık İlahi dinlere yönelişin artan ivmesini engellemek için, çözümü Budizm gibi putperest inançların körüklenmesinde bulmaktadırlar. Bir başka deyişle, Budizm ve ona benzer diğer putperest Uzakdoğu inançları materyalizme sahte bir maneviyat takviyesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder