17 Şubat 2012 Cuma

İkinci Cumhuriyet 27 Mayıs’ta ilan edilmişti bile-Cemil KOÇAK

İKİNCİ Cumhuriyet deyimi, aslında Fransa örneğinden esinlenerek, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulması öngörülen yeni cumhuriyete verilen isim olarak bir anlamda yeniden ortaya çıktı. Çünkü, gerçekte İkinci Cumhuriyet deyimini ilk kullanan kişi, 11 Ağustos 1950 tarihinde Birinci Adnan Menderes Hükûmeti’nde Ulaştırma Bakanlığı’na getirilen emekli albay Seyfi Kurtbek idi. Kurtbek, 15 Nisan 1950 tarihinde, Zafer gazetesinde yayınlanan bir yazısında, müstakbel İkinci Cumhuriyet’ten DP’nin iktidarı olarak söz ediyordu. Kurtbek, 1946 sonrasında kurulan ilk cuntanın da önemli bir üyesiydi. 27 Mayıs’tan sonra Kurucu Meclis üyesi ve sonra da Cumhuriyet Senatosu üyesi olan  Hıfzı Oğuz Bekata da, artık baskısı tükenmiş olan Birinci Cumhuriyet Biterken adlı kitabı ile bu deyimi yeniden kullandı. Hemen hemen aynı sırada İsmet Giritli de, 27 Mayıs’tan İkinci Cumhuriyete adlı kitabını yayınlamıştı. Haziran 1960’dan sonra bu deyim artık sık sık kullanıldı. Bu sırada İkinci Cumhuriyet  deyimi, ona karşı çıkanlar olmakla birlikte, hayli revaçta idi. Örneğin, Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı da, Salute to the Second Turkish Republic isimli 45’lik İngilizce bir plâk yaptırmıştı.


İkinci Cumhuriyet kimin eseri?
Birinci Cemal Gürsel Hükûmeti’nin programında ‘kurulacak İkinci Cumhuriyet’ten söz ediliyordu. Yeni hükûmetin programında da “hür basın, kurulacak İkinci Cumhuriyet’in başlıca mesnetlerinden biridir” deniliyordu. Cumhuriyetin bir kırılma noktasında bulunduğunu açıkça belirten bu tanımlama hızla yaygınlaşacak ve bugünden bakıldığında hayli hayret verici olsa da, döneme İkinci Cumhuriyet adını vermek olağanlaşacaktır. Bugünden bakıldığında cumhuriyete numara vermenin 27 Mayıs darbesi ile başladığını hatırlamak hayli şaşırtıcı gelebilir. O sırada iktidarda bulunan asker-sivil bürokratik siyasal elitin cumhuriyetin yeni bir ruha ihtiyacı olduğu iddiasında bulunması yaygın bir eğilimi temsil ediyordu. Eğer 27 Mayıs darbesinden itibaren hükûmet programının açıklandığı güne kadar İkinci Cumhuriyet tanımı telaffuz edilmemişse, bu tanımı ilk kullananın bizzat 27 Mayıs’ın ilk hükûmeti olduğunu söyleyebiliriz. Hükûmetin bu tanımı kullanmış olması, kendisinden önce kullanılmış olsun ya da olmasın, bu tanıma sahip çıktığını gösterir. 27 Mayıs darbesi, kendisini İkinci Cumhuriyet olarak tanımlamayı tercih etmiştir. Bu iddia, ileride, eski DP iktidarının, 27 Mayıs darbesini Atatürk’ün yolundan tamamen ayrılmak olarak görmesine ve İkinci Cumhuriyet’e karşı birinci cumhuriyetin taraftarı olarak konumlanmasına neden olacaktır. Ayrıca, hükûmetin kendisini tanımlarken kullanmayı tercih ettiği “İnkılâp Hükûmeti” deyimi de dikkat çekicidir. Nitekim Bakanlar kurulu toplantısında Ticaret Bakanı Cihat İren, bunu özellikle vurgulamıştır.
Saidi Nursi’nin mezar yeri
27 Mayıs dönemi ile ilgili olarak son zamanlardaki en önemli tartışmalardan biri de Saidi Nursi’nin mezar yeridir. Pek çok söylenti, efsanelerle karmakarışık olarak günümüze kadar gelmiştir ve maalesef devam etmektedir. Elbette bu konudaki en önemli havadisler, kulaktan kulağa yayılmış söylentilerdir. Aslı esası olmayan pek çok rivayet hala inanılmayı beklerken, yeni yeni söylentilerin ortaya çıkmasına şaşmamak gerekir. Son zamanlarda gerek Soner Yalçın, gerekse Murat Bardakçı, ortada gezinen tevatürlere dayanarak, kulaktan kulağa aktarılan söylentileri gerçekmiş gibi sunmaktan kaçınmadılar. İşin tuhaf tarafı, her konuda belgen var mı diyen soranların, kendi yazdıklarını kulaktan dolma bilgilerle süslemekte bir sakınca görmemesidir.
Bakanlar Kurulu toplantı tutanaklarından, Saidi Nursi’nin mezar yerinin değiştirilmesinin gerçek nedenleri, mezarın siyasî bir merkez olma ihtimali karşısında mezar yerinin değiştirilmesi planı ve planın uygulanması ile mezar yeri de anlaşılmaktadır. Görünen, planın fikir babasının başbakan Cemal Gürsel olduğudur. Öyle anlaşılıyor ki, uygulama içişleri bakanına düşmüştü. Cenazenin nakil senaryosu tamamen tertiptir. Günümüze kadar yeri hayli tartışmalara neden olan mezarın Isparta’da olduğu artık açıkça anlaşılmaktadır.
Aşağıda ilgili Bakanlar Kurulu toplantısında konuyla ilgili olarak yapılan konuşmaları alıntılıyorum; dahasını bilemiyorum.
Bakanlar Kurulu toplantısındaki görüşmelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Saidi Nursi’nin Isparta’da ölmesi ve Urfa’da defnedilmesi rahatsızlık yaratmıştı. Başbakana göre, Urfa bu nedenle ve bu vesileyle Kürtlüğün merkezi haline gelebilecekti. Saidi Nursi’nin mezarının dinî açıdan değil de Kürtçülük açısından merkez olacağı beklentisi, bu bakımdan ilginçtir. Başbakan, Saidi Nursi’nin Isparta’da defnedilmesinden yanadır ve bunu da kamuoyuna dinî ve ruhanî bir atmosferde sunmayı tercih etmektedir. Güya bizzat Saidi Nursi, defin yeri olarak Isparta’yı tercih ettiğini açıklayacaktır!
Bakanlar Kurulu’nun 20 Haziran tarihli toplantısından:
- Millî Savunma Bakanı Fahri Özdilek: Bu Nurcular meselesi de mühimdir. Bu sebeple soruyorum: Acaba Urfa’ya bu Sait Nursi’nin gömülmesini doğru buluyorlar mı?
- Başbakan Cemal Gürsel: Bunun hikâyesi vardır. “Niçin oraya gömdünüz?” diye sordum. “Orada öldü, gömdük” dediler. Ben “hayır” dedim, “Isparta’da öldü, Urfa’da gömüldü. Orası yarın Kürtlüğün merkezi haline gelecek... Siz büyük günah yaptınız.” dedim. Hatta dedim ki, “ben sizin yerinizde olsam, bir rüyada bu adam kendisinin Isparta’ya naklini istemiş” der ve oraya naklederim. Bu yapılmış bir hatadır. İşlerimiz rahatladıktan sonra bunu düşüneceğiz.
Bakanlar Kurulu’nun 8 Temmuz tarihli toplantısından:
- İçişleri Bakanı İhsan Kızıloğlu: Meselelerimizden bir tanesi, bilindiği üzere, şeyh Saidi Nursi’nin nakli kubur davasıdır. Bu zatın kardeşi, şöyle bir istida ile müracaat ediyor.  ([Saidi Nursi’nin kardeşi] Abdülmecit Ünlükul’un mektubunu okuyarak) Konya Valiliği’ne yazılan bu istidada, naaşın Emirdağı’na veya Isparta’ya nakli istendiğine göre, ikisinden birisinde karar kılmak lâzım geliyor. Bence Emirdağı daha emindir. Isparta’da Nurcular fazladır.
- Cemal Gürsel: Burada da epeyce Kürt köyleri vardır. Bu hususta maruzatta bulunmuştum. Konya Valisi’ni çağırdım; kendisine talimat verdim. O da becerdi; işi bu hale getirdi. Şimdi ben Dahiliye Vekili’nden [İçişleri Bakanı’ndan] bir de hava kuvvetlerinden istifade için Millî Müdafaa Vekili’nden [Millî Savunma Bakanı’ndan] şunu rica ediyorum: Bunu öyle tertibi zarifane ile yapmalı ki, bir gecenin içinde önce Diyarbakır’a; sonra Isparta’ya getirilmiş olsun...
- İhsan Kızıloğlu: Bu işle meşgul arkadaşlar, Emirdağı’nı uygun buluyorlar.
- Ulaştırma Bakanı Sıtkı Ulay: Madem ki, istidada Isparta’yı istiyorlar, Isparta uygundur.
- Ticaret Bakanı Cihat İren: Bunu gizli yapmak faideli olur mu? Yoksa desek mi ailesine: “Sen istersen hükûmetçe mahzur yoktur. Isparta’ya defin için biz de yardım edelim...” Cenazesini ailesi defnetsin... Gündüz tertibat alırız.
- İhsan Kızıloğlu: Nakli kuburda böyle bir şey yok. En yakın aile efradıyla olur. Kardeşi olan zatı da göndereceğiz. Nakli kuburda bulunacak... Tayyareye bindiği zaman matbuata da vereceğiz. Bu adamlar nihayet vatandaştır.
- Cemal Gürsel: Matbuata hiç haber vermeyin... Matbuat sonradan haber alırsa, “Kardeşi öyle istedi. Isparta’ya nakledildi.” deriz. Herhalde bütün hazırlığı yapacaksınız. Oraya gidilecek... Urfa’daki kıt’alar hazır olur ve bu iş yapılır.
Bakanlar Kurulu’nun 11 Temmuz tarihli toplantısından:
- İhsan Kızıloğlu: Saidi Nursi’nin önce tayyare ile Diyarbakır’a ve oradan da Isparta’ya naaşının nakli muamelesi ikmal edilmiştir. Arz ederim...
Okuma parçaları
ORHAN Koloğlu’nun Numaracı Cumhuriyetçiler kitabı ile başlamak mümkündür. Elbette benim yayına hazırladığım 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları adlı iki ciltlik belgeseli zikretmeden olmaz. Okuyucular bu kapsamlı yayında, 27 Mayıs hükûmetinin kayıtlara geçmiş olan bütün görüşmelerini ve tartışmalarını bulacaktır; en başta da benim bu konudaki geniş değerlendirmelerimi ve yorumlarımı.  Millî Birlik Komitesi’nin tutulan görüşme tutanakları da birkaç sene önce TBMM tarafından basıldı. Ne var ki, yayın haline gelmediğinden kamuoyunun bilgisine sunulamadı. Epey kapsamlı ve birkaç cilt tutabilecek olan bu görüşme tutanaklarının da geniş okuyucu yığınlarına ulaşmasını sağlayacak bir tıpkıbasımını yapabilecek mali yapısı kuvvetli ve misyon sahibi bir yayınevi makbule geçecektir.
27 Mayıs’a ilişkin literatür raflar dolduracak kadar geniştir; ayrıca buradaki tartışma konumuz hayli sınırlı olduğundan, bu literatüre henüz dokunmayacağım. Yine de yeni basımı geçenlerde yapılan Abdi İpekçi ile Ömer Sami Coşar’ın 27 Mayıs’ın hemen ertesinde kaleme aldıkları döneme ilişkin ilk ve paradoksal bir şekilde en güzel anlatıma sahip İhtilâlin İçyüzü’nü tavsiye ederim. Maalesef kitap tamamlanamamıştır. Başlangıç noktası olarak polemikçi yaklaşımlardan uzak kalmaya çalışan Walter Weiker’in 1960 Türk İhtilâli akla gelebilir. Maalesef sadece sahaflarda bulunabilir.
Siyasi kısıtlamalar
BAKANLAR Kurulu’nda siyasî partilerin ocak ve bucak örgütlerinin kaldırılmak ve siyasete katılacaklar için de eğitim kısıtı konulmak istenmesi dikkat çekicidir. Ancak yeterli eğitimden geçmiş kişilerin politika yapabilecekleri görüşü, bu türden elitist bir yaklaşım, bir kez daha açığa çıkmaktadır. Görüşmelerin seyrinden anlaşıldığı kadarı ile ancak lise mezunu olan kişilere politika yapma hakkı tanınmak istenmektedir. Seçmen olabilmek için ise herhangi bir eğitim derecesinin aranmasına gerek görülmemişti. Fakat bu görüş de yabana atılmamalıydı ve dikkate alınan bir görüştü. Hükûmetin asker kanadından Sıtkı Ulay’ın Vehbi Koç’un da eğitiminin yetersizliğine dikkat çekip, bu koşullarda onun da
politikaya katılamayacağını hatırlatması, bu konudaki kısıtların bazı sonuçlarına dikkat çekmek bakımından anlamlıdır.
Politikaya katılma yaşı olarak, üniversite öğrencilerinin de politika dışında kalabilmelerini sağlamak üzere, 22 yaşın gündeme getirilmesi dikkate değerdir. 27 Mayıs darbesinin esas destekçisi olarak kabul edilen ve ihtilâlin ateşleyicisi olan üniversite gençliğinin, bu kez artık politikadan soyutlanmaya çalışılıyor olması mânidardır. Oysa, eski iktidâra karşı çıktığında ve yönetime karşı direnç gösterdiğinde, aynı gençlik, politik konumundan dolayı, ihtilâlciler tarafından yere göğe sığdırılamamıştı. Oysa artık politika dışında tutulmak isteniyordu ki, bu tam bir çelişki idi.
Siyâsî parti başkanlığı için üniversite mezuniyetinin talep edilmesi de, benzeri bir eğilimi ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, parti kapatılmasının kolaylaştırılması tercih ediliyordu. Yargıya parti kapatmak için geniş yetkiler tanınması talep ediliyordu. İktidarın parti kapatabilme imkânını suistimâl edebilme olasılığı da akla gelmişti. Bu takdirde, iktidar partisinin muhalefet partisini, üstelik yargı kararı ile kapatabilmesine de imkân hazırlanmış olabilirdi. Yani çok dikkat edilmesi gereken bir karardı. Kaş yapalım derken göz çıkarılabilirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder