17 Şubat 2012 Cuma

Misâk-ı Millî sınırları efsanesi-Cemil Koçak


Siz hâlâ Misâk-ı Millî sınırlarımız içinde mi yaşadığımızı düşünüyorsunuz? Yanıtınız evetse, bir efsaneye kurban gitmişsiniz demektir. Misâk-ı Millî, ezberlenen şekliyle sadece bir efsanedir. Hazır yıldönümünü de henüz geride bırakmışken, efsanelerden uzaklaşmaya hazır mısınız?
Bir anket yapılsa ve Misâk-ı Millî’nin ne olduğu sorulsa, millî eğitimin süzgecinden geçmiş olanların bu soruyu yanıtsız bırakmaları düşünülemez. Yanıt hazırdır; elbette bugünkü sınırlarımızı işaret eden ulusal andımızdır. Tam olarak tarihini çıkarmakta zorlananlar olacaktır. Ezberleri yeterince güçlü olanlar için bu da bir sorun oluşturmaz. Daha zor bir soru, Misâk-ı Millî’nin ne zaman değil de, kimler tarafından hazırlanarak kabul ve ilân edildiğidir. Bu sorunun yanıtını doğru bilenler azınlıkta kalabilir.
Siz hâlâ Misâk-ı Millî sınırlarımız içinde mi yaşadığımızı düşünüyorsunuz? Yanıtınız evetse, bir efsaneye kurban gitmişsiniz demektir. Misâk-ı Millî, ezberlenen şekliyle sadece bir efsanedir. Hazır yıldönümünü de az bir zaman önce geride bırakmışken, efsanelerden uzaklaşmaya hazır mısınız?
Misâkı Milli olarak kutsanan metin
Misâk-ı Millî metni, 17 Şubat 1920 tarihinde İstanbul’da toplanan (son) Osmanlı Meclisi Mebusanı tarafından ilân edildi. Aslında 28 Ocak’ta çoktan kabul edilmişti. Metin daha önce Ankara’da da tartışılmış ve formüle edilmişti. Ne var ki, nihai metin Ankara’dakinden farklı olacaktır. Bugün Misâk-ı Millî olarak sözü edilen ve kutsanan metin, 17 Şubat tarihli metindir.
Soru: İçinizde bu metni gören var mıdır? Yoksa sadece size anlatılan ve ders kitaplarında aktarılan kadarıyla mı biliyorsunuz?  Elinizin altında bulunan ve kolayca erişilebilecek kaynaklardaki metin ile orijinal metin arasında fark olabileceğine ihtimal veriyor musunuz? Sorulardan işin içinde bir iş olduğunu anlamaya başladınız. O halde metni biraz açalım mı?
Aslında metnin resmi başlığı “Ahdi Millî”dir. Metin mecliste okunmazden evvel Edirne milletvekili Mehmet Şeref Aykut, yaptığı konuşmada, “Ortaya şu Peymânı Müebbeti Millî çıktı. Bu bir Misâk-ı Millî’dir” demişti. Meclis, müstakbel barış anlaşması için katlanılabilecek en yüksek fedakârlık sınırını belli eden bir metin yayınladığını açıklıyordu. Osmanlı saltanatının devamı ancak bu çerçevede mümkün olabilirdi. Buna göre, Osmanlı devletinin Arap çoğunluğunun bulunduğu ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros mütarekesi imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında bulunan kısmının geleceği o yörede yaşayan halkın serbest oyuyla tayin olunacaktı.
İçinde mi, dışında mı?
Elinizin altındaki hemen hemen bütün metinlerde “dışında” kelimesi çıkarılmıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi almak isteyenler, çok yıllar önce Mete Tunçay’ın kaleme aldığı “Misâk-ı Millî’nin birinci maddesi üstüne” adlı yazıya bakmalıdırlar (Birikim: sayı: 18-19; 1976). Bunu da nereden çıkarıyorsunuz diyecek olan koroya: Lütfen, yani zahmet olmazsa, Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi’nin 17 Şubat 1920 tarihli celsesine bir göz atıveriniz.
Kars, Ardahan ve Batum livaları için de plebisit talep ediliyordu. Buna göre, özgürlük günleri geri gelince, Birinci Dünya Savaşı sonlarında yeniden Osmanlı’ya katılmış olan bu topraklarda yaşayanların gerekirse serbest oyuna başvurulması öngörülmüştü ama bu oylama asla gerçekleşmedi.
Batum’un karşılığında Kars ve Ardahan’ın alınması, Misâk-ı Millî’ye aykırı olduğu gerekçesiyle mecliste hayli eleştiriye uğradı. Bazı milletvekilleri, içlerinde beş yıl sonra 1926 yılında İzmir suikastı davası sonucunda asılacak olan Lazistan milletvekili Ziya Hurşit de vardı, Batum’un terk edilemeyeceğini ve gerekirse savaşarak alınması gerektiğini ileri sürüyorlardı. (Ya; milli mücadele yıllarında mecliste Lazistan temsilcisi de vardı! İnanmayanlar, TBMM Vakfı’nın yayını olan Türk Parlamento Tarihi kitabının 1919-1923 cildine bakmalıdırlar.)
Misâk-ı Millî metninde belki daha da garip olan Batı Trakya için de plebisit talebidir. Hatırlanacağı gibi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Balkan savaşı ile yitirilen topraklar için de talepte bulunuluyordu. Bu da Balkanların kaybının yarattığı travmanın ne denli derine işlediğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Batı Trakya da özgürce kaderini belirlemeliydi. Bu madde de sonuçsuz kaldı. Lozan antlaşmasında yer almadı.
Azınlık hakları, sınır ötesindeki diğer İslâm halkların da özdeş haklara sahip olmaları karşılığında güvence altına alınacaktı. Milli ve ekonomik gelişmeyle çağdaş bir yönetim için bağımsızlık esası kabul ediliyor; diğer yandan, kapitülasyonların kaldırılması karşılığında saptanacak olan borçların ödeneceği taahhüt ediliyordu. (Oysa Sovyetler Birliği’nde Bolşevikler, Çarlık borçlarını ödemeyi reddetmişlerdi).Devam edelim mi? Ama edemeyiz, çünkü metin burada bitiyor. Hepsi bu kadar. İşte Misâk-ı Millî’yi öğrendiniz. İçinizden peki sınırlar ne oldu diyenleri duyar gibiyim. Maalesef sınır mınır yok. Bu metinde öyle bir şey yok. Yazılanlar da uygulanamadı zaten. Lozan’da son iki husus hayata geçirildi sadece.
Misâk-ı Millî ve Lozan
Elbette Lozan’da Misâk-ı Millî elde edilemedi. Hele Musul meselesinin tamamen muallakta bırakılmış olması ve sonuç alınması neredeyse imkânsız bir yola girilmesi üzerine pek çok üye bu konuyu gündeme getirmeten kaçınmadı. Bu yüzden mecliste kızılca kıyamet koptu. İş, görüşmeleri yürüten İsmet Paşa’nın başkanlığındaki heyetin ve bu heyetin dayandığı hükûmetin ihanet içinde olduğunu söylemeye kadar vardı. Ne var ki, Lozan anlaşmasına karşı muhalefet sadece birinci meclise özgü kalmadı; bu meclisin yerine gelen ikincisi de, eleştiride ilkinin gerisinde kalmadı.
Ama hatırlanması gereken sadece muhalefetin konumu değildir. Aksine önderliğin ve siyasetin ne demek olduğunu hatırlamak isteyenler de, aynı kaynakta Atatürk’ün anlaşmayı nasıl savunduğunu okuma imkânı bulabilecekledir. Atatürk, meclis başkanı olarak, anlaşmanın Misâk-ı Millî’ye aykırı olduğunu söyleyenlere karşı şunları açık bir dille şunu belirmek ihtiyacını duyacaktır.
“Efendiler; arazi meselesi ve hudut meselesi, Misâk-ı Millî’nin, malumu âliniz, birinci maddesin”de yer almaktadır. Ancak “Misâk-ı Millî, şu hut, bu hat diye hiçbir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey, milletin menfaati ve heyeti celilenin isabeti hazarıdır. Yoksa, bu haritası mevcut bir hudut yoktur.”
Böylece Atatürk de Misâk-ı Millî’nin ne olduğunu ve olmadığını tekrar etmek zorunda kalmıştı. Siyaset tam olarak bu konuşmanın kalbinde yatıyordu; çünkü sadece üç sene önce yine Atatürk, müstakbel güney sınırının ne olacağını mecliste şöyle açıklamıştı:
“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tesbit edilirken, hududu millimiz, İskenderun’un cenubundan [güneyinden] geçer, şarka [doğuya] doğru uzanarak, Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder [içerir]. İşte hududu millimiz budur dedik.”
Ankara yönetimi, Misâk-ı Millî gibi bir efsanenin ardına takılmayacak kadar gerçekçiydi ve politik yeteneğe sahipti. Sınırların ve alınabilecek olan herşeyin güç dengeleri temelinde gerçekleşebileceğini bilecek tecrübeye de sahipti. Bunda hiç tereddüt etmedi; eleştirileri göğüsledi ve böyle yaptığı için de kazandı. Atatürk’e göre, bundan fazlasını istemek macera ve risk anlamına geliyordu. Barışı kazanmak çok daha acil ve mühim meseleydi.
Bugünkü sınırlarımız nasıl oluştu
BUGÜNKÜ sınırlarımız nasıl mı oluştu? Bugünkü Sovyet sınırımız Moskova anlaşmasıyla (1921) saptandı. Sonra Stalin 1945’de bundan memnun kalmadığını açıklayacak ve ilişkiler hızla bozulacaktır. Hani şu meşhur boğazlarda üs ve Kars ve Ardahan’ın yeniden iadesinin talep edildiği dönem. Suriye sınırı yine Fransızlarla aynı yıl yapılan anlaşma ile saptanacak ve bugün de geçerli olan sınır Lozan’da teyit edilecektir. Yunanistan sınırı Lozan’da saptanırken, Irak sınırı sinir bozucu aşamalardan geçerek Musul’un yitirilmesiyle sonuçlanacak olan Milletler Cemiyeti’nce alınan karar uyarınca ortaya çıkacaktır. Bütün bunların tabiî ki Misâk-ı Millî ile ilgisi bulunmuyordu. Bu sınırlar saptanırken mecliste pek çok üyenin Misâk-ı Millî’yi hatırlatarak, Ankara’da iktidarı şiddetle eleştirdiği de hatırlanacak olursa, tablo gerçekçi bir şekilde tamamlanır.
Tarihsel Metinler ve Kutsal Ruhlar
TARİHSEL metinlerin kutsal ruhlar olduğunu düşünenler için tarihsel ve politik açmazlar burada yatar işte. Zaman değişir, metinler de değişir! Metinler üzerinde tahrifat yapılmak zorunda kalınır. Siyasal koşullar bunu gerektirir çünkü. Sonraki nesiller orijinal metni değil, değiştirilen bu metinleri kutsar. Aslında olmayan metinlere kutsallık atfeder. Hazindir, fakat politika değişince tarih de değişir. Yeniden yazılır. Yeniden ezberlenir.
Misâk-ı Millî metninin yeni Türkiye’nin sınırlarını kazdığı efsanesine gelince; efsaneler öyle kolay ölmez. İnançlar öyle derin kazınır ki, gerçeklerin anlatılması ile bu derin hendeklerin doldurulması imkânı yoktur. Hatta gerçeklik karşısında inançları sarsılanlar, efsanelerini korumak üzere her yola teşebbüs edebilir.  Ezberlerini ardı ardına sıralayarak savunmaya geçerler. Savunduklarının ne olduğunu anlayamazsınız; çünkü söyleyebilecekleri Misâk-ı Millî’nin kendisi değil; kutsalın dokunulamaz olduğu ve dokunanın nasıl yanması gerektiğine ilişkindir, sadece...
Okuma listesi
MUSTAFA Budak’ın Misâk-ı Millî’den Lozan’a başlıklı akademik çalışması özellikle önerilmesi gereken bir kitaptır. Okuyucu bu alanda geniş bilgi edinmek istiyorsa, muhakkak bu kitabı okumalıdır. Lozan’ı öven klasik metinler olarak Ali Naci Karacan’ın Lozan Konferansı ve İsmet Paşa ile Cemil Bilsel’in Lozan kitaplarına bakılmalıdır. İsmet Paşa aleyhtarlığının klasik metni olarak Kadir Mısırlıoğlu’nun Lozan: Zafer mi, Hezimet mi? adlı kitabına bakılmazsa, İnönü ve Lozan’ın muhafazakar kesimler tarafından neden ve nasıl eleştirildiği eksik kalır. İşi daha da ileriye götürmeye kararlı ve vakti olanlara Bilâl Şimşir’in hazırladığı Lozan Telgrafları adlı çalışmayı öneririm. Lozan heyetinin Ankara ile olan irtibatının telgraflar aracılığıyla ete kemiğe büründüğü bu metin, araştırmacılar açısından başvuru kaynağıdır. Kendisini Lozan’a vakfetmeye kararlı okuyuculara ise, Seha Meray’ın hazırladığı ciltler dolusu Lozan Barış Konferansı (Tutanaklar ve Belgeler) serisini öneririm. Lozan’daki görüşmelerin tutanaklarını burada bulabilirsiniz. Her iki kitabı birlikte tetkik edecek olanlar görüşmelerin arka planını daha kolay anlayabilirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder